Her insan önce kendisine hidayet ve rahmet olarak gelen Allah'ın (cc) Resulünü (sav) tanımalıdır. Onu tanımak; yalnız beşeri cephesini öğrenmekle olmaz, mana yönü ile de tanımak gerek.
Bu ise ancak O'nun varislerini izlemek, eserlerini okumakla mümkün olacaktır. "Ey nebi, Biz Seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve bir korkutucu ve Allah'a kendi izni ile davetçi, aydın ve kandil olarak gönderdik" (Ahzab: 45-46).
Ona varis olmak için vermek lazım... ama maddi olan ne varsa...
Ve, karşılığında onu almak için...
Allahım, ne güzel alış-veriş...
Ona varis olanların alameti, nişanı vardır.... Hem de pek çok; görüldüklerinde Allah Teala hatırlanır.
Şu menkıbe ise o nişanlardan sadece bir tanesi:
Erenlerden biri evine gelir ve sorar;
-Hanım, bugün evde yiyecek ne var?
-Bir şey kalmadı...
Cevabı alınca şöyle niyaz eder:
-Şükür Allah'a (cc)... Bu gün evimiz Resulullah'ın (sav) evine benzedi...
Bu, bir gönül zenginliğidir ki, ancak erimişlerde ve ermişlerde görülür.
O Rahmetenl-lil alemindir. Allah-u Teala ayet-i kerimede;
"Seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya: 107) buyurdu... Bizzat kendileri de bu manayı:
"Beni gören Hakkı görmüş olur..." hadisiyle izah ettiler.
Sonra.. ötelerden ilham alan erenler, her iki manayı birleştirerek bir inci dizisi meydana getirdiler...
İşte onlardan biri:
Zatıma mir'at edindim zatını
Bile yazdım adın ile adımı...
Vaktaki Adem (as) başını kaldırıp semaya baktığında, o yüce Yaratanın ismi ile birlikte yazılı gördüğü bu ismi vesile kılmakla, kınanmaktan kurtuldu.
Ne zaman ki İbrahim (as)'ın sülbüne intikal eyledi: Ateş ona serin ve selamet oldu...
O yüce inci, İsmail sedefine girince, namına bir kurbanlık koç indi.
Rabbani bir vasıftır ve O ilahi bir sırdır. Ferdaniyet nurlarının sırları onunla telakki edilir, kudsi işaretler taşıyan hitaplar O'nunla işitilir, Rahmani nevhaların ıtırı O'nunla koklanır. Yüce makamlara O'nunla yükselinir.
O kainatın ışığı ve nurudur. İnsanların, asıl O'ndan (risalet ve nübüvvetinden) faydalanacağı şey; Onun hikmet yönüdür. İlim yönüdür... Marifet yönüdür. Bir de şefaatıdır. Çünkü bunlar hiç bir zaman yeryüzünden eksik değildir.
Evet o üstün insan ve kamil insan bilinmedikçe insanlığın sırrı da bilinmez. İnsanlığın sırrını bilemeyen Rabbini de bilemez.
Halbuki varoluştaki hikmeti Yüce Allah
"Ben bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim" şeklinde açıklıyor.
Marifet ehli en güzide varlık Efendimiz Hazreti Muhammed (sav)'dir.
Marifet halini bulanlar ancak O'nun nuru ile buldular.
"O bir ekine benzer ki; filizini yarıp çıkarmış ve gittikçe kökünü kuvvetlendirmiştir." (Fetih: 29) mealine gelen ayet-i kerime yine O'nu anlatır. Ki bu kuvvetlendirme işini, O'nun ashabı vasıtası ile yapmıştır... Sonra;
"Onu kalınlaştırdı..." (Fetih: 29) cümlesi gereğince, zatına yakınlığı ile O'na kuvvet vermiştir.
"Kökü üzerine yükselmiştir..." (Fetih: 29).
Vaktaki bu Muhammedî ağacın gövdesi zuhura geldi ve yükseldi.
Ve o ağaç yaprak verdi; büyüdü...
Sonra... Kabul bulutları, çevreden kayarak geldi ve O'nun başını bürüdü.. İşte o zaman, O'nun varlığı tam olarak meydana çıktı. Böylece bütün yaratılmışlar, O'nun zuhuru ile müjdeler aldı, verdi...
İnsan ve cin tayfası O'nun varlığı ile sevince büründü.
O'nunla kainat baştan başa kokulara büründü.
O'nun doğumu ile putlar yerle bir oldu.
Onun bi'seti ile de dinlerin eski hükmü geçersiz oldu.
Kur'an sırf O'nun tasdiki için nazil oldu.
Bütün kainat O'nun aşkıyla coştu... Taştı... Sonra onda bulunanlar da harekete geçti.
Ya Rabbi! Bizleri, Habibini, O'nun Ehl-i Beyt'ini ve Ashabını rızana uygun olarak sevip, sevdirenlerden eyle! Bütün kullarının kalblerine onların sevgi ve saygısını nasib et!...
