Saatin peşpeşe gonklayan sesi gecenin sessizliğini bir bıçak gibi bölmüştü. Ama o hiç irkilmedi. Zaten gece yarısından beri karanlığın ortasında ses çıkarmaya tenezzül eden bir tek saat vardı. Duvarda fütursuzca asılı duran ve her saat başı olağan görevini yerine getirircesine gonk çalan baba yadigârı. Ölmeden önce evladına bırakabildiği tek hatırası buydu babanın.
Dışarıda alabildiğine sessiz ve sakin bir alem olmasına rağmen içinde kopan fırtınalar ve gürültülerden uyuyamamıştı yine. İşkence dolu uykusuz bir gece daha sabaha uyanmak üzereydi. Tanyerinin yavaşça aydınlanmaya başlamasıyla etrafa derinden bir ezan sesi yayıldı. Nedense bu ses, bir kaç dakika da olsa, onu bütün sıkıntılardan çekip çıkarıyordu. Ama o, nedenini düşünmektense kendini bu rüzgara bırakmayı yeğledi. İçine yayılan huzur gözlerine kadar ulaşınca oradan damla damla taşıyordu. Ağlıyordu, evet ağlıyordu. Sebebini bilmeden hıçkırarak ağlıyordu. Uzun bir süre ağlamaktan sarsılan vücudu sonunda uykuya yenik düştü.
Omuzuna dokunan bir el onu uyandırdı. İrkilerek doğruldu. Yorgun ve şişmiş gözlerini ovuşturarak karşısındakine baktı. Onu tanımıyordu. "Evime nasıl girdin?!" diye bağıracak oldu ki evinde olmadığını farketti. Şaşkın gözlerle etrafa bakındı. Bu sefer karşısında duran gence soru dolu gözlerle baktı. Aklı çok karışmıştı. Buraya nasıl gelmiş veya getirilmişti? Bu genç kimdi ve ne istiyordu? Bütün bu düşünceler beyninden yıldırım gibi geçti. Sessizliği ilk bozan bu esrarengiz genç oldu. Sesi o kadar latif ve ahenkliydi ki, bütün şaşkınlık ve korkusu bir anda geçiverdi.
-Korkma! Sana bir zararım dokunmaz.
- ......?
-Haydi kalk yüzünü yıka da gidelim.
-Nereye? Hem niçin seninle geleceğim açıklar mısın?
-Soru sormaman gerek! Yalnızca denilenleri yap!
Bu emir öylesine ikna edici bir sesle söylenmişti ki itiraz etmek için kendinde güç bulamadı. Yavaşça kalktı, denilenleri yaptı. Artık hazırdı. Nereye ve kiminle gideceğini bilmeden, "Hazırım!" dedi.
Aslında bu denli itaatkâr bir mizaca sahip değildi. Aksine, dediğim dedik bir insandı. Kimseye minnet etmez, herşeyi kendi başına başarabileceğini düşünür, asla yönetilmeyi sevmezdi.
Şu anki haline kendi bile mana veremiyordu. Ama bütün sır o gençteydi. Onun sesi, bakışları kendisinde tuhaf bir itaatkârlık hali oluşturmuştu. Herşeye rağmen içten içe bir huzur duyuyordu.
Düşüncelerinden sıyrıldığında çoktan yola çıkmışlardı. Bu yolları hiç tanımıyordu. Kuvvetli bir merak duygusu içini kemiriyordu. Uzun süren sessizliği, daha fazla dayanamayarak, bozdu:
-Bari adını söylesen! Sana nasıl sesleneceğim?
-Soru sormaman gerekiyor ama bana "dostum" diyebilirsin!
-Pekâla dostum! Her ne kadar ben istemeden olduysa da tanıştığımıza memnun oldum.
Genç cevap vermedi. Yüzünde derin bir mana gizlenmiş gibiydi. Belli belirsiz tebessüm etti ama o görmedi.
Ne kadar zaman yürüdüklerini kestirememişti. Nihayet iki kapılı bir duvarın önüne geldiler. Kapılardan biri oldukça göz alıcıydı. Geniş ve yüksek kapının üzeri inci ve yakutlarla, nadide kabartmalarla bezenmişti. Uzun süre hayran hayran bu kapıya baktı. Kapısı öyle olan yer kim bilir ne muhteşemdi. Diğer kapı ise insan boyundan alçak, eskimiş köhne bir görünüşteydi. Üzerini dikenler kaplamış, toz toprak içindeydi. Bu kapı da herhalde korkunç bir yeri arkasında barındırıyordu.
