Son 10 yılda 700 misli artan çocuk istismarı, geçtiğimiz Salı günkü grup toplantılarında AKP, CHP ve MHP liderlerinin gündemindeydi.
Kılıçdaroğlu, en ağır cezaların verdirileceğini söylerken, Bahçeli işi idam cezasına kadar götürdü. Erdoğan da cezaların caydırıcı olmasını dile getirirken önemli bir noktaya da değindi ve bugüne kadar zinanın suç olmaması konusunda hatalı olduklarını itiraf etti.
AKP iktidara geldiğinde zina serbestliğini kucaklarında buldular. Zira Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) zina suçu kadın için ayrı, erkek için ayrı tanımlanıyordu; kadının bu eylemi bir kere yapması suç oluştururken, erkek için bir kere yetmiyor birden fazla bu eylemde bulunması aranıyordu. Anayasa Mahkemesi bu eşitsizliği gidermek için TCK'daki zina suçunu düzenleyen hükümleri iptal etti ve eşitlikçi bir düzen getirilmesi, yani hem kadın hem de erkek için eşit koşullarda yasal düzenleme yapılması için Yasama Organı'na (TBMM) yol gösterdi. Kadın için bir kere bunu yapması suç ise erkek için de bir kere bu eylemin yapılması suç olmalıydı.
Ne çare ki, bugüne kadar AKP Meclis çoğunluğuna sahip olmasına rağmen, zinayı suç kabul edecek yasal düzenlemeyi yapmadı.
Çocuk istismarına dönelim; Adalet Bakanı bu suçu işleyenleri hadım edelim dedi. Demesine dedi de AKP'nin eski bakanlarından biri bu suçun hem de seri şekilde işlendiği Ensar Vakfındaki olay için, bir kereden bir şey olmaz, yorumunu nereye koyacağız?
Bunun için de hata ettiklerini söyleyebilirler. Anhası minhası iş hadım etmeye kadar geldi dayandı.
Şu hadım etme işini hukuka yatıralım;
Hadım etme ki, literatürdeki adı "kastrasyon" dur. 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'la Türk Hukuk sistemine girmiştir. Bu yasaya göre kastrasyon, tıbbi zorunluluk halinde, ancak tedavi amaçlı yapılabilmektedir.
Nüfus planlaması alanında ya da cinsiyet değişikliği sorunları nedeniyle tartışılan bir konu iken bugün kastrasyon, çok daha farklı bir alanda "çocuklara karşı cinsel suç işleyen kişilere bir ceza olarak, uygulanıp uygulanmaması" ile gündeme gelmiştir.
Önce kastrasyonun ne olup olmadığını tespit edelim ki, hukuktaki izdüşümünü yakalayabilelim.
Kastrasyon, kişinin cinsel salgı bezlerinin alınması suretiyle cinsel faaliyette bulunma ve üreme yeteneğinin tamamen sona erdirilmesi amacını taşıyan tıbbi bir müdahaledir. Kastrasyon, kişide cinsel isteği ve cinsel ilişkide bulunma yeteneğini bütünüyle sona erdirmekte ve hatta kişinin cinsiyetine ilişkin belirtilerini de ortadan kaldırmaktadır. Bu "biyolojik kastrasyon"dur.
Hükümetin gündemindeki ise "kimyasal kastrasyon"dur. Bu uygulamada biyolojik kastrasyondan farklı olarak cinsel faaliyette bulunma yeteneği bitmemekte, kişinin cinsel ilişkiye girebilme yeteneği elinden alınmamakta, cinsel aktivitesi ortadan kalkmamakta, ancak kişi şahsi olarak cinsel ilişki başlatamamakta, karşı cins veya çocuk gördüğünde tahrik olmamaktadır.
Ceza hukuku alanında kimyasal kastrasyon uygulamasına, cinsel suç işleyen fail için, uzun yıllar hapis yerine seçimlik bir ceza olarak Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinde rastlanmaktadır. Yani suçlunun seçimlik hakkı vardır, ya hapis yatacaktır ya da hadım edilmeyi isteyecektir.
İnsan hakları ile ilgili belgeler bu konuda ne diyor, ona bakalım;
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 5.maddesi: "Hiç kimse, zalimane, gayrı insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz"; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3.maddesi de: "Hiç kimse işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz" hükmünü getirmiştir.
BM (Birleşmiş Milletler) tarafından kabul edilmiş, 1988 tarihli "Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütünü"nün 6.maddesinde "Herhangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, işkenceye veya zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz" ilkesine yer verilmiştir.
Anayasa'mızın 17.maddesinde de benzer bir düzenleme vardır.
Hukuk sosyolojisi açısından şu değerlendirmeyi yapabiliriz:
Toplum açısından ciddi tehlike oluşturan cinsel suçlulara sadece bastırıcı nitelikte cezaların uygulanması, sorunun ötelenmesi dışında bir anlam taşımamaktadır. Bu kişiler tedavi edilmeli, bu suçlu türü üzerinde kriminolojik (suç bilimi) olarak ciddi çalışmalar yapılmalı ve bu araştırmalar sonucunda cezalar belirlenmelidir.
