Bilindiği üzere I. Dünya Savaşı’ndan yenik olarak ayrılan Osmanlı Devleti, ağır hükümler ihtiva eden Mondros Mütarekesi’ni 30 Ekim 1918’de imzalamak zorunda kalmış; Mütareke gereği tüm ordu ve donanması terhis ettirilen Türk Devleti’nin en stratejik bölgeleri emperyalist kuvvetler tarafından işgal edilmeye başlanmıştı. Bu durumda geleceğin artık kendilerine ait olduğu duygusuna kapılan Rumlar da, başta İngiltere ve Yunanistan olmak üzere Avrupa’nın ve ABD’nin de yardım ve teşvikleriyle Doğu Karadeniz Bölgesinde Pontusçuluk faaliyetlerini arttırmışlardır. Rumlar bir taraftan diplomatik çabalarını yoğunlaştırmışlar, diğer yandan bölgede nüfus üstünlüğünü sağlamak amacıyla dışardan göçmen getirmeye çalışırken, içeride de şiddetli bir şekilde çetecilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı Karadeniz Bölgesinde özellikle Batı Anadolu ve Pontusçuların faaliyetlerinin yoğunlaştığı Karadeniz Bölgesinde metropolit ve pa pazlar bu dönemde aktif bir görev yapmışladır.
METROPOLİTLERİN MELANETLERİ
Bu metropolitlerin başında da Trabzon metropoliti Hrisantos gelmekteydi. Bu metropolitlerin faaliyetlerine kısaca değinmek istiyoruz: Hrisantos, Çar ordularının Trabzon işgalinden sonra silahlandırmış olduğu mahalli Rumlar vasıtasıyla Müslümanlara dehşet salmaya başlamıştı. Her tarafta Rum çeteler Müslüman halktan ele geçirdiklerini hunharca öldürüyor, evlere, köylere, çiftliklere saldırıyor, ahalinin ırz ve namusuna tasallutta bulunuyordu. Hele Rus işgal kuvvetlerinin şehre girişinde Türk Bayrağını, kumandanın atının ayakları altına atmak suretiyle gösterdiği misilsiz hıyanet ve nankörlük, tarihinin ancak ve ancak bir defa kaydetmek üzere Hrisantos’a mahsus bir hadisedir. 17 Nisan 1916’da, asırlar boyu gölgesinde hür ve mesud olarak yaşadıkları Türk Bayrağına karşı reva gördükleri ağır hakaret ve tecavüzü şu hatırat, ne hazin aktarmaktadır, “Trabzon, gaddar düşmanına, azılı müstevliye karşı müdafaasız, terkedilmiş derin bir ölü sessizliği içinde. Evlatlarından sağ kalanlar bu gecenin ıstırabıyla gözyaşı döküyor, toprakların derinliklerinde yatan aziz şehitlerin ruhları toprak altında inliyor, vatan uğruna kudreti yetenler siperlerde son kanlarını dökmeye hazırlanıyorlar. Trabzon’da Rumlar, zevk ve coşku içinde kendileri gibi haçlı oldukları müstevliye peşkeş çekmeye, ihanetin, nankörlüğün en çirkinliğini göstermeye can atıyorlar. Zafer takları kuruyor, camilerden çaldıkları halıları müstevlinin girecekleri yollara seriyorlar. Rum kızları çiçek buketlerini hazırlamışlar. Rum gençleri metruk Türk mahallelerine dağılmış çarşı, pazar ve evleri yağma ediyorlar, alkolün hayvanlaştırdığı Rum Palikaryaları sağa sola silahla saldırıyorlar. Henüz gün ağarmadan kiliselerde çanlar fasılasız çalıyor. Bir zamanlar Vali Cemal Azmi Bey’in önünde eğilerek “Osmanlı’ya bağlılığını en samimi kalp ile” teyid eden Hrisantos, şimdi Rusları, şehrin