Genç, o derin bakışlarını yüzüne dikerek donuk bir sesle sordu:
-Hangi kapıdan geçmek istersin? Yalnız sana üç şey söyleyeceğim ve üç şey vereceğim. Bunları da dikkate alarak seçimini yap!
Devamı yarın...
Havva KULO?LU
Dışarıda alabildiğine sessiz ve sakin bir alem olmasına rağmen içinde kopan fırtınalar ve gürültülerden uyuyamamıştı yine. İşkence dolu uykusuz bir gece daha sabaha uyanmak üzereydi. Tanyerinin yavaşça aydınlanmaya başlamasıyla etrafa derinden bir ezan sesi yayıldı. Nedense bu ses, bir kaç dakika da olsa, onu bütün sıkıntılardan çekip çıkarıyordu. Ama o, nedenini düşünmektense kendini bu rüzgara bırakmayı yeğledi. İçine yayılan huzur gözlerine kadar ulaşınca oradan damla damla taşıyordu. Ağlıyordu, evet ağlıyordu. Sebebini bilmeden hıçkırarak ağlıyordu. Uzun bir süre ağlamaktan sarsılan vücudu sonunda uykuya yenik düştü.
Omuzuna dokunan bir el onu uyandırdı. İrkilerek doğruldu. Yorgun ve şişmiş gözlerini ovuşturarak karşısındakine baktı. Onu tanımıyordu. "Evime nasıl girdin?!" diye bağıracak oldu ki evinde olmadığını farketti. Şaşkın gözlerle etrafa bakındı. Bu sefer karşısında duran gence soru dolu gözlerle baktı. Aklı çok karışmıştı. Buraya nasıl gelmiş veya getirilmişti? Bu genç kimdi ve ne istiyordu? Bütün bu düşünceler beyninden yıldırım gibi geçti. Sessizliği ilk bozan bu esrarengiz genç oldu. Sesi o kadar latif ve ahenkliydi ki, bütün şaşkınlık ve korkusu bir anda geçiverdi.
-Korkma! Sana bir zararım dokunmaz.
- ......?
-Haydi kalk yüzünü yıka da gidelim.
-Nereye? Hem niçin seninle geleceğim açıklar mısın?
-Soru sormaman gerek! Yalnızca denilenleri yap!
Bu emir öylesine ikna edici bir sesle söylenmişti ki itiraz etmek için kendinde güç bulamadı. Yavaşça kalktı, denilenleri yaptı. Artık hazırdı. Nereye ve kiminle gideceğini bilmeden, "Hazırım!" dedi.
Aslında bu denli itaatkâr bir mizaca sahip değildi. Aksine, dediğim dedik bir insandı. Kimseye minnet etmez, herşeyi kendi başına başarabileceğini düşünür, asla yönetilmeyi sevmezdi.
Şu anki haline kendi bile mana veremiyordu. Ama bütün sır o gençteydi. Onun sesi, bakışları kendisinde tuhaf bir itaatkârlık hali oluşturmuştu. Herşeye rağmen içten içe bir huzur duyuyordu.
Düşüncelerinden sıyrıldığında çoktan yola çıkmışlardı. Bu yolları hiç tanımıyordu. Kuvvetli bir merak duygusu içini kemiriyordu. Uzun süren sessizliği, daha fazla dayanamayarak, bozdu:
-Bari adını söylesen! Sana nasıl sesleneceğim?
-Soru sormaman gerekiyor ama bana "dostum" diyebilirsin!
-Pekâla dostum! Her ne kadar ben istemeden olduysa da tanıştığımıza memnun oldum.
Genç cevap vermedi. Yüzünde derin bir mana gizlenmiş gibiydi. Belli belirsiz tebessüm etti ama o görmedi.
Ne kadar zaman yürüdüklerini kestirememişti. Nihayet iki kapılı bir duvarın önüne geldiler. Kapılardan biri oldukça göz alıcıydı. Geniş ve yüksek kapının üzeri inci ve yakutlarla, nadide kabartmalarla bezenmişti. Uzun süre hayran hayran bu kapıya baktı. Kapısı öyle olan yer kim bilir ne muhteşemdi. Diğer kapı ise insan boyundan alçak, eskimiş köhne bir görünüşteydi. Üzerini dikenler kaplamış, toz toprak içindeydi. Bu kapı da herhalde korkunç bir yeri arkasında barındırıyordu.
Genç, o derin bakışlarını yüzüne dikerek donuk bir sesle sordu:
-Hangi kapıdan geçmek istersin? Yalnız sana üç şey söyleyeceğim ve üç şey vereceğim. Bunları da dikkate alarak seçimini yap!
Devamı yarın...
Havva KULO?LU