"Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale" diyen, "Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal" mısraını Milli Marşına yerleştiren ecdadın torunları istikbale de istiklale de her hangi iki kelime gibi bakamaz.
İstiklalin tehlikeye düştüğü zamanlarda otomatik olarak istikbal de tehlikede demektir.
İstiklalini kaybeden milletler asla geleceğe emin adımlarla yürüyemezler ve gelecek hayalleri kuramazlar.
Milletler ve devletler için oldukça hayati olan bu iki kavramla alakalı söylenen her cümle, atılan her adım, konulan her eylem millet fertlerini elbette tek tek ilgilendirir, dolayısıyla bu konuda duyarlılık en üst seviyeye çıkarılmalı, gözler dört açılmalı, dikkatler pürdikkate yükseltilmelidir.
Söz konusu istiklal ve istikbal ise, aymazlık olmaz, bana necilik olmaz, çamura yatmak olmaz, dünü unutmak gibi bir densizlik asla olmaz.
Değil bu iki kavramın tehlikeye düşmesi, şu ya da bu şekilde, şu yan da bu vesile ile aşındırılması, hafife alınması ve sulandırılması dahi seksen milyonun uykularını kaçırmalı ve rahatsız etmelidir.
Bu gün yapılması gerekeni yapmayarak yarınki nesillerin omuzuna ağır yükler bırakmak, ağır bedel ödemeleri ile karşı karşıya getirmek elbette büyük bir vebaldir.
Ecdadının kahramanlıkları ile övünen torunlar olarak bizler de torunlarımız için iftihar kaynağı olma yolunda azami gayret sarf etmeliyiz.
Şehirlerimizi yaşanabilir şehir olmaktan çıkaracak, ovalarımızı yaylalarımızı ve tarım arazilerimizi ekilip-biçilebilir vasıflarından uzaklaştıracak olan her adımın, her düzenlemenin karşısında nasıl feryad ediyorsak istiklalimize halel getirecek her tutum ve davranış karşısında da tepki koymak, sesimizi yükseltmek boynumuzun borcudur.
Bu borç, hem bu toprakları kanları ile sulayarak vatan yapıp bize emanet eden, "Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda" mısraında ifadesini bulan aziz şühedaya karşı borcumuzdur hem de bizden sonra yine bu topraklarda ay yıldızlı bayrağı dalgalandıracak, "Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/ Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli" arzusunu yerine getirecek olan torunlarımıza karşı borcumuzdur.
Kainatın yaratıcısının kainatın işleyişi ile ilgili koyduğu yasalar nasıl ki zerre kadar sapmadan, sendelemeden işliyorsa toplumsal yasaları da aynen işlemektedir.
Eldeki nimetlere layıkıyla şükür edilirse nimetlerin artırılacağı yoksa elden alınacağı hem tarihi bir gerçek hem de Kur'ani bir hakikattir.
Unutulmasın ki nimetlerin en başta geleni hürriyet yani istiklal nimetidir.
"Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe, Allah onların genel durumunu değiştirmez. Allah bir topluma kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak, bir felaket tattıracağı zaman, onu geri çevirecek yoktur. Zaten o insanların, Allah'tan başka koruyup kollayanları da yoktur." (Ra'd: 11).
"Bu gerçek böyledir. Çünkü Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe, asla değiştirip elinden almaz ve bilin ki, Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir." (Enfal: 53).
"Allah şöyle bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar, Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara yaptıklarından dolayı açlık sıkıntısını ve korkuyu tattırdı." (Nahl: 112).
İstiklalin tehlikeye düştüğü zamanlarda otomatik olarak istikbal de tehlikede demektir.
İstiklalini kaybeden milletler asla geleceğe emin adımlarla yürüyemezler ve gelecek hayalleri kuramazlar.
Milletler ve devletler için oldukça hayati olan bu iki kavramla alakalı söylenen her cümle, atılan her adım, konulan her eylem millet fertlerini elbette tek tek ilgilendirir, dolayısıyla bu konuda duyarlılık en üst seviyeye çıkarılmalı, gözler dört açılmalı, dikkatler pürdikkate yükseltilmelidir.
Söz konusu istiklal ve istikbal ise, aymazlık olmaz, bana necilik olmaz, çamura yatmak olmaz, dünü unutmak gibi bir densizlik asla olmaz.
Değil bu iki kavramın tehlikeye düşmesi, şu ya da bu şekilde, şu yan da bu vesile ile aşındırılması, hafife alınması ve sulandırılması dahi seksen milyonun uykularını kaçırmalı ve rahatsız etmelidir.
Bu gün yapılması gerekeni yapmayarak yarınki nesillerin omuzuna ağır yükler bırakmak, ağır bedel ödemeleri ile karşı karşıya getirmek elbette büyük bir vebaldir.
Ecdadının kahramanlıkları ile övünen torunlar olarak bizler de torunlarımız için iftihar kaynağı olma yolunda azami gayret sarf etmeliyiz.
Şehirlerimizi yaşanabilir şehir olmaktan çıkaracak, ovalarımızı yaylalarımızı ve tarım arazilerimizi ekilip-biçilebilir vasıflarından uzaklaştıracak olan her adımın, her düzenlemenin karşısında nasıl feryad ediyorsak istiklalimize halel getirecek her tutum ve davranış karşısında da tepki koymak, sesimizi yükseltmek boynumuzun borcudur.
Bu borç, hem bu toprakları kanları ile sulayarak vatan yapıp bize emanet eden, "Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda" mısraında ifadesini bulan aziz şühedaya karşı borcumuzdur hem de bizden sonra yine bu topraklarda ay yıldızlı bayrağı dalgalandıracak, "Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/ Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli" arzusunu yerine getirecek olan torunlarımıza karşı borcumuzdur.
Kainatın yaratıcısının kainatın işleyişi ile ilgili koyduğu yasalar nasıl ki zerre kadar sapmadan, sendelemeden işliyorsa toplumsal yasaları da aynen işlemektedir.
Eldeki nimetlere layıkıyla şükür edilirse nimetlerin artırılacağı yoksa elden alınacağı hem tarihi bir gerçek hem de Kur'ani bir hakikattir.
Unutulmasın ki nimetlerin en başta geleni hürriyet yani istiklal nimetidir.
"Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe, Allah onların genel durumunu değiştirmez. Allah bir topluma kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak, bir felaket tattıracağı zaman, onu geri çevirecek yoktur. Zaten o insanların, Allah'tan başka koruyup kollayanları da yoktur." (Ra'd: 11).
"Bu gerçek böyledir. Çünkü Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe, asla değiştirip elinden almaz ve bilin ki, Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir." (Enfal: 53).
"Allah şöyle bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar, Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara yaptıklarından dolayı açlık sıkıntısını ve korkuyu tattırdı." (Nahl: 112).
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024