girişinde bekleyen cemaatin başında. Emperyalizmin haris ve hasis ruhunun kuduzlaştırıp buralara kadar sürüklediği istilacılar üç koldan şehre giriyorlar. Boztepe, Soğuksu ve Değirmendere’den. Değirmendere yoluyla şehre giren Rus kıtaatının işgal komutanı, top atışlarıyla kıt’aları selamlıyor. İstikbal heyetini teşkil eden Rumlar, yine başlarında Hrisantos bekleşiyorlar. Bu sırada evvelce hazırlanan törende bir “Türk sancağı” işgal kuvvetlerinin geçeceği Taksim Caddesi üzerine büyük hayasızlıkla, küstahlıkla Rum vatandaşlarının eliyle yola seriliyor. Hrisantos’un emriyle tertiplenen bu alçaklıklar hangi emelin tezahürüdür? Bando sesleri, alkış sesleri, çan sesleri şehri boğarken, Türk bayrağı ise yerde. Çamurlu yolun üstünde. Hrisantos yarı büklüm, yılanlar gibi sürünür vaziyette ehl–i salip komutanın zaferini kutlamak, şeref payını almak için bir kaç adım ilerliyor. Rus komutan general Lahof’un bunu aldırdığı yok, mağrur gözleriyle yola devam ediyor. Bindiği atın ayaklarından 10 metre ilerde Türk sancağı yine olduğu yerde. Yolda, çamurun üstünde. Düşman, fakat ne de olsa asker; gün görmüş, ülkesindeki Rum ekalliyetinin ihanetine şahit olmuş tecrübeli bir komutan. Atının dizginini çekiyor. Keskin bir bakış, kısa ve seri bir işaret ve sert bir emir: “Kıta dur”. Yanındaki yaverine bağırarak eliyle işaret ediyor: “Al şu sancağı yerden”. Kumandan elektriklenmiş, hiddetle istikbal heyetine bağırıyor: “Bu sancağı yere seren kim!” İhanetin, nankörlüğün bu derece iğrenç olduğunu kendileri de anlamış olacaklar ki tek ses yok, çıt çıkmıyor. Yine komutan etrafı titreten sesiyle: “Biz bu bayrağı savaş meydanlarında yere sermekle şeref duyabiliriz. Fakat böyle vatandaşlarının eliyle yerlere haince serilmesi bir bayağılık ve alçaklıktır. Alçak Grekler!.. Haydi dağılın, sizi görmek istemiyorum!..” (Muzaffer Lerminoğlu, Akçaabat Tarihi ve Birinci Genel Savaş, Hicret Hatıraları, İst. 1949. s. 237 vd.)
Oğuz KÖRO?LU
METROPOLİTLERİN MELANETLERİ
Bu metropolitlerin başında da Trabzon metropoliti Hrisantos gelmekteydi. Bu metropolitlerin faaliyetlerine kısaca değinmek istiyoruz: Hrisantos, Çar ordularının Trabzon işgalinden sonra silahlandırmış olduğu mahalli Rumlar vasıtasıyla Müslümanlara dehşet salmaya başlamıştı. Her tarafta Rum çeteler Müslüman halktan ele geçirdiklerini hunharca öldürüyor, evlere, köylere, çiftliklere saldırıyor, ahalinin ırz ve namusuna tasallutta bulunuyordu. Hele Rus işgal kuvvetlerinin şehre girişinde Türk Bayrağını, kumandanın atının ayakları altına atmak suretiyle gösterdiği misilsiz hıyanet ve nankörlük, tarihinin ancak ve ancak bir defa kaydetmek üzere Hrisantos’a mahsus bir hadisedir. 