Laiklik ilkesinin Anayasa'ya girmesinin 81.yıldönümü nedeniyle İstanbul Barosu Cumhuriyet Araştırmaları Merkezi'nin düzenlediği panelde konuşan değerli tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın din eğitimi konusundaki görüşlerine katılmakla birlikte; "Türkiye'de laikliğin deklarasyonu ve yerleştirilmesi 1928 değil 1924'tür. Yani hilâfetin kesinlikle ilgası?" şeklindeki görüşünü paylaşmıyoruz.
Sayın Ortaylı'nın laikliğin yerleştirilmesi olarak değerlendirdiği Hilâfetin ilgası, laikliğin yerleştirilmesi değil, ilk adımıdır.
Hilâfetin kaldırılması 431 sayılı ve 3 Mart 1924 tarihli kanunla gerçekleşti. Bu kanunun 1.maddesi: "Halife hal edilmiştir. Hilâfet, Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilâfet makamı mülgadır" hükmünü getirmiştir.
Bu kanun, görüldüğü gibi, bir yandan Hilâfeti ilga ederek devrimci adım atarken, diğer yandan da muhafazakâr mantıkla Hilâfetin hükümet ve cumhuriyet kavramında zaten var olduğunu hükme bağlamıştır.
Bundan amaç da, yasanın gerekçesinde belirtildiği gibi devletin tepesinde iki başlılığın önlenmesidir.
Hilâfetin kaldırılması, Sayın Ortaylı'nın dediği gibi laikliğin yerleştirilmesi olsaydı bunun 1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'na (Anayasa'sına) yansıması gerekirdi. Oysa 1924 Anayasası'nın 2.maddesinde: "Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâm'dır" hükmü bulunmaktaydı.
İsmet Paşa ve 120 arkadaşının teklifi ile TBMM, 10 Nisan 1928 tarihli oturumunda Anayasa'nın 2.maddesinin, "Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâm'dır" fıkrası kaldırılmış; 11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanun'la da Anayasa metninden çıkarılmıştır.
Laiklik konusunda önemli bir adım daha atılmıştır. Devletin kimlik belgesi olan anayasada din hanesi boş kalmıştır.
Bu boşluk 9 yıl sürmüş;
Nihayetinde 10 Kânun-u Evvel 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanun'la Türkiye Devleti'nin niteliklerini belirten 1924 Anayasası'nın 2.maddesine "laiklik" sıfatı eklenerek boşluk doldurulmuştur.
Laikliğin bu anayasal düzenleme ile yerleştiğini söyleyebiliriz. Yani 1937'de. 1924 ve 1928 ilk adımlardı.
Günümüzde ise, aradan geçen bunca zamana rağmen laikliğe yüklenen anlamlar kafa karıştırmaya devam ediyor. Özellikle siyasal alanda çok çiğnenen sakız olmuş.
Laiklik sadece din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve inanç özgürlüğü de demektir.
Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlıkla mücadele kapısını açtığı için din simsarlarının husumetini çekmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle nokta koyalım:
"Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar."
Sayın Ortaylı'nın laikliğin yerleştirilmesi olarak değerlendirdiği Hilâfetin ilgası, laikliğin yerleştirilmesi değil, ilk adımıdır.
Hilâfetin kaldırılması 431 sayılı ve 3 Mart 1924 tarihli kanunla gerçekleşti. Bu kanunun 1.maddesi: "Halife hal edilmiştir. Hilâfet, Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilâfet makamı mülgadır" hükmünü getirmiştir.
Bu kanun, görüldüğü gibi, bir yandan Hilâfeti ilga ederek devrimci adım atarken, diğer yandan da muhafazakâr mantıkla Hilâfetin hükümet ve cumhuriyet kavramında zaten var olduğunu hükme bağlamıştır.
Bundan amaç da, yasanın gerekçesinde belirtildiği gibi devletin tepesinde iki başlılığın önlenmesidir.
Hilâfetin kaldırılması, Sayın Ortaylı'nın dediği gibi laikliğin yerleştirilmesi olsaydı bunun 1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'na (Anayasa'sına) yansıması gerekirdi. Oysa 1924 Anayasası'nın 2.maddesinde: "Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâm'dır" hükmü bulunmaktaydı.
İsmet Paşa ve 120 arkadaşının teklifi ile TBMM, 10 Nisan 1928 tarihli oturumunda Anayasa'nın 2.maddesinin, "Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâm'dır" fıkrası kaldırılmış; 11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanun'la da Anayasa metninden çıkarılmıştır.
Laiklik konusunda önemli bir adım daha atılmıştır. Devletin kimlik belgesi olan anayasada din hanesi boş kalmıştır.
Bu boşluk 9 yıl sürmüş;
Nihayetinde 10 Kânun-u Evvel 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanun'la Türkiye Devleti'nin niteliklerini belirten 1924 Anayasası'nın 2.maddesine "laiklik" sıfatı eklenerek boşluk doldurulmuştur.
Laikliğin bu anayasal düzenleme ile yerleştiğini söyleyebiliriz. Yani 1937'de. 1924 ve 1928 ilk adımlardı.
Günümüzde ise, aradan geçen bunca zamana rağmen laikliğe yüklenen anlamlar kafa karıştırmaya devam ediyor. Özellikle siyasal alanda çok çiğnenen sakız olmuş.
Laiklik sadece din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve inanç özgürlüğü de demektir.
Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlıkla mücadele kapısını açtığı için din simsarlarının husumetini çekmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle nokta koyalım:
"Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar."
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023