Türkiye'nin Afrin operasyonuna tepki AB'den (Avrupa Birliği) geldi. AB Dışilişkiler Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini çok kaygılıymış. Fransa da geri durmadı, konuyu BM (Birleşmiş Milletler) Güvenlik Konseyi'ne taşıdı.
Endişe duymalarının gerekçesi "insani kriz" miş! Türkiye'nin attığı adım sonrası bölgedeki sivillerin haklarının ihlâl edilme ve yapılacak insani yardıma engel teşkil etme ihtimali çok ama çok kaygılandırmış bu arkadaşları.
Peki, ortalığı fışfıklayıp sonrasında demokrasi ve insan hakları bahanesiyle kâh BM kâh NATO kalkanıyla insanlığa karşı suç işleyen, toplumları bölük pörçük eden bunlar değil mi ve bunların hâmisi ABD değil miydi? Bu haltları yerken kimse insani krizden filan bahsetmiyordu.
Milyonlarca insanı yerlerinden yurtlarından edip bunları mülteci olarak sınırlarına dahi yaklaştırmayan, kalın duvarlar ve tel örgülerle tedbir alan, bu insanlara köle muamelesi yapan bunlar değil miydi?
Eğri oturup doğru konuşalım; sınır komşumuz Suriye ile sorunumuz yok iken hatalı dış politikalarımız, sınır ve bölge güvenliğini bu hale getirdi. Ve bizi meşru müdafaaya zorladı. Çatışma mühendisi ABD ve hempaları bölgede terör ve çatışmayı tırmandırarak bizi de ateşe attı. Şimdi "kaygılı" vaziyette temaşa etmekteler.
Zararın neresinden dönülse kârdır. Uluslararası hukuk açısından meşru savunma kabul edilen Afrin operasyonumuza dışarıdan müdahale edilmesine meydan vermeden, süratle hedefe ulaşıp geri dönülmelidir.
Gelelim insani krize? Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, "İnsan Hakları" kavramı yeni bir şey değil;
Siyasi bir ilke olarak kavramın kökenlerini, Birleşik Amerika bağımsızlık deklarasyonu ve Büyük Fransız Devrimi bildirgesinden başlatarak, ABD Başkanı Wilson'un Birinci Dünya Savaşı ertesinde Kongre'de açıkladığı "14 İlke" sine, Cemiyet-i Akvam ilkelerine; BM'nin San Fransisco çağrısına, Avrupa Konseyi Tüzüğü'ne, 1975 Helsinki Sözleşmesi'ne ve 1990 AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) Şartı'na kadar uzatmak gerekiyor.
Bugüne kadar gördüğümüz; İnsan Hakları siyasetinde Batı'nın çifte standart uyguladığıdır.
1789 Fransız İhtilâli sonrasında "Hürriyet-Müsavat-Uhuvvet (özgürlük-eşitlik-kardeşlik)" bildirgesini dağıtan, İstanbul/Galata'daki Fransız Elçiliği mensuplarının bunu insan hakları için yaptığını söylemek fazla iyimserlik olurdu. Amaçlarının ne olduğunu tarih göstermiştir: Osmanlı İmparatorluğu'nu sömürgeleştirmek.
Günümüze baktığımızda Türkiye'yi bölmek için insan hakları arkasına sığınıldığını görüyoruz.
Düşmanlarımıza fırsat vermemek ve aleyhimize propaganda yapmalarını önlemek için, insan hakları siyasetinde doğru yolu izlemek ama sırf siyaseten değil, inanarak hukuk devleti ilkesini ve adalet mekanizmasını hayata geçirmemiz önceliğimiz olmalıdır.
Endişe duymalarının gerekçesi "insani kriz" miş! Türkiye'nin attığı adım sonrası bölgedeki sivillerin haklarının ihlâl edilme ve yapılacak insani yardıma engel teşkil etme ihtimali çok ama çok kaygılandırmış bu arkadaşları.
Peki, ortalığı fışfıklayıp sonrasında demokrasi ve insan hakları bahanesiyle kâh BM kâh NATO kalkanıyla insanlığa karşı suç işleyen, toplumları bölük pörçük eden bunlar değil mi ve bunların hâmisi ABD değil miydi? Bu haltları yerken kimse insani krizden filan bahsetmiyordu.
Milyonlarca insanı yerlerinden yurtlarından edip bunları mülteci olarak sınırlarına dahi yaklaştırmayan, kalın duvarlar ve tel örgülerle tedbir alan, bu insanlara köle muamelesi yapan bunlar değil miydi?
Eğri oturup doğru konuşalım; sınır komşumuz Suriye ile sorunumuz yok iken hatalı dış politikalarımız, sınır ve bölge güvenliğini bu hale getirdi. Ve bizi meşru müdafaaya zorladı. Çatışma mühendisi ABD ve hempaları bölgede terör ve çatışmayı tırmandırarak bizi de ateşe attı. Şimdi "kaygılı" vaziyette temaşa etmekteler.
Zararın neresinden dönülse kârdır. Uluslararası hukuk açısından meşru savunma kabul edilen Afrin operasyonumuza dışarıdan müdahale edilmesine meydan vermeden, süratle hedefe ulaşıp geri dönülmelidir.
Gelelim insani krize? Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, "İnsan Hakları" kavramı yeni bir şey değil;
Siyasi bir ilke olarak kavramın kökenlerini, Birleşik Amerika bağımsızlık deklarasyonu ve Büyük Fransız Devrimi bildirgesinden başlatarak, ABD Başkanı Wilson'un Birinci Dünya Savaşı ertesinde Kongre'de açıkladığı "14 İlke" sine, Cemiyet-i Akvam ilkelerine; BM'nin San Fransisco çağrısına, Avrupa Konseyi Tüzüğü'ne, 1975 Helsinki Sözleşmesi'ne ve 1990 AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) Şartı'na kadar uzatmak gerekiyor.
Bugüne kadar gördüğümüz; İnsan Hakları siyasetinde Batı'nın çifte standart uyguladığıdır.
1789 Fransız İhtilâli sonrasında "Hürriyet-Müsavat-Uhuvvet (özgürlük-eşitlik-kardeşlik)" bildirgesini dağıtan, İstanbul/Galata'daki Fransız Elçiliği mensuplarının bunu insan hakları için yaptığını söylemek fazla iyimserlik olurdu. Amaçlarının ne olduğunu tarih göstermiştir: Osmanlı İmparatorluğu'nu sömürgeleştirmek.
Günümüze baktığımızda Türkiye'yi bölmek için insan hakları arkasına sığınıldığını görüyoruz.
Düşmanlarımıza fırsat vermemek ve aleyhimize propaganda yapmalarını önlemek için, insan hakları siyasetinde doğru yolu izlemek ama sırf siyaseten değil, inanarak hukuk devleti ilkesini ve adalet mekanizmasını hayata geçirmemiz önceliğimiz olmalıdır.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023