17 Nisan 1916’da, asırlar boyu gölgesinde hür ve mesud olarak yaşadıkları Türk Bayrağına karşı reva gördükleri ağır hakaret ve tecavüzü şu hatırat, ne hazin aktarmaktadır, “Trabzon, gaddar düşmanına, azılı müstevliye karşı müdafaasız, terkedilmiş derin bir ölü sessizliği içinde. Evlatlarından sağ kalanlar bu gecenin ıstırabıyla gözyaşı döküyor, toprakların derinliklerinde yatan aziz şehitlerin ruhları toprak altında inliyor, vatan uğruna kudreti yetenler siperlerde son kanlarını dökmeye hazırlanıyorlar. Trabzon’da Rumlar, zevk ve coşku içinde kendileri gibi haçlı oldukları müstevliye peşkeş çekmeye, ihanetin, nankörlüğün en çirkinliğini göstermeye can atıyorlar. Zafer takları kuruyor, camilerden çaldıkları halıları müstevlinin girecekleri yollara seriyorlar. Rum kızları çiçek buketlerini hazırlamışlar. Rum gençleri metruk Türk mahallelerine dağılmış çarşı, pazar ve evleri yağma ediyorlar, alkolün hayvanlaştırdığı Rum Palikaryaları sağa sola silahla saldırıyorlar. Henüz gün ağarmadan kiliselerde çanlar fasılasız çalıyor. Bir zamanlar Vali Cemal Azmi Bey’in önünde eğilerek “Osmanlı’ya bağlılığını en samimi kalp ile” teyid eden Hrisantos, şimdi Rusları, şehrin girişinde bekleyen cemaatin başında. Emperyalizmin haris ve hasis ruhunun kuduzlaştırıp buralara kadar sürüklediği istilacılar üç koldan şehre giriyorlar. Boztepe, Soğuksu ve Değirmendere’den. Değirmendere yoluyla şehre giren Rus kıtaatının işgal komutanı, top atışlarıyla kıt’aları selamlıyor. İstikbal heyetini teşkil eden Rumlar, yine başlarında Hrisantos bekleşiyorlar. Bu sırada evvelce hazırlanan törende bir “Türk sancağı” işgal kuvvetlerinin geçeceği Taksim Caddesi üzerine büyük hayasızlıkla, küstahlıkla Rum vatandaşlarının eliyle yola seriliyor. Hrisantos’un emriyle tertiplenen bu alçaklıklar hangi emelin tezahürüdür? Bando sesleri, alkış sesleri, çan sesleri şehri boğarken, Türk bayrağı ise yerde. Çamurlu yolun üstünde. Hrisantos yarı büklüm, yılanlar gibi sürünür vaziyette ehl–i salip komutanın zaferini kutlamak, şeref payını almak için bir kaç adım ilerliyor. Rus komutan general Lahof’un bunu aldırdığı yok, mağrur gözleriyle yola devam ediyor. Bindiği atın ayaklarından 10 metre ilerde Türk sancağı yine olduğu yerde. Yolda, çamurun üstünde. Düşman, fakat ne de olsa asker; gün görmüş, ülkesindeki Rum ekalliyetinin ihanetine şahit olmuş tecrübeli bir komutan. Atının dizginini çekiyor. Keskin bir bakış, kısa ve seri bir işaret ve sert bir emir: “Kıta dur”. Yanındaki yaverine bağırarak eliyle işaret ediyor: “Al şu sancağı yerden”. Kumandan elektriklenmiş, hiddetle istikbal heyetine bağırıyor: “Bu sancağı yere seren kim!” İhanetin, nankörlüğün bu derece iğrenç olduğunu kendileri de anlamış olacaklar ki tek ses yok, çıt çıkmıyor. Yine komutan etrafı titreten sesiyle: “Biz bu bayrağı savaş meydanlarında yere sermekle şeref duyabiliriz. Fakat böyle vatandaşlarının eliyle yerlere haince serilmesi bir bayağılık ve alçaklıktır. Alçak Grekler!.. Haydi dağılın, sizi görmek istemiyorum!..” (Muzaffer Lerminoğlu, Akçaabat Tarihi ve Birinci Genel Savaş, Hicret Hatıraları, İst. 1949. s. 237 vd.)
Oğuz KÖRO?LU