FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Ruslar 24 Nisan 1877'de Osmanlı İmparatorluğu'na harb ilan etmiş, Romanya, Bulgaristan ve Karadağ da yanında yer almıştı. Osman Paşa o zaman Vidin'de bulunuyordu. Büyük bir şöhreti vardı. 1878 Sırp-Osmanlı savaşında yıldırım süratiyle Sırp hududuna yürümüş, parlak bir zafer kazanarak İzvor tepelerini işgal etmişti. Timok nehrinin suları çekildiği bir günde nehri geçerek Zayçar'a yüklenmiş 7 Temmuz günü Sırp ordularını yerden yere vurarak müthiş bir hezimete uğratmıştı. Bu muvaffakiyet üzerine rütbesi müşirliğe (Mareşal) yükseltilmişti.
Rus harbi başlayınca mürettep kolordusu ile Niğbolu'ya hareket etmiş iken yolda Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Paşa'dan Niğbolu'nun fena bir duruma düştüğünü, burasını değil, Plevne'yi tutması emrini almıştı. Ve 18 Temmuz 1877'de Niğbolu düşmüştü.
Osman Paşa, mürettep kolordusunu cebri yürüşüyle 19 Temmuz'da Plevne'ye getirmiş ve 20 Temmuz'da da birinci savaşını vermişti. Bu Plevne'de kazandığı ilk zaferdi. 20 Temmuz'da Plevne'de istihkam namına hemen hemen hiç bir şey yoktu. Osman Paşa topraktan vücuda getirdiği istihkamlarla bütün tabya usullerini değiştirmişti. Plevne'nin yaşlı tepeleri üzerinde düşman ordularına ve cihana:
-Buraya kadar, buradan ileri geçemezsiniz! Diye gürlediği ve bütün gönülleri Plevne savunması ile doldurduğu zaman, yalnız ve yalnız asil, kahraman ve feregatli Türk ordusuna inanmıştı. Kuşatma süresince de bu inancını muhafaza etti, 30 Temmuz'da yirmi iki bin kişi ile kırk bin mevcudu ve yüzyetmiş de topu olan düşman ordusunu karşılamış, ikinci zaferini de kazanmıştı. Ruslar, terk ettikleri savaş meydanında on bin ölü ve yaralı bırakmışlardı. 31 Ağustos'ta Lofça'da bizzat kumanda ettiği beş bin kişilik bir kuvvetle yirmi bin mevcutlu düşman ordusunu önüne katmış, yine binlerce kayıp verdirmişti.
7 Eylül'de başlayıp, 12 Eylül 1877'de sona eren üçüncü Plevne savaşı harb tarihlerinde pek kıymetli bir belge teşkil edecek kadar parlak oldu. Mütemadiyen takviye olan düşmanı yine mağlubiyete uğratmıştı. Padişah kendisine Gazi unvanını verdi. Osman Paşa, azmini kırmıyordu ancak Plevneyi savunan kuvvetler de eriyor, malzeme de tükeniyordu. Çaresiz kalan Osman Paşa şehre doğru çekilmeğe karar verdi.
25 Ekim 1877'de Plevne, yüzyetmiş tabur, yüzelli iki süvari bölüğü ve beş yüz yetmiş bir topla kuşatıldı. Şehri savunacak kuvvetler ise o kadar azdı ki mukayaseye bile imkân yoktu. İaşe maddeleri kalmamış, malzeme azalmış muvasala yolları kesilmişti. Düşman kumandanı gönderdiği ültimatomda şöyle diyordu:
"Mareşal hazretleri, zat-ı devletinize aşağıdaki hususları bildirmekle şeref kazanırım:
Gornik, Dubnik ve Teliş'teki Türk kıt'aları esir edilmiştir. Rus orduları da Osikova ve Vratga mevzilerini ele geçirmişlerdir. Plevne imparatorluk muhafızları ve kumbaracılardan mürekkep bir kolordu ile takviye olunmuş olan Garp ordusu tarafından muhasara olunmuştur. Muharebe ve muvasala yolları kesilmiştir. Bundan böyle hiç bir iaşe kolunun gelmesi beklenemez.
İnsaniyet namına ve mes'uliyeti zat-ı alinize râci olacak fazla kan dökülmesine mani olmak üzere ben, sizi bütün mukavemetleri kesmeye ve tayin edeceğiniz bir yerde teslim şartlarını görüşmeye davet edirim.
