Vesile ve rabıta meselesini anlatırken Hakk'a ulaşmada vasıta ve vesilenin önemini vurgulamıştık. İşte gayelerin en ulvîsi olan Hakk'a kurbiyet yolunda vesile, mürşid-i kâmildir. Kurb-u velayet yolu diye adlandırılan bu yolda kâmil mürşid, Cenab-ı Hakk'ın koyduğu ezelî kanunun tabiî ve hayatî bir zaruretidir. Nefis terbiye ve tezkiyesi ancak kâmil bir mürşidin nezaret ve refakatinde gerçekleşir. Hakk'a kurbiyet kesbetmenin kaçınılmaz şartının, nefis terbiyesi ve tezkiyesi olduğu bilinmektedir. Mevlâna Hazretlerinde, şeyhi Şems-i Tebrizî'ye karşı engin bir sevginin olduğunu görüyoruz. Şems'in ilk ayrılışında firkatten yanan Hz. Mevlâna, vücudunun her zerresinde Şems'i yaşamıştır. Şems'in ebedî ayrılışı ise, onu yakmış, Şems'te yok olmayı yaşatmıştır.
"Ey Tebrizli Şems!
Dinim aşktır benim / Ben senin
yüzünle övünürüm
Bunu unutma hatırla ama
Ne vakit olacak / Ne vakit / Ne vakit
Şarap olacak / Şarap
Ben olacağım / Ben
O olacak / O."
Mevlâna, bu mısralarda Şems'teki yokluğu ifade ediyor. Bir başka beyitinde: "Ben, o! O, ben!" der. Fuzulî bu hali şöyle anlatır: "Leyla Mecnun'un kolunu ister. O da 'Kimin kolunu kesip, göndereyim?' der."
Fenâ fi'r-resul
Ezelî olan vasıta ve vesile kanununun yine tabiî ve zarurî gereği, Peygamber'in (yani Resul-i Ekrem'in) varlığında nefsini yoketme yahut eritmedir. Zaten kâmil mürşidler Resulullah'ın (sav) varisi olmaktan başka birşey değillerdir.
Gerçek anlamda Allah'a vasıl olmada vasıta ve vesile peygamberlerdir, tabiatıyla Resul-i Ekrem'dir (sav). Peygamberler Yüce Hakk'a kurb-ü nübüvvet yoluyla vasıl olurlar. Nübüvvet nurundan sair insanların istifadesi ise, biraz evvel belirtildiği üzere velayet yoluyladır.
Nefis, bir mürşid-i kâmilin nezaretinde terbiye oldukça Hakk'a vuslat yolunda kademe kademe çıkılır. Özellikle "Nefs-i Mutmainne" makamında fenafirresul haline ulaşılır. Burası, Allah'a vuslat yolunda en büyük ve yüce istasyon gibidir.
Mürşidde fani olma döneminden sonra, fenafirresul devri başlar. Bu dönemde sâlik, daha sakin ve de olgundur. Artık o, varlık aleminde Hz. Peygamber'ledir.
Mevlâna, şöyle der:
"Bugün Ahmed benim
Ama dünkü Ahmed değil
Bugün anka benim
Ama yemle beslenen kuşcağız değil
Tur-i Sînâ'nın gönlüyüm ben
Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum
Benim sarhoşluğumun sonu yok!"
"Bizim peygamberimizin tariki, yolu, aşk yoludur. Biz aşkzadeyiz, anamız aşktır."
"Ey Tebrizli Şems!
Dinim aşktır benim / Ben senin
yüzünle övünürüm
Bunu unutma hatırla ama
Ne vakit olacak / Ne vakit / Ne vakit
Şarap olacak / Şarap
Ben olacağım / Ben
O olacak / O."
Mevlâna, bu mısralarda Şems'teki yokluğu ifade ediyor. Bir başka beyitinde: "Ben, o! O, ben!" der. Fuzulî bu hali şöyle anlatır: "Leyla Mecnun'un kolunu ister. O da 'Kimin kolunu kesip, göndereyim?' der."
Fenâ fi'r-resul
Ezelî olan vasıta ve vesile kanununun yine tabiî ve zarurî gereği, Peygamber'in (yani Resul-i Ekrem'in) varlığında nefsini yoketme yahut eritmedir. Zaten kâmil mürşidler Resulullah'ın (sav) varisi olmaktan başka birşey değillerdir.
Gerçek anlamda Allah'a vasıl olmada vasıta ve vesile peygamberlerdir, tabiatıyla Resul-i Ekrem'dir (sav). Peygamberler Yüce Hakk'a kurb-ü nübüvvet yoluyla vasıl olurlar. Nübüvvet nurundan sair insanların istifadesi ise, biraz evvel belirtildiği üzere velayet yoluyladır.
Nefis, bir mürşid-i kâmilin nezaretinde terbiye oldukça Hakk'a vuslat yolunda kademe kademe çıkılır. Özellikle "Nefs-i Mutmainne" makamında fenafirresul haline ulaşılır. Burası, Allah'a vuslat yolunda en büyük ve yüce istasyon gibidir.
Mürşidde fani olma döneminden sonra, fenafirresul devri başlar. Bu dönemde sâlik, daha sakin ve de olgundur. Artık o, varlık aleminde Hz. Peygamber'ledir.
Mevlâna, şöyle der:
"Bugün Ahmed benim
Ama dünkü Ahmed değil
Bugün anka benim
Ama yemle beslenen kuşcağız değil
Tur-i Sînâ'nın gönlüyüm ben
Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum
Benim sarhoşluğumun sonu yok!"
"Bizim peygamberimizin tariki, yolu, aşk yoludur. Biz aşkzadeyiz, anamız aşktır."