Burton'a kısmen muhalif olan William Blunt (1840-1922), Araplara yönelik eleştirilerinde ölçülüydü. Bu tavrı onlara sempati duyduğundan değil, Türklere karşı ayaklanmalarını temin maksadıyla onları kazanmak istemesinden kaynaklanıyordu. "İslam'ın Geleceği" gibisinden kitaplar kaleme aldığı için, Mısır'ın Lord Cromer'i gibi bazı sömürgeciler, Blunt'ın İslam'ın yeniden dirilişiyle ilgilendiğini düşünüyorlardı. Blunt'ın derdi, Türk ve Arap Müslümanları birleştiren dinî bağı ortadan kaldırmak olduğu için, bu değerlendirme doğru değildi. Mısırlılar hakkındaki görüşü, onların uysal oldukları ve eğer bir peni daha az vergi verme hediyesiyle gelirlerse İngiltere Kraliçesi, Papa ve Aşanti Kralı'nı aynı coşkuyla selamlayacakları yolundaydı. Bundan dolayı Blunt, Osmanlı İmparatorluğu içinde nifak tohumları ekiyordu. Arapları, İslam hilafetinin haklı olarak kendilerine ait olduğuna ve bu veçhile kendilerini Türk boyunduruğundan kurtarmaları gerektiğine iknaya çalışıyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için, bedevileri "çölün asil insanları" olarak vasıflandırdı. Onlara karşı övgüler yağdırıyor, kendi vatandaşlarını ve İngiliz politikalarını eleştiriyordu. Fakat diğer taraftan İngiltere'nin çıkarlarını da göz ardı etmiyordu ve Arapların Osmanlı yönetiminden kurtarılmasını istiyordu. Aslında onun fikirleri, Türk garnizonlarıyla savaşını Arabistan'da sürdüren ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra Batı yanlısı Arapları başa geçiren Albay T. E. Lawrence (Arabistanlı Lawrens) tarafından tatbike konulacaktı. Charles Doughty (1843-1926) kendi adına benzediği için Müslüman ismi olarak Halil'i seçti. Arabistan'a geniş çaplı seyahatlerde bulundu ve 'Arabistan Çöllerinde Yolculuklar'ı kaleme aldı. Kitabı, T. E. Lawrence gibi diğer Arap uzmanlarınca standart bir başvuru eseri olarak görüldü. Burton, Blunt ve Doughty'nin eserlerini karşılaştıran bir kimse görecektir ki, sonuncusunun kitabı son derece basit ve insafsızca kaleme alınmıştır. Bununla beraber, Doughty'nin bakış açısı da selefleri gibi aynı düşünce hattını takip etti. Arapları "antik insanlık" olarak gördü ve "ağızlarının dua ve sövüp sayma dolu olduğunu, kalplerinin aldatıcı bir labirent; nezaket, küstahlık ve düşmanlıklarının en az kötü olan huylarından olduğunu ve bedduaları bakımından kibirli, zalim ve insafsız olduklarını" düşündü. İslam'a ilişkin görüşleri, bunları aratmıyordu; zira, "Arapların kılıç dini, kılıçla adam edilmelidir" diye yazıyordu. Hıristiyanlığı İslam'dan daha üstün telakki ediyor; bu ikincisini, "korkunç yüzlü bir canavar" şeklinde tasvir ediyordu. İslam'a sempati duyan bir İtalyan seyyahla karşılaştığında kızıp köpürmüş ve "Kur'an kendisini etkilememiş olduğu halde, Katolik bir ülkede doğmuş ve Hıristiyan ismi taşıyan bir İtalyan, nasıl olur da Asyalı barbarların kardeşi olabilirdi" diye yazmıştı. Doughty neredeyse kedisini "kâfir" olarak gören bir Arab'ın elinde ölümü bulacaktı; fakat bir başka Müslüman seyyah sayesinde bundan kurtuldu. İngiltere'den Mekke'yi zaptetmesini ve Arabistan'daki Hıristiyanları himâye etmesini istedi; kendisi İngiltere'nin Ortadoğu'daki emperyalist politikalarını son derece vatanperver bir edayla destekliyordu.
Araplara, yiyeceklerinin "İngiliz pirinci olduğunu, bu pirincin İngiliz çuvallarında bulunduğunu ve damgaların İngiliz kelimeleri" olduğunu söylemekten gurur duyuyordu. "Siz iyi bir şekilde giyiniyorsunuz, çünkü sırtınızdaki pamuklu bez, İngiliz fabrikalarında dokundu; siz, İngilizler tarafından giydirildiğinize ve kısmen onlar tarafından doyurulduğunuza dikkat etmiyorsunuz" diyordu.
Gifford Palgrave (1826-1888), farklı bir Hıristiyan bakış açısıyla bir diğer seyyahtı; fakat Napolyon III'ün hizmetinde Fransız devleti hesabına çalıştı. Yerel giysiler giyip, Suriyeli bir Hıristiyan doktor gibi hareket ederek, Salim Ebu Mahmud el-Eys ismini (mütevazı bir isim) aldı. Dürzi-Maruni iç savaşının başladığı 1860 yılında Suriye'den kaçmak zorunda kaldı. Fransızlar düzeni sağlamak için kuvvet gönderdikleri sırada, Napolyon'a rapor verme görevini üstlendi. Palgrave aynı zamanda Mısır'ı da gezdi ve "nihayetinde Mısır'ın Suriye ile birleşmesini ve Fransa'nın her ikisi üzerinde de denetimi sağlamasının söz konusu olacağı, Mısır'dan itibaren Suriye'nin Fransızlarca istilasına dair ayrıntılı bir planı ortaya koyduğu" istihbarat raporları düzenledi. Riyad'a gittiğinde, kendisinin "bir doktor olmadığını" söyleyen ve "Hıristiyanların, casusların ve ihtilalcilerin, seni gönderenler yararına dinimizi ve devletimizi yıkmak için buralara geldiler" diyen Necd'in Emir Faydasalı'nın oğlu tarafından şüpheyle karşılandı. Daha sonra ise, Etiyopya'daki bazı İngiliz tutsakların serbest bırakılması için İngiltere hesabına faaliyetlerde bulundu. İslam ve Araplara ilişkin düşünceleri küçük düşürücü nitelikteydi ve bedevileri, Arap "ağacının" bir "soysuzlaşmış dalı" olarak görmekteydi.