Sakarya Savaşı henüz başlamamıştı. Karadeniz vilayetleri ile Doğu vilayetlerini dolaşmak icap etti. Tekerleklerinde Türk tarihinin yüzyıllarını taşıyan ve Anadolu mücadelesinin en kıymetli unsuru olan kağnı ile yola çıktık. Ankara ile Çankırı arasında bulunan ve "Kızılkaya" adını taşıyan köycük yüksek bir dağ üzerine konmuş bir kuşa benziyordu. Güneşin yakıcı sıcağından biraz kurtulmak için bu köyün bağlarına sığınmak istedik. Fakat köy pek yüksek, dağ sarp ve yol da engebeliydi.
-Arabacı kağnı ile köye gidilebilir miyiz?
Arabacı bir köye bir yola bakarak:
-Kağnı öküzün çıkabileceği her yere çıkar, gideriz dedi.
Tekerlekler hiç bir makinanın yapamayacağı zikzaklarla kâh sağa, kâh sola eğilerek, fakat dengesini hiç kaybetmeden bizi istediğimiz yere götürdü.
Hemen etrafımızı küçük çocuklar sardı.
Ah! Bura halkının ne kadar güzel olduğunu görseniz!
Fakirlik ve yoksulluk, renkleri solmuş bu yavrucakların üzerlerindeki paçavraların bir deliğinden bakıyor. Fakat kumral saçları, beyaz yüzleri o kadar sevimli ki.
-Kızım adın nedir?
-Ayşe.
-Baban var mı?
-Babam Çanakkale'de şehit oldu.
-Şimdi kim bakıyor sana?
-Anam.
-Annen şimdi nerede?
-Tarlaya gitti ekin zamanıdır.
Diğer birine:
-Oğlum senin ismin nedir?
Durmuş.
-Baban var mı?
-Babam İnönü harbinde şehit oldu.
-Annen var mı?
-Yok efendim. Dayım bakıyordu o da askere gitti. Şimdi ablam bakıyor.
-Ablan nerede?
-Ablam da Ankara'ya cephane götürdü.
Etrafımızı o anda kuşatan on altı çocuktan hepsinin babaları şehit olmuş, anneleri ise tarlada çalışıyor veyahut orduya yiyecek ve cephane taşıyorlardı. Biz çocuklarla böyle sohbet ederken, yanımıza köy tarfından, değneğine dayana dayana ihtiyar yetmişlik bir kadın geldi.
-Nereden geliyorsunuz evlâdım?
-Ankara'dan.
-Aman! Ordudan ne haber?
-Ordumuz çelik gibi anne! Yakında inşallah düşmanı kahredeceğiz.
-Şükürler olsun! Aman burada bir takım şeyler söylediler. Allah bilir kalbime sular serptiniz. Allah razı olsun.
-Evladın var mı anne?
-Dört oğlum vardı. İkisi Çanakkale'de şehit oldu, birisi İnönü'de ve dördüncüsü de ordudadır. Yolunu bekliyorum.
-İnşallah gazi olur, mesud olursunuz.
İhtiyar kadın, derin bir elem taşıyan bakışla:
-Ben oğlumu düşünmüyorum a canım evladım. Ben yetimleri, eliyle çocukları göstererek, bu yurdu düşünüyorum. Allah bunları gâvur ayaklarına çiğnetmesin!
İhtiyar kadının bu son sözleri, arkadaşlarımı da tâ derinden yaraladı. Her ne kadar çay, kahve teklif ettikse de kabul etmedi ve yine köye doğru yol alarak orada kendisini bekleyen ve Ankara'dan bir haber bekledikleri belli olan genç kadınlara doğru yürüdü gitti.