Hasan Tahsin'in silahından çıkan ilk kurşunla başlayan özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine son noktayı koymak için Bornova, Karşıyaka ve Kadifekale'den İzmir'e giren süvarilerimiz Yunan'ı denize dökerken; Atatürk'ün "Geldikleri gibi giderler" sözünü de ispatlamışlardı. Dile kolay sabrın da bir tahammülü vardı. Tam 3 yıl 3 ay Yunan'ın çizmesi ve gavurluğu altında zulümlerden zulüm beğenerek yaşamıştı İzmirli, Egeli...
Yunan'ın gavurluğu ta ilk günlerde başlamıştı. 13 Haziran 1921 günü, limandaki yabancı gemilerin top ve düdük sesleri arasında, rıhtımı dolduran binlerce Rum'un taşkın gösterileriyle karşılaşan Yunan Kral Konstantin inanılmaz bir küstahlıkla önüne serilen Türk bayrağının üzerinden bir kahraman (!) edasıyla geçip Mustafa Kemal'in kuvvetlerini yok edeceklerini söylüyordu.
Maalesef Yüce Türk Milletinin şerefiyle oynayan Yunanlılar bu küstahlıklarını 9 Eylül sabahı denize dökülerek, aman dileyerek, kaçarak ödüyorlardı. Ve 10 Eylül yeni bir sevinç... Mustafa Kemal Paşa İzmir'de... Bir gün önceki gibi heyecan ve coşku içinde yapılan karşılama sırasında Kemal Paşa, çevresinde toplananların 'Paşam, ahdımız var' diyerek yere serdikleri Yunan bayrağının üzerinden geçmeyi, "Bayrak bir milletin şerefidir" diye reddedecek ve Kral Konstantin gibi, büyük bir milletin şerefi ile oynayanlara unutamayacakları yeni bir ders verecekti.
Ve bugün Yunanistan gerektiği şekliyle dersini almış mıdır? Ve maalesef bazı devlet ricali ve müstemleke medyamızın dostluk teranelerine rağmen, atalarımızın deyişiyle gavur gavurluğunu yapagelmiştir. En son örnek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İzmir Enternasyonel Fuarına katıldığını bilmesine rağmen, son gün Yunanistan'ın bu bahaneyle fuara katılmasını iptal pişkinliği... Sayın Dışişleri Bakanımız Ege sahillerinde Yunan Dışişleri Bakanı ile barış güvercinleri fırlattığı günlerde... Bu gidişle güvercinler hürriyetine kavuşur da, gerisini bilemeyiz.
Neyse 9 Eylül kutlamalarına geri dönüp bayram sevincini bir an için kenara bırakırsak, son zamanların keyif bozan gelişmelerinin etrafımızı bir hayli sarmış durumda olduğunu görürüz. Milletçe kandırılmışlığın aczini yaşamaktayız bugün.
Şükürler olsun ki, moralimizi ayakta tutabilmenin formülünü, yine de bugünkü halimizi 79 sene öncesinin Türkiye'sindeki şartlarla kıyaslamakta buluyoruz. Hasta Adam denilen ve bitirilmek istenen bir milletin nasıl birden bire silkindiğini ve prangalarını birer birer parçalayıp dünya karşısına bütün gücüyle nasıl dikildiğini bilmek, içinde yaşamakta olduğumuz şu sıkıntılı günlerin arkasından, pırıltılı ve parıltılı yarınları getirme kudretinin yine de kendi elimizde bulunduğunu hatırlatıyoruz.
Dün "Bir Türk dünyaya bedeldir" veciziyle yakılan Kuvay-ı Milliye hareketi bugün üstad Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in mangal gibi bir yürek, bükülmeyen bir bilek, karar ve azimlilikle yeniden alevlendirdiği şekliyle gönüllerdedir. Bu yüce milleti tekrar diriltecek, tarih baş sayfasına yerleştirecek ve altın harflerle yazılacak şu cümleler Prof. Dr. Haydar Baş'a ait: "Kafamıza akıl koyalım. Bu milletin ilminin, irfanının zekatı, sadakası Batı dünyasını 50 defa satın alır. Batı bana muhtaçtır."
Adem BİRİNCİ