Kılıçdaroğlu, en ağır cezaların verdirileceğini söylerken, Bahçeli işi idam cezasına kadar götürdü. Erdoğan da cezaların caydırıcı olmasını dile getirirken önemli bir noktaya da değindi ve bugüne kadar zinanın suç olmaması konusunda hatalı olduklarını itiraf etti.
AKP iktidara geldiğinde zina serbestliğini kucaklarında buldular. Zira Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) zina suçu kadın için ayrı, erkek için ayrı tanımlanıyordu; kadının bu eylemi bir kere yapması suç oluştururken, erkek için bir kere yetmiyor birden fazla bu eylemde bulunması aranıyordu. Anayasa Mahkemesi bu eşitsizliği gidermek için TCK'daki zina suçunu düzenleyen hükümleri iptal etti ve eşitlikçi bir düzen getirilmesi, yani hem kadın hem de erkek için eşit koşullarda yasal düzenleme yapılması için Yasama Organı'na (TBMM) yol gösterdi. Kadın için bir kere bunu yapması suç ise erkek için de bir kere bu eylemin yapılması suç olmalıydı.
Ne çare ki, bugüne kadar AKP Meclis çoğunluğuna sahip olmasına rağmen, zinayı suç kabul edecek yasal düzenlemeyi yapmadı.
Çocuk istismarına dönelim; Adalet Bakanı bu suçu işleyenleri hadım edelim dedi. Demesine dedi de AKP'nin eski bakanlarından biri bu suçun hem de seri şekilde işlendiği Ensar Vakfındaki olay için, bir kereden bir şey olmaz, yorumunu nereye koyacağız?
Bunun için de hata ettiklerini söyleyebilirler. Anhası minhası iş hadım etmeye kadar geldi dayandı.
Şu hadım etme işini hukuka yatıralım;
Hadım etme ki, literatürdeki adı "kastrasyon" dur. 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'la Türk Hukuk sistemine girmiştir. Bu yasaya göre kastrasyon, tıbbi zorunluluk halinde, ancak tedavi amaçlı yapılabilmektedir.
Nüfus planlaması alanında ya da cinsiyet değişikliği sorunları nedeniyle tartışılan bir konu iken bugün kastrasyon, çok daha farklı bir alanda "çocuklara karşı cinsel suç işleyen kişilere bir ceza olarak, uygulanıp uygulanmaması" ile gündeme gelmiştir.
Önce kastrasyonun ne olup olmadığını tespit edelim ki, hukuktaki izdüşümünü yakalayabilelim.
Kastrasyon, kişinin cinsel salgı bezlerinin alınması suretiyle cinsel faaliyette bulunma ve üreme yeteneğinin tamamen sona erdirilmesi amacını taşıyan tıbbi bir müdahaledir. Kastrasyon, kişide cinsel isteği ve cinsel ilişkide bulunma yeteneğini bütünüyle sona erdirmekte ve hatta kişinin cinsiyetine ilişkin belirtilerini de ortadan kaldırmaktadır. Bu "biyolojik kastrasyon"dur.
Hükümetin gündemindeki ise "kimyasal kastrasyon"dur. Bu uygulamada biyolojik kastrasyondan farklı olarak cinsel faaliyette bulunma yeteneği bitmemekte, kişinin cinsel ilişkiye girebilme yeteneği elinden alınmamakta, cinsel aktivitesi ortadan kalkmamakta, ancak kişi şahsi olarak cinsel ilişki başlatamamakta, karşı cins veya çocuk gördüğünde tahrik olmamaktadır.
Ceza hukuku alanında kimyasal kastrasyon uygulamasına, cinsel suç işleyen fail için, uzun yıllar hapis yerine seçimlik bir ceza olarak Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinde rastlanmaktadır. Yani suçlunun seçimlik hakkı vardır, ya hapis yatacaktır ya da hadım edilmeyi isteyecektir.
İnsan hakları ile ilgili belgeler bu konuda ne diyor, ona bakalım;
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 5.maddesi: "Hiç kimse, zalimane, gayrı insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz"; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3.maddesi de: "Hiç kimse işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz" hükmünü getirmiştir.
BM (Birleşmiş Milletler) tarafından kabul edilmiş, 1988 tarihli "Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütünü"nün 6.maddesinde "Herhangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, işkenceye veya zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz" ilkesine yer verilmiştir.
Anayasa'mızın 17.maddesinde de benzer bir düzenleme vardır.
Hukuk sosyolojisi açısından şu değerlendirmeyi yapabiliriz:
Toplum açısından ciddi tehlike oluşturan cinsel suçlulara sadece bastırıcı nitelikte cezaların uygulanması, sorunun ötelenmesi dışında bir anlam taşımamaktadır. Bu kişiler tedavi edilmeli, bu suçlu türü üzerinde kriminolojik (suç bilimi) olarak ciddi çalışmalar yapılmalı ve bu araştırmalar sonucunda cezalar belirlenmelidir.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023