İnsanlık alemini tüm sıkıntılardan Onların ve Onlara uyan erenlerin hürmetine kurtar!...
Aynur Damoğlu
Bu ise ancak O'nun varislerini izlemek, eserlerini okumakla mümkün olacaktır. "Ey nebi, Biz Seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve bir korkutucu ve Allah'a kendi izni ile davetçi, aydın ve kandil olarak gönderdik" (Ahzab: 45-46).
Ona varis olmak için vermek lazım... ama maddi olan ne varsa...
Ve, karşılığında onu almak için...
Allahım, ne güzel alış-veriş...
Ona varis olanların alameti, nişanı vardır.... Hem de pek çok; görüldüklerinde Allah Teala hatırlanır.
Şu menkıbe ise o nişanlardan sadece bir tanesi:
Erenlerden biri evine gelir ve sorar;
-Hanım, bugün evde yiyecek ne var?
-Bir şey kalmadı...
Cevabı alınca şöyle niyaz eder:
-Şükür Allah'a (cc)... Bu gün evimiz Resulullah'ın (sav) evine benzedi...
Bu, bir gönül zenginliğidir ki, ancak erimişlerde ve ermişlerde görülür.
O Rahmetenl-lil alemindir. Allah-u Teala ayet-i kerimede;
"Seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya: 107) buyurdu... Bizzat kendileri de bu manayı:
"Beni gören Hakkı görmüş olur..." hadisiyle izah ettiler.
Sonra.. ötelerden ilham alan erenler, her iki manayı birleştirerek bir inci dizisi meydana getirdiler...
İşte onlardan biri:
Zatıma mir'at edindim zatını
Bile yazdım adın ile adımı...
Vaktaki Adem (as) başını kaldırıp semaya baktığında, o yüce Yaratanın ismi ile birlikte yazılı gördüğü bu ismi vesile kılmakla, kınanmaktan kurtuldu.
Ne zaman ki İbrahim (as)'ın sülbüne intikal eyledi: Ateş ona serin ve selamet oldu...
O yüce inci, İsmail sedefine girince, namına bir kurbanlık koç indi.
Rabbani bir vasıftır ve O ilahi bir sırdır. Ferdaniyet nurlarının sırları onunla telakki edilir, kudsi işaretler taşıyan hitaplar O'nunla işitilir, Rahmani nevhaların ıtırı O'nunla koklanır. Yüce makamlara O'nunla yükselinir.
O kainatın ışığı ve nurudur. İnsanların, asıl O'ndan (risalet ve nübüvvetinden) faydalanacağı şey; Onun hikmet yönüdür. İlim yönüdür... Marifet yönüdür. Bir de şefaatıdır. Çünkü bunlar hiç bir zaman yeryüzünden eksik değildir.
Evet o üstün insan ve kamil insan bilinmedikçe insanlığın sırrı da bilinmez. İnsanlığın sırrını bilemeyen Rabbini de bilemez.
Halbuki varoluştaki hikmeti Yüce Allah
"Ben bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim" şeklinde açıklıyor.
Marifet ehli en güzide varlık Efendimiz Hazreti Muhammed (sav)'dir.
Marifet halini bulanlar ancak O'nun nuru ile buldular.
"O bir ekine benzer ki; filizini yarıp çıkarmış ve gittikçe kökünü kuvvetlendirmiştir." (Fetih: 29) mealine gelen ayet-i kerime yine O'nu anlatır. Ki bu kuvvetlendirme işini, O'nun ashabı vasıtası ile yapmıştır... Sonra;
"Onu kalınlaştırdı..." (Fetih: 29) cümlesi gereğince, zatına yakınlığı ile O'na kuvvet vermiştir.
"Kökü üzerine yükselmiştir..." (Fetih: 29).
Vaktaki bu Muhammedî ağacın gövdesi zuhura geldi ve yükseldi.
Ve o ağaç yaprak verdi; büyüdü...
Sonra... Kabul bulutları, çevreden kayarak geldi ve O'nun başını bürüdü.. İşte o zaman, O'nun varlığı tam olarak meydana çıktı. Böylece bütün yaratılmışlar, O'nun zuhuru ile müjdeler aldı, verdi...
İnsan ve cin tayfası O'nun varlığı ile sevince büründü.
O'nunla kainat baştan başa kokulara büründü.
O'nun doğumu ile putlar yerle bir oldu.
Onun bi'seti ile de dinlerin eski hükmü geçersiz oldu.
Kur'an sırf O'nun tasdiki için nazil oldu.
Bütün kainat O'nun aşkıyla coştu... Taştı... Sonra onda bulunanlar da harekete geçti.
Ya Rabbi! Bizleri, Habibini, O'nun Ehl-i Beyt'ini ve Ashabını rızana uygun olarak sevip, sevdirenlerden eyle! Bütün kullarının kalblerine onların sevgi ve saygısını nasib et!...
İnsanlık alemini tüm sıkıntılardan Onların ve Onlara uyan erenlerin hürmetine kurtar!...
Aynur Damoğlu