Bizler her şeyi çabucak istiyor, aceleci davranıyor, bazı şeyleri zamana bırakmayı bilmiyoruz. Zor ve baskı ile dayattıklarımız, karşımızdakini bir mengeneye alacak, bu uğurda ömür tüketmeye değmeyecektir. Görevimiz ve sorumluluğumuz da zaten bu değildir. Hidayete eriştirecek olan Rabbim ve hidayete erişecek de bunu hak eden ve gerçeklere açık olan güzel ahlaklı insanlardır. Bizler genelde bizim yapadurduğumuz doğruları, etrafımızdakilerin de yapmalarını istiyor, bunun için elimizden gelen her şeyi doğru-yanlış korkmadan yapabiliyoruz. Üstelik bunu doğruluk, güzellik ve hatta din adına yaptığımızı sanıyoruz. Oysa bir insana bir takım doğruları geçirebilmek için yaptığımız mücadele, tartışma, bağrışma ve kavga bizden neleri götürüyor; ne kalp kırmalara, hangi amellerimizi boşa çıkartmaya ve daha akla gelmeyen ortamın sunduğu birçok günahlara girmemize vesile olmuyor mu? Bu durumda kimin ziyanda olduğunu anlamaya sakin kafa ile düşünmek yeterli olacaktır. Ama bu sakin kafayı, sinirden kızışmış beynimiz, öfkeden kızarmış yüzümüz ile ne kadar müddet sonra edinebiliriz bilemiyorum.
Sevgi ile yoğurulmuş bir kainatta yaşıyor, kalbimize bir iki sevgi tohumu atacak güzel sözlere insan olarak değer veriyor fakat iş başa geldi mi, ne bir iki güzel söz söylemeyi becerebiliyor, ne de kendimizi eleştirebiliyoruz. Devamlı olarak hataları başkalarında arıyor, suçu etrafımızdakilere kolaylıkla atabiliyoruz. Oysa insanları birbirine yaklaştıran, sevdiren onun hareket ve davranışlarıdır ki, bu hareket ve davranışlara duyguların ve düşüncelerin güzelliğiyle ulaşılabilir. Duygu ve düşüncelerimizi güzelleştirmenin, olumlulaştırmanın önemi bu vesileyle daha da anlaşılmaktadır. Çevremizde dolaşan varlıkların en duyarlısı olan insanlar, bizim her bakışımızın, her sözcüğümüzün ve tüm ifadelerimizin ne anlama geldiğini mutlaka bilecek, altlarında hangi sevgisizliğin, saygısızlığın, merhametsizliğin bulunduğunu bizim de anladığımız gibi onlar da anlayabilecek güçtedirler.
Hümeyra Ezergül