Mareşal hazretleri, yüksek saygılarımı kabul ediniz."
Grandük Nikola'nın yazdıkları gerçeye uyuyordu. Fakat Gazi Osman Paşa düşmana red cevabı verdi:
"Bugüne kadar vatanımızın uğrunda seve seve kan döktük. Teslim olmaktansa, buna devam edeceğiz. Dökülen kanların mes'uliyetine gelince, bu dünyada da, öteki dünyada da bu savaşa sebep olanların üzerinedir."
Gazi Osman Paşa iki ay daha dövüştü. 8 Aralık'ta bütün hakikatler artık teslim olmaktan başka çare olmadığını gösteriyordu. Ancak Osman Paşa 16 Aralık 1877'de kuşatma hatlarını yarıp çıkmak isterken Birinci Fırka'nın başındayken, döğüş esnasında ağırca yaralandı. Birinci Fırkada başlayan panik diğer tümenlere de sirayet etti. Osman Paşa Plevne ordusunun her şeyi idi. Tümen ve kumandanlarının müracaatı üzerine düşmandan teslim şartlarını sormak zorunda kaldı. Savaşa son verilmesi için son emrini ağlaya ağlaya verdi.
Plevne civarında ufak bir kulübede daima şan ve şeref içinde taşıdığı kılıcını, vazifesini hakkıyla yapmış insanların duyduğu huzur içinde general Graneçki'ye teslim edecekti.
-Ne yapalım, kaderde bu da yazılıymış, kimse bizim namus-u askerimizi yerine getirmediğimizi iddia edemez. Allah şahittir ki biz, vazifemizi yaptık, dedi. Kulübede, diğer paşalarla, müşirin doktoru Albay Hasip de vardı. Kurmay başkanı Tahir Paşa, bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamamıştı.
Gazi Osman Paşa yaralı bir arslan gibi gözlerini düşman generaline çevirdi. Doktor Hasip Bey'in kolunu tutarak hafifçe doğruldu:
-Buyur generalim, dedi.
Hayret... Düşman generali elini yüzüme kapamıştı.
-Ben bu kılıcı alamam, diye geri çekiliyordu. Onun da gözleri yaşla dolmuştu.
Generalin hakkı vardı. Hayatında ilk defa böyle bir kahramanla karşılaşıyorlardı. Denk olmayan şartlarda Gazi Osman Paşa vazifesini yapmıştı. Cihan askerlik tarihine şan ve şeref dolu bir destan hediye etmişti. Böyle bir kumandanın kılıcı nasıl alınabilirdi?
Osman Paşa, bir araba ile Plevne'ye götürüldü. Yolda Başkumandan Grandük Nikola ile Romanya Prensi Karol tarafından karşılandı. Grandük, Paşa'ya elini uzattı:
- Siz büyük bir askersiniz, mareşalim, dedi, Prens Karol da saygı ile eğildi. Paşa'nın elini sıkmak istedi. Fakat Osman Paşa vermedi.
-Ben, koskoca bir imparatorluğun müşiriyim, bir asinin elini sıkmam.
Çünkü Romanya henüz müstakil değildi. Ve bu savaşta da Rusların yanında yer almıştı. Plevne'ye girerken düşman askerleri yollara sıralanmışlar, bu yaralı aslanı çılgınca alkışlıyorlardı. Ertesi gün Çar'a takdim edildi. O da bu kahramanın kılcını almak cesaretinde bulunamamıştı. Çünkü Ruslar bütün tarihleri boyunca böyle bir asker yetiştirememişlerdi.
-Mareşalim, dedi, sizi candan tebrik ederim. Müdafaanız askeri tarihin en güzel hadiselerinden biri olmuştur. Sizin gibi bir kumandanın kılıcı alınmaz. Onu kendi memleketinizdeymiş gibi şerefle taşıyabilirsiniz.
Bu sözler Çar'ın değil, bütün cihan umumi efkârındı, Müşir Gazi Osman Paşa bir süre sonra Herkof'a götürüldü. Barıştan sonra İstanbul'a geldi. Ölünceye kadar şerefle yaşadı.
Şimdi bu kılıç nerededir? Öpüp başıma koymak istiyorum.
