Tarafsızlık hakkı, haklıyı ve haksızı bulmak için/bulana kadardır.
Hak, haklı ve haksız ortadayken tarafsız kalmak kişinin insiyatifine bırakılmış bir tercih değil; "zulme rıza zulümdür" prensibi gereği haksızdan yana saf tutmaktır.
Çünkü insan sadece "eğer şahitlik yapmak zorunda kalırsa doğruyu söylemekle" değil, aynı zamanda bildiği gerçekleri açıklamakla da mükelleftir. Bir başka ifadeyle kendisinden şahitlik istenip istenmemesine bakmaksızın önünde zuhur eden her olay karşısında şahitlik yapmak, yani haklıdan yana olmak durumundadır.
"Allah'ın şahitlik ettiği bir gerçeği bilerek gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara 140) Amerika'nın Irak savaşı boyunca Meltem TV ve Yeni Mesaj gazetesi hariç, yazılı ve görsel medyanın sergilediği en ehven-i şer davranış, tarafsız kalmaktır.
Belki de tarafsız kalanlar, sahip oldukları muhafazakâr prestij münasebetiyle gerçek saflarını ifşa edemeyecekleri için tarafsız gözükmeyi tercih ettiler.
Ve ekranlarına yahut gazetelerine sadece vahşeti taşıdılar, vahşilerden hiç bahsetmediler.
Sadece katliamları taşıdılar, katillerden de bahsetmediler.
Ve sadece zulmü taşıdılar, zalimlerden de yine hiç ama hiç bahsetmediler.
Irak'ta, olup biten sanki deprem gibi, sel gibi bir doğal afetmişcesine yalnızca neticeyle ilgilendiler. Ve hatta bir doğal afet olduğunda Allah'a gösterilmeyen rıza ve teslimiyettin, o vahşet ve katliamların faillerine gösterildiğini gördük ve ılımlı müslümanların (!) televizyon ve gazetelerinde: "Amerika bu, herşeyi yapar!" habarlerini gördük.
Onun için magazin dünyası deyince aklımıza ilk gelen isimlerin hepinizin de hatırlayacağınız o komik jest ve mimikleriyle "savaşlar bitsin, herkes kardeş olsun" diyerek, temsilen canım-cicim, yanındakine sarıldığı sahneleri izlemek dahi bunlara nisbeten daha az sinirlendirdi beni.
Tarafsızlar; barış ve kardeşlik taraftarları... Elinizde tuttuğunuz bu gazetenin ne asil bir duruşa sahip olduğunu bu yazılanları okuyunca bir kere daha hatırlayın.
Sizi temin ederim ki, şahit olduklarınız sizi harekete geçirecek ve bir dürtü hissedeceksiniz.
Kiminiz elinize tesbih alıp milli varlığımızı koruması için Allah'a dua edecek ve esma-i ilahiye sarılacak, kimimiz, dahili ve harici vatan düşmanlarını Allah'a havale edip kalben buğzedecek, kiminiz de benim gibi boynundaki vebalden kurtulmak için kalemi eline alacaktır.
Hiçbiriniz, ama hiçbiriniz, normal bir gazete okur gibi tepki vermeyeceksiniz.
İmam-ı Gazali hazretleri der ki; "İnandığına öyle bir inanacaksın ki, ondan vazgeçmen için nasıl bir delil getirirlerse getirsinler vazgeçmeyeceksin!"
Ve şöyle bir örnek verir: "2x2=4'tür. Sana, 2x2=3'tür deseler ve önünde asayı yılan yapıp delil diye gösterseler yine de inanmazsın. Fakat 2x2=3 olmadığı halde bu isbatı nasıl yaptılar diye hayrete düşersin".
Türk demek şeref demektir, haysiyet demektir; namus, adalet, vakar şecaat demektir.
Buna İmam-ı Gazali'nin tarif ettiği gibi inanırım. Ve bu inancımdan, aksine dair önümde asayı yılan yapsalar yine de vazgeçmem.
Fakat saydığım sıfatların zıddıı kamiliyle muttasıf insanlar nasıl oluyor da Türk (!) olabiliyor, işte buna şaşırıyorum...
