Kent toprağının ranta dönüştürülmesi doğrultusunda sürüp giden AKP iktidarında rota değişti; baskın seçim yatırımıdır bunun adı. Emekliye ikramiye verilmesi şimdi mi akıllarına geldi desek de, yine olumlu davranış. AKP'nin olumsuz vaadi ise imar affı? Bundan yararlanacak olan fukaranın yaptığı gece-kondular değil, asıl rantı sağlayacak gökten-kondulardır.
İmar mevzuatına aykırı, plansız-programsız, ruhsatsız, çevreyi katleden ne kadar yapı varsa ki, görüntüsü gökdelen, statüsü gece-kondu, tümüne imar affı geliyor.
Benim oturduğum sitenin yanında yüzlerce dairelik bir site var ruhsatsız yapılmış, yani İmar Hukuku açısından gecekondu. Daha nice örnekleri var bunun.
Siyasetin arenası ve vitrini kentlerdir. Siyaset yoğun olarak kentler üzerinden yürütülür. Bu nedenle de siyasetçiler kentleri kendi anlayış ve amaçları doğrultusunda şekillendirmeye yönelirler. Bu, eski çağlardan beri böyle olmuştur.
Siyasal yapı ve toplumsal gelişmeler kentlere yansır; bunların etkileri aradan yüzyıllar geçse bile kentlerin morfolojisinde okunur. Eski Mısır, Eski Yunan, Eski Roma'da olduğu gibi günümüzde de durum böyledir.
Kentlerin fizyonomisini toplumlar belirler. Ünlü İngiliz siyaset adamı W. Churchill'in "Biz binalarımızı biçimlendiririz, sonra da onlar bizi biçimlendirir" sözünü kentler için yaygınlaştırabiliriz; "Biz kentlerimizi biçimlendiririz, sonra da onlar bizi biçimlendirir."
Nüfusun dağılımı, bölgesel ve kentsel yerleşme, üretim, ulaşım kararları; kaynakların, doğal, kültürel ve tarihsel değerlerin, kentsel dokunun korunması ve geliştirilmesi? Tüm bunlar "planlama"ya bağlıdır. Bir adım ötesi ise kentsel tasarım ve mimarlığa yaklaşımdır. Planlama ve iyi tasarım yoksa kentsel gelişme çarpık olur. İyi ya da kötü sonucu, yönetim biçimleri ve iktidarların planlamaya olan inancı ya da inançsızlığı belirler. Bakın bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan itiraf ediyor, İstanbul'a en büyük kötülüğü yaptık? Peki, bunun farkında iseniz, imar affı, şehir için kötülüğü arttırmaz mı?
Bugün ülkemizdeki gelişmeler çoğunlukla plansız, programsız, neo-liberal ekonomi kurallarına uygun şekilde, kent toprağının ranta dönüştürülmesi doğrultusunda sürüp gidiyor. Kent içinde ve çevresinde kalan son yeşil alanlar da yok edilerek yoğun ve yüksek yapılaşmayla en büyük parasal değer elde edilmeye çalışılıyor. Her yerde gökdelenler fışkırıyor. Eski Belediye Başkanlarından Bedrettin Dalan'ın İstanbul'u Hong Kong'a dönüştürme hayali şimdilerde gerçekleşmiştir.
Günümüzde yeni bir olgu gibi sunulan "kentsel dönüşüm", aslında hiç de yeni değil. Kentlerimiz uzun yıllardan beri siyasetin ödünleri ve baskısı, hatta "ben bilirim"ci girişimleriyle yıkılıp dönüştürülmekteydi zaten. Bugün yapılan, aynı anlayışın, daha baskıcı uzantıları olmanın ötesine geçmiyor. Oysa çağdaş demokrasilerde "katılımcı planlama" esastır; yani kenti kentliyle birlikte kurgulayıp geliştirmek.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle de Atatürk döneminde yatırımlar, yeni başkentte yapılması zorunlu devlet yapılarının yanı sıra sağlık, eğitim, kültür yapılarına, halkın ihtiyacına dönük sanayiye ve ulaşım için de demiryollarına yönlendirilmişti. Ülkenin pek çok noktasında açılan halk evlerini ve köy enstitülerini hatırlayabiliriz. Kararlar hep plana dayalıydı.
Günümüzde ise planlama göz ardı ediliyor. Yatırımlar keyfi, noktasal, kişisel kararlarla belirleniyor. Oy getirecek "dini yapılar" ile para getirecek "ticaret ve turizm" yapıları gözde.