Ruslar 24 Nisan 1877'de Osmanlı İmparatorluğu'na harb ilan etmiş, Romanya, Bulgaristan ve Karadağ da yanında yer almıştı. Osman Paşa o zaman Vidin'de bulunuyordu. Büyük bir şöhreti vardı. 1878 Sırp-Osmanlı savaşında yıldırım süratiyle Sırp hududuna yürümüş, parlak bir zafer kazanarak İzvor tepelerini işgal etmişti. Timok nehrinin suları çekildiği bir günde nehri geçerek Zayçar'a yüklenmiş 7 Temmuz günü Sırp ordularını yerden yere vurarak müthiş bir hezimete uğratmıştı. Bu muvaffakiyet üzerine rütbesi müşirliğe (Mareşal) yükseltilmişti.
Rus harbi başlayınca mürettep kolordusu ile Niğbolu'ya hareket etmiş iken yolda Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Paşa'dan Niğbolu'nun fena bir duruma düştüğünü, burasını değil, Plevne'yi tutması emrini almıştı. Ve 18 Temmuz 1877'de Niğbolu düşmüştü.
Osman Paşa, mürettep kolordusunu cebri yürüşüyle 19 Temmuz'da Plevne'ye getirmiş ve 20 Temmuz'da da birinci savaşını vermişti. Bu Plevne'de kazandığı ilk zaferdi. 20 Temmuz'da Plevne'de istihkam namına hemen hemen hiç bir şey yoktu. Osman Paşa topraktan vücuda getirdiği istihkamlarla bütün tabya usullerini değiştirmişti. Plevne'nin yaşlı tepeleri üzerinde düşman ordularına ve cihana:
-Buraya kadar, buradan ileri geçemezsiniz! Diye gürlediği ve bütün gönülleri Plevne savunması ile doldurduğu zaman, yalnız ve yalnız asil, kahraman ve feregatli Türk ordusuna inanmıştı. Kuşatma süresince de bu inancını muhafaza etti, 30 Temmuz'da yirmi iki bin kişi ile kırk bin mevcudu ve yüzyetmiş de topu olan düşman ordusunu karşılamış, ikinci zaferini de kazanmıştı. Ruslar, terk ettikleri savaş meydanında on bin ölü ve yaralı bırakmışlardı. 31 Ağustos'ta Lofça'da bizzat kumanda ettiği beş bin kişilik bir kuvvetle yirmi bin mevcutlu düşman ordusunu önüne katmış, yine binlerce kayıp verdirmişti.
7 Eylül'de başlayıp, 12 Eylül 1877'de sona eren üçüncü Plevne savaşı harb tarihlerinde pek kıymetli bir belge teşkil edecek kadar parlak oldu. Mütemadiyen takviye olan düşmanı yine mağlubiyete uğratmıştı. Padişah kendisine Gazi unvanını verdi. Osman Paşa, azmini kırmıyordu ancak Plevneyi savunan kuvvetler de eriyor, malzeme de tükeniyordu. Çaresiz kalan Osman Paşa şehre doğru çekilmeğe karar verdi.
25 Ekim 1877'de Plevne, yüzyetmiş tabur, yüzelli iki süvari bölüğü ve beş yüz yetmiş bir topla kuşatıldı. Şehri savunacak kuvvetler ise o kadar azdı ki mukayaseye bile imkân yoktu. İaşe maddeleri kalmamış, malzeme azalmış muvasala yolları kesilmişti. Düşman kumandanı gönderdiği ültimatomda şöyle diyordu:
"Mareşal hazretleri, zat-ı devletinize aşağıdaki hususları bildirmekle şeref kazanırım:
Gornik, Dubnik ve Teliş'teki Türk kıt'aları esir edilmiştir. Rus orduları da Osikova ve Vratga mevzilerini ele geçirmişlerdir. Plevne imparatorluk muhafızları ve kumbaracılardan mürekkep bir kolordu ile takviye olunmuş olan Garp ordusu tarafından muhasara olunmuştur. Muharebe ve muvasala yolları kesilmiştir. Bundan böyle hiç bir iaşe kolunun gelmesi beklenemez.
İnsaniyet namına ve mes'uliyeti zat-ı alinize râci olacak fazla kan dökülmesine mani olmak üzere ben, sizi bütün mukavemetleri kesmeye ve tayin edeceğiniz bir yerde teslim şartlarını görüşmeye davet edirim.
