Sufilerin aşkı "trajik"tir. Hem ayrılığın verdiği ıstırap, hem özlemin verdiği tutku vardır sufilerin aşkında. Aslında hayat da böyle değil mi? Bilge kral Aliya İzzetbegoviç'in dediği gibi hayat bir trajedir. Hem Celalî isimlerin tecellisi hem de Cemalî isimlerin, aynen hayat gibi. Öyleyse "trajik aşk" hayatı, Celalî ve Cemalî isimlerin tecellisiyle yaşamak değil midir?
Dost Serhat Server'in aşk şiirlerinde işlenen temalardan birisi trajik aşk görünüyor ya da en azından da öyle görüyorum. Belki Fuzuli'deki lahuti eksenin yerinde nasuti bir zemin var, ama olsun Mecnun da Leyla'ya olan aşkıyla dönüşmemiş miydi? Bu bağlamda aşk bir tür ruhal simya değil mi?
Aşk, ruhu gizemiyle ve simyanın dönüştürücü gücüyle nelere kadir olmaz ki? Mantıkçıların "bir şey ne ise odur" ilkesini -o da en temel ilke olan özdeşliktir- de buharlaştırmaz mı? İşe tanık Mevlana, "Aşktan acılar tatlılaşır" diyor, daha ne desin?
VAROLUŞU SORGULAYAN MISRALAR
Serhat Server'in şiirlerinde gözlemlediğim bir başka tema "varoluş bilinci". Modern zamanlarda kim sorgulamıyor ki varoluşu! İşte tam da böyle bir varoluş üzerine güzel bir şiiriyle başbaşa bırakıyoruz sizleri:
"Öylesine bir adamım işte
Denizlere şiir okuyan
Yürürken içinden şarkılar akıp duran.
Öylesine bir adamım
Okyanusta bir adacık
Hüzünlü bir şarkıyla yağan bulut
Uzaklarda bir yıldız
Herkesle beraber
Ama yalnız parıldayan.
Yalnız bir çiceğim kentin kucağında
Nasılsa yol bulmuşum açmaya.
Öyle bir adamım, ümitsiz
Geceleri martılarla çığlık çığlığa ağlayan.
Öyle bir adamım umut dolu
Beşiğinde devinen çocukla
Her gün hayata yeniden yeniden başlayan.
Öyle bir adamım işte
Sevgilinin sessiyle baharlar uyanan
Sözleriyle yüreğini yıkayan
İçinden bir gül çağlayanı akan.
Öyle bir adamım işte
Aşkı doruklarda, çığlık çığlığa yaşayan
Sevdi mi tutkuları her şeyi yakan
Bi bakışla kendini denizlere vuran.
Öylesine bir adamım
Yalnız, garip, kırılgan
Unutulmuş, sevgileri harcanmış
Gizleriyle yaşayan".
Dost şairimize bol ilhamlar dileğiyle...
Ali Rıza Bayzan