İşte tasavvufta gerek insan-ı kamilin üstlendiği irşad görevi ve gerekse mü'minlerin birbirlerine karşı sorumlu oldukları nasihat, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak gibi vecibeler hep bu hakikatin tezahürüdür.
Halifetullah, eşref-i mahlukat, zübde-i kainat olma gibi vasıflarıyla diğer bütün mahlukatttan çok daha mukaddes kabul edilen, hürmet gösterilen ve de sevilen insan, Allah ile olan ahidleşmesini bozup şeytanı dost edinerek hak-batıl mücadelesinde karşı safta yer alması durumunda inananların bir başka duygusun celbeder ki, buna "buğuz" adı verilir. Çünkü esas olan kayıtsız şartız sevgi değildir. Esas olan Allah'ın rızasıdır ve Allah kime hangi nazarla bakmayı emrediyorsa kul onu yapmak mükellefiyetindedir. Bunun içindir ki insana olan sevgisi çağlar aşarak bütün beşeriyete destan olmuş Hz. Mevlana bile bir şiirinde söyle der: İnsan vardır, onun bir soluğu bir cana değer, bir kılı yakut. Zümrüt değerindedir / İnsan da vardır ki, onunla konuşmak şöyle dursun, yüzünü görmemek dünya saltanatına değer.
Tur dağındaki konuşmalarından birinde Allah'ın Hz. Musa'ya "Ya Musa! Benim için ne yaptın?" diye sorması, Musa'nın saydığı hiçbir ameli "Onu kendin için yaptın" gerekçesiyle kabul etmeyip "Benim için bur kulumu sevdin mi, benim için bur kuluma buğzettin mi?" demesi, sevginin ve buğuzun sadece Allah için yapılma hususiyetine sahip iki özel ibadet olduğunun delilidir.
Keza inananların namaz suresi olarak sık sık okudukları mealen "Ebu Leheb'in elleri kurusun..." diye başlayan Tebbet suresi de Ebu Leheb kendisine vaadedilen azaba çoktan uğramış olmasına rağmen Allah düşmanlarına buğzetmenin önemine bir başka delildir.
Bir de şu var ki sevgi esasen Allah'ın kulları üzerinde ki bir nimetidir ve kulluk Allah'ın verdiği nimeti onun istediği yerde kullanmayı gerektirir. Buna göre Hak yolcusu sevgisini yalnızca Allah'a, Allah'ı sevenlere ve Allah'a ulaştıracak amellere kanalize etmeli; elini, gözünü, dilini vs. bütün azalarını nasıl haramdan uzak tutmaya çalışıyorsa aynı şekilde sevgisini de sakınmalıdır. Resulüllah'ın "Allah'ım bana sevmediğin bir kimsenin iyiliğini nasib etme ki gönlüm ona meyletmesin" mealinde ki duası bu incelikten kaynaklanmaktadır.
***
Sevgi ve buğzun dışında insana bir başka yaklaşımda onun cahil yahut alim olmasına göredir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran meziyet ilme ehil olmasıdır. Ancak bu ilimden kasıt kitaplardan tahsil edilen bilgi değil, korku, takva, güzel isteyiş ve ibadet neticesinde sahip olunan marifetullah, yani Allah'ı bilme ilmidir. Peygamber efendimiz "Hiçbir şey mislinin bin tanesinden hayırlı olamaz, yalnız mümin insan, bir insandan hayırlıdır" buyurarak bir üstünlük vesilesi olarak marifetullaha işaret etmişlerdir. Nitekim "De ki: Alimlerle cahiller hiç bir olur mu? (Zümer: 9)" mealindeki ayet ile de aynı hakikat vurgulanmaktadır.
Bunun içindir ki, bir ibadet mantığı ile insanları sevmek yahut onlara buğzetmek durumunda olan inananlar, aynı şekilde muhataplarına ilim veya cehaletlerine göre, Allah'ın emir ve rızası doğrultusunda davranmak zorundadırlar.
Esasen ilim kıymetli bir hazinedir ve taleb edenlere bu kıymeti takdir edebildikleri ölçü ve miktarda verilmesi gerekir. Aksi bir davranış, hem taşıyamayacağı bir yükü yüklemek suretiyle kişiye, hem de şerefine layık kullanılmadığı için ilme haksızlık, etmek manasına gelir. Bu hakikatten olarak sohbet ve nasihatleri ile beşbin gayri müslimin iman etmesine ve yetmişbin şakinin hidayetine vesile olan Hz. Mevlana bile "kime ne söyleyeyim, dünyada tek bir kulak bile yok" diyerek gerçek bilgiye, yani marifetullaha ehil kimselerin azlığından yakınmıştır.
Resulüllah Efendimiz "Biz peygamberler insanların akıllarına göre konuşmakla emrolunduk" buyurarak ilmin nasıl bir özen ile kullanılması gerektiğine işaret edenlerden, cehalet üzerinde ısrar edenlere karşı takınılması gereken tavır da kitabullah'ta şöyle anlatılmaktadır.
"Rahman'ın makbul kulları onlardır ki, yeryüzünde ağır başlılık ve alçak gönüllülükle yürürler. Cahiller onlara sataştığında ise 'selametle!' deyip, geçerler" (Furkan 63)
İlk emri "Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku!" olan İslam'da ilim sahiplerine büyük değer verilmiş, Sevgili Peygamberimiz "alimler Peygamberlerin varisleridir" "alimlerin ölümü alemin ölümü gibidir" "Bir alimin ilim öğrettiği meclisinde bir saat bulunmak bin cenaze namazına iştirakten bir yıllık nafile ibadetten daha üstündür" buyurarak bu değere işaret etmişlerdir. Yine kıyamet gününde alimlerin mürekkebiyle şehitlerin kanının bir tutulacak olması bu değere bir başka delildir.
İşte İslam'da ve dolayısıyla tasavvufta insana paha biçilen kıstaslardan ikisi bunlardır.