Mareşal hazretleri, yüksek saygılarımı kabul ediniz."
Grandük Nikola'nın yazdıkları gerçeye uyuyordu. Fakat Gazi Osman Paşa düşmana red cevabı verdi:
"Bugüne kadar vatanımızın uğrunda seve seve kan döktük. Teslim olmaktansa, buna devam edeceğiz. Dökülen kanların mes'uliyetine gelince, bu dünyada da, öteki dünyada da bu savaşa sebep olanların üzerinedir."
Gazi Osman Paşa iki ay daha dövüştü. 8 Aralık'ta bütün hakikatler artık teslim olmaktan başka çare olmadığını gösteriyordu. Ancak Osman Paşa 16 Aralık 1877'de kuşatma hatlarını yarıp çıkmak isterken Birinci Fırka'nın başındayken, döğüş esnasında ağırca yaralandı. Birinci Fırkada başlayan panik diğer tümenlere de sirayet etti. Osman Paşa Plevne ordusunun her şeyi idi. Tümen ve kumandanlarının müracaatı üzerine düşmandan teslim şartlarını sormak zorunda kaldı. Savaşa son verilmesi için son emrini ağlaya ağlaya verdi.
Plevne civarında ufak bir kulübede daima şan ve şeref içinde taşıdığı kılıcını, vazifesini hakkıyla yapmış insanların duyduğu huzur içinde general Graneçki'ye teslim edecekti.
-Ne yapalım, kaderde bu da yazılıymış, kimse bizim namus-u askerimizi yerine getirmediğimizi iddia edemez. Allah şahittir ki biz, vazifemizi yaptık, dedi. Kulübede, diğer paşalarla, müşirin doktoru Albay Hasip de vardı. Kurmay başkanı Tahir Paşa, bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamamıştı.
Gazi Osman Paşa yaralı bir arslan gibi gözlerini düşman generaline çevirdi. Doktor Hasip Bey'in kolunu tutarak hafifçe doğruldu:
-Buyur generalim, dedi.
Hayret... Düşman generali elini yüzüme kapamıştı.
-Ben bu kılıcı alamam, diye geri çekiliyordu. Onun da gözleri yaşla dolmuştu.
Generalin hakkı vardı. Hayatında ilk defa böyle bir kahramanla karşılaşıyorlardı. Denk olmayan şartlarda Gazi Osman Paşa vazifesini yapmıştı. Cihan askerlik tarihine şan ve şeref dolu bir destan hediye etmişti. Böyle bir kumandanın kılıcı nasıl alınabilirdi?
Osman Paşa, bir araba ile Plevne'ye götürüldü. Yolda Başkumandan Grandük Nikola ile Romanya Prensi Karol tarafından karşılandı. Grandük, Paşa'ya elini uzattı:
- Siz büyük bir askersiniz, mareşalim, dedi, Prens Karol da saygı ile eğildi. Paşa'nın elini sıkmak istedi. Fakat Osman Paşa vermedi.
-Ben, koskoca bir imparatorluğun müşiriyim, bir asinin elini sıkmam.
Çünkü Romanya henüz müstakil değildi. Ve bu savaşta da Rusların yanında yer almıştı. Plevne'ye girerken düşman askerleri yollara sıralanmışlar, bu yaralı aslanı çılgınca alkışlıyorlardı. Ertesi gün Çar'a takdim edildi. O da bu kahramanın kılcını almak cesaretinde bulunamamıştı. Çünkü Ruslar bütün tarihleri boyunca böyle bir asker yetiştirememişlerdi.
-Mareşalim, dedi, sizi candan tebrik ederim. Müdafaanız askeri tarihin en güzel hadiselerinden biri olmuştur. Sizin gibi bir kumandanın kılıcı alınmaz. Onu kendi memleketinizdeymiş gibi şerefle taşıyabilirsiniz.
Bu sözler Çar'ın değil, bütün cihan umumi efkârındı, Müşir Gazi Osman Paşa bir süre sonra Herkof'a götürüldü. Barıştan sonra İstanbul'a geldi. Ölünceye kadar şerefle yaşadı.
Şimdi bu kılıç nerededir? Öpüp başıma koymak istiyorum.