Hak, haklı ve haksız ortadayken tarafsız kalmak kişinin insiyatifine bırakılmış bir tercih değil; "zulme rıza zulümdür" prensibi gereği haksızdan yana saf tutmaktır.
Çünkü insan sadece "eğer şahitlik yapmak zorunda kalırsa doğruyu söylemekle" değil, aynı zamanda bildiği gerçekleri açıklamakla da mükelleftir. Bir başka ifadeyle kendisinden şahitlik istenip istenmemesine bakmaksızın önünde zuhur eden her olay karşısında şahitlik yapmak, yani haklıdan yana olmak durumundadır.
"Allah'ın şahitlik ettiği bir gerçeği bilerek gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara 140) Amerika'nın Irak savaşı boyunca Meltem TV ve Yeni Mesaj gazetesi hariç, yazılı ve görsel medyanın sergilediği en ehven-i şer davranış, tarafsız kalmaktır.
Belki de tarafsız kalanlar, sahip oldukları muhafazakâr prestij münasebetiyle gerçek saflarını ifşa edemeyecekleri için tarafsız gözükmeyi tercih ettiler.
Ve ekranlarına yahut gazetelerine sadece vahşeti taşıdılar, vahşilerden hiç bahsetmediler.
Sadece katliamları taşıdılar, katillerden de bahsetmediler.
Ve sadece zulmü taşıdılar, zalimlerden de yine hiç ama hiç bahsetmediler.
Irak'ta, olup biten sanki deprem gibi, sel gibi bir doğal afetmişcesine yalnızca neticeyle ilgilendiler. Ve hatta bir doğal afet olduğunda Allah'a gösterilmeyen rıza ve teslimiyettin, o vahşet ve katliamların faillerine gösterildiğini gördük ve ılımlı müslümanların (!) televizyon ve gazetelerinde: "Amerika bu, herşeyi yapar!" habarlerini gördük.
Onun için magazin dünyası deyince aklımıza ilk gelen isimlerin hepinizin de hatırlayacağınız o komik jest ve mimikleriyle "savaşlar bitsin, herkes kardeş olsun" diyerek, temsilen canım-cicim, yanındakine sarıldığı sahneleri izlemek dahi bunlara nisbeten daha az sinirlendirdi beni.
Tarafsızlar; barış ve kardeşlik taraftarları... Elinizde tuttuğunuz bu gazetenin ne asil bir duruşa sahip olduğunu bu yazılanları okuyunca bir kere daha hatırlayın.
Sizi temin ederim ki, şahit olduklarınız sizi harekete geçirecek ve bir dürtü hissedeceksiniz.
Kiminiz elinize tesbih alıp milli varlığımızı koruması için Allah'a dua edecek ve esma-i ilahiye sarılacak, kimimiz, dahili ve harici vatan düşmanlarını Allah'a havale edip kalben buğzedecek, kiminiz de benim gibi boynundaki vebalden kurtulmak için kalemi eline alacaktır.
Hiçbiriniz, ama hiçbiriniz, normal bir gazete okur gibi tepki vermeyeceksiniz.
İmam-ı Gazali hazretleri der ki; "İnandığına öyle bir inanacaksın ki, ondan vazgeçmen için nasıl bir delil getirirlerse getirsinler vazgeçmeyeceksin!"
Ve şöyle bir örnek verir: "2x2=4'tür. Sana, 2x2=3'tür deseler ve önünde asayı yılan yapıp delil diye gösterseler yine de inanmazsın. Fakat 2x2=3 olmadığı halde bu isbatı nasıl yaptılar diye hayrete düşersin".
Türk demek şeref demektir, haysiyet demektir; namus, adalet, vakar şecaat demektir.
Buna İmam-ı Gazali'nin tarif ettiği gibi inanırım. Ve bu inancımdan, aksine dair önümde asayı yılan yapsalar yine de vazgeçmem.
Fakat saydığım sıfatların zıddıı kamiliyle muttasıf insanlar nasıl oluyor da Türk (!) olabiliyor, işte buna şaşırıyorum...