Birçoklarının 'bâtınî fıkıh' dedikleri tasavvuf; gerek ilmî ve gerekse amelî yönleriyle bugün Müslümanların gündemindedir.
Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifler muhteva olarak ele alındığında, üç ana konuda toplandıkları görülür. Bunlar; itikadî, amelî ve ahlâkî konulardır.Bunların hepsi itikadî olmakla beraber son ikisi, yani amelî ve ahlâkî olanlar ayrıca tatbikatı da ilgilendirir. Şöyle de denilebilir: İslâm; inanç ve tatbikattır. Ancak tatbikatın iki ana yolu vardır: Zahirî tatbikat ve batınî tatbikat. İşte bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, tasavvuf, zahirî tatbikatın yanında bâtınî tatbikatı da mecburî kılan bir yoldur ve İslâm'ın tâ kendisidir. Yani tasavvufta, İslâm'ın bütününü kabullenmek ve yaşamak sözkonusudur.Bu bakımdan; tasavvufu tartışma konusu yapmak mümkün değildir. Tasavvuf, konu olarak; kalbin, ruhun ve nefsin hallerini ele almaktadır. Herkes tarafından bilinmektedir ki, tabiatı icabı insan; şirk, riya, kibir, hased, öfke gibi şeylerden kolay kolay kopamaz. Bu gibi kötü hallerden kurtulmak, nefsi ıslah etmek için gerekli bilgileri öğrenmek ve gereğini yapmak şarttır. Genelde birçok insanın ibadet yapmasına rağmen nefsinin kötü hallerini düzeltme çaresi aramadığından dolayıdır ki, şirkten, riyâdan, kibirden kurtulamamaktadırlar. Yaptıkları ibadetin ve kul olmanın zevkini tadamamaktadırlar.Kulun istiğfar, tesbih, zikir ve dua gibi ibadetlerini de diğer ibadetler (namaz, oruç, hac, zekat...) gibi kendi başına değil, bu yolun rehber imamlarının koyduğu esaslar dahilinde yapması tamamen dinî bir zarurettir. Yani nasıl ki, itikadî ve amelî vazifelerimizi yapabilmek için itikadda ve amelde birer mezhebe bağlanmak gerekiyorsa, ahlâkî vazifelerimiz için de bu yolda bir meşrebe tâbi olmak gereklidir. Yukarıda belirtildiği gibi itikadî ve amelî mezhep imamlarına tâbi olmakla Resûlullah'a tâbi olmuş olanlar, manevî yolda da bir meşrebe intisâb ile Resûlullah'a olan bağlılıklarını tamamlamış olurlar.Bu yolun rehber imamları, kulu, nefs-i emmareden itibaren nefsin her mertebesinde gerekli olan eğitime tâbi tutarak kemâle erdirirler. Bu hususta kulun teslimiyeti ve gayreti büyük önem taşır. Görüldüğü gibi, kulun bu manevî yolda da bilgisi ve tatbikatı olması gerekir. Aksi halde manevî eğitimini tamamlamamış olanlar, nefsin mahkûmiyetinden kurtulup kemâle eremezler. Kalbin, ruhun ve nefsin önemi, böyle bir manevî eğitimi zaruri kılmaktadır.Bütün bunları özetleyecek olursak; insan, İslâm'ı bir bütün olarak yaşamalıdır. İnanıp gereğini yapmamak veya eksik yapmak, istenilen ve özlenen Müslümanı meydana getirmez. İstenilen ve özlenen Müslüman olmadıkça da maddî ve manevî çöküntülerin önüne geçilmez.
RAHMETEN Lİ'L-ÂLEMÎN HZ. MUHAMMED (SAV) / Prof. Dr. Haydar BAŞ'ın kaleminden Gönül Sohbetleri
Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifler muhteva olarak ele alındığında, üç ana konuda toplandıkları görülür. Bunlar; itikadî, amelî ve ahlâkî konulardır.Bunların hepsi itikadî olmakla beraber son ikisi, yani amelî ve ahlâkî olanlar ayrıca tatbikatı da ilgilendirir. Şöyle de denilebilir: İslâm; inanç ve tatbikattır. Ancak tatbikatın iki ana yolu vardır: Zahirî tatbikat ve batınî tatbikat. İşte bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, tasavvuf, zahirî tatbikatın yanında bâtınî tatbikatı da mecburî kılan bir yoldur ve İslâm'ın tâ kendisidir. Yani tasavvufta, İslâm'ın bütününü kabullenmek ve yaşamak sözkonusudur.Bu bakımdan; tasavvufu tartışma konusu yapmak mümkün değildir. Tasavvuf, konu olarak; kalbin, ruhun ve nefsin hallerini ele almaktadır. Herkes tarafından bilinmektedir ki, tabiatı icabı insan; şirk, riya, kibir, hased, öfke gibi şeylerden kolay kolay kopamaz. Bu gibi kötü hallerden kurtulmak, nefsi ıslah etmek için gerekli bilgileri öğrenmek ve gereğini yapmak şarttır. Genelde birçok insanın ibadet yapmasına rağmen nefsinin kötü hallerini düzeltme çaresi aramadığından dolayıdır ki, şirkten, riyâdan, kibirden kurtulamamaktadırlar. Yaptıkları ibadetin ve kul olmanın zevkini tadamamaktadırlar.Kulun istiğfar, tesbih, zikir ve dua gibi ibadetlerini de diğer ibadetler (namaz, oruç, hac, zekat...) gibi kendi başına değil, bu yolun rehber imamlarının koyduğu esaslar dahilinde yapması tamamen dinî bir zarurettir. Yani nasıl ki, itikadî ve amelî vazifelerimizi yapabilmek için itikadda ve amelde birer mezhebe bağlanmak gerekiyorsa, ahlâkî vazifelerimiz için de bu yolda bir meşrebe tâbi olmak gereklidir. Yukarıda belirtildiği gibi itikadî ve amelî mezhep imamlarına tâbi olmakla Resûlullah'a tâbi olmuş olanlar, manevî yolda da bir meşrebe intisâb ile Resûlullah'a olan bağlılıklarını tamamlamış olurlar.Bu yolun rehber imamları, kulu, nefs-i emmareden itibaren nefsin her mertebesinde gerekli olan eğitime tâbi tutarak kemâle erdirirler. Bu hususta kulun teslimiyeti ve gayreti büyük önem taşır. Görüldüğü gibi, kulun bu manevî yolda da bilgisi ve tatbikatı olması gerekir. Aksi halde manevî eğitimini tamamlamamış olanlar, nefsin mahkûmiyetinden kurtulup kemâle eremezler. Kalbin, ruhun ve nefsin önemi, böyle bir manevî eğitimi zaruri kılmaktadır.Bütün bunları özetleyecek olursak; insan, İslâm'ı bir bütün olarak yaşamalıdır. İnanıp gereğini yapmamak veya eksik yapmak, istenilen ve özlenen Müslümanı meydana getirmez. İstenilen ve özlenen Müslüman olmadıkça da maddî ve manevî çöküntülerin önüne geçilmez.
RAHMETEN Lİ'L-ÂLEMÎN HZ. MUHAMMED (SAV) / Prof. Dr. Haydar BAŞ'ın kaleminden Gönül Sohbetleri