Görüldüğü gibi, egemen siyasetin görgü, bilgi ve siyasal anlayışı kentlerin kimliğine, görünümüne yansımakta. İyi ya da kötü şekilde?
İmar mevzuatına aykırı, plansız-programsız, ruhsatsız, çevreyi katleden ne kadar yapı varsa ki, görüntüsü gökdelen, statüsü gece-kondu, tümüne imar affı geliyor.
Benim oturduğum sitenin yanında yüzlerce dairelik bir site var ruhsatsız yapılmış, yani İmar Hukuku açısından gecekondu. Daha nice örnekleri var bunun.
Siyasetin arenası ve vitrini kentlerdir. Siyaset yoğun olarak kentler üzerinden yürütülür. Bu nedenle de siyasetçiler kentleri kendi anlayış ve amaçları doğrultusunda şekillendirmeye yönelirler. Bu, eski çağlardan beri böyle olmuştur.
Siyasal yapı ve toplumsal gelişmeler kentlere yansır; bunların etkileri aradan yüzyıllar geçse bile kentlerin morfolojisinde okunur. Eski Mısır, Eski Yunan, Eski Roma'da olduğu gibi günümüzde de durum böyledir.
Kentlerin fizyonomisini toplumlar belirler. Ünlü İngiliz siyaset adamı W. Churchill'in "Biz binalarımızı biçimlendiririz, sonra da onlar bizi biçimlendirir" sözünü kentler için yaygınlaştırabiliriz; "Biz kentlerimizi biçimlendiririz, sonra da onlar bizi biçimlendirir."
Nüfusun dağılımı, bölgesel ve kentsel yerleşme, üretim, ulaşım kararları; kaynakların, doğal, kültürel ve tarihsel değerlerin, kentsel dokunun korunması ve geliştirilmesi? Tüm bunlar "planlama"ya bağlıdır. Bir adım ötesi ise kentsel tasarım ve mimarlığa yaklaşımdır. Planlama ve iyi tasarım yoksa kentsel gelişme çarpık olur. İyi ya da kötü sonucu, yönetim biçimleri ve iktidarların planlamaya olan inancı ya da inançsızlığı belirler. Bakın bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan itiraf ediyor, İstanbul'a en büyük kötülüğü yaptık? Peki, bunun farkında iseniz, imar affı, şehir için kötülüğü arttırmaz mı?
Bugün ülkemizdeki gelişmeler çoğunlukla plansız, programsız, neo-liberal ekonomi kurallarına uygun şekilde, kent toprağının ranta dönüştürülmesi doğrultusunda sürüp gidiyor. Kent içinde ve çevresinde kalan son yeşil alanlar da yok edilerek yoğun ve yüksek yapılaşmayla en büyük parasal değer elde edilmeye çalışılıyor. Her yerde gökdelenler fışkırıyor. Eski Belediye Başkanlarından Bedrettin Dalan'ın İstanbul'u Hong Kong'a dönüştürme hayali şimdilerde gerçekleşmiştir.
Günümüzde yeni bir olgu gibi sunulan "kentsel dönüşüm", aslında hiç de yeni değil. Kentlerimiz uzun yıllardan beri siyasetin ödünleri ve baskısı, hatta "ben bilirim"ci girişimleriyle yıkılıp dönüştürülmekteydi zaten. Bugün yapılan, aynı anlayışın, daha baskıcı uzantıları olmanın ötesine geçmiyor. Oysa çağdaş demokrasilerde "katılımcı planlama" esastır; yani kenti kentliyle birlikte kurgulayıp geliştirmek.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle de Atatürk döneminde yatırımlar, yeni başkentte yapılması zorunlu devlet yapılarının yanı sıra sağlık, eğitim, kültür yapılarına, halkın ihtiyacına dönük sanayiye ve ulaşım için de demiryollarına yönlendirilmişti. Ülkenin pek çok noktasında açılan halk evlerini ve köy enstitülerini hatırlayabiliriz. Kararlar hep plana dayalıydı.
Günümüzde ise planlama göz ardı ediliyor. Yatırımlar keyfi, noktasal, kişisel kararlarla belirleniyor. Oy getirecek "dini yapılar" ile para getirecek "ticaret ve turizm" yapıları gözde.
Görüldüğü gibi, egemen siyasetin görgü, bilgi ve siyasal anlayışı kentlerin kimliğine, görünümüne yansımakta. İyi ya da kötü şekilde?
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023