Yazıya başlarken size hemen bir soru sorsam ve desem ki; ilk yazıyı kim buldu? Vereceğiniz cevap, tabii ki Sümerler olur. Peki; "Hz. Adem'e kaç suhuf indirildi?" diye sorsam, eminim biraz düşündükten sonra on suhuf yanıtını verirsiniz. Öyleyse hani ilk yazıyı Sümerler bulmuştu?
Yukarıdaki sorular aldığımız eğitimin ne kadar ezbere dayalı ve fikir çilesinden arınmış türden olduğunu bize ima ediyor. Fakat bu durumdan daha elzemi iki ayrı bilgi türünün nasıl çeliştiği noktasında düğümleniyor.
Eğer biz Adem (as)'a Allah'ın bütün isimleri öğrettiğini (Bakara: 31) ve O'na on suhuf indirdiğini, Cebrail (as)'ın kendisine yazı yazmayı öğrettiği için inen sayfaları kendi el yazısıyla yazdığını (Taberi-i Tarih, c. 1, s. 75, İbn Esir-Kamil, c. 1, s. 47), dünyada ilk defa çiftçilik yapan insan olarak örs, çekiç, kerpeten vs. aletleri kullandığını, demirciliğin kendisine öğretildiğini ve demirden yaptığı ilk şeyin bıçak olduğunu (A.g.e, c. 1, s. 63-64) kabul ediyorsak, Sümerler'den önce de sadece yazının değil "bir medeniyet"in var olduğunu anlamış durumdayız demektir. Böylelikle modern bilimin tarihi tasnif ederken kullandığı taş devri, cilalı taş devri, tunç devri vs. gibi bir kabulü de reddetmiş oluruz.
Biz sadece yazıya ilişkin çelişkiyi ortaya koyduğumuzda böyle bir durum ortaya çıkıyorken, "düşünce" açısından durum bundan farklı değildir. Bütün felsefî konuları ya da düşünce tarihini yaygın kaynaklardan öğrenmek isteyenler meseleye eğilince görürler ki; Antikçağ Yunan kültüründen önce düşünen insana pek rastlanmamıştır. Helenistik dönem öncesi insanlık bilim adına büyü ile, sihir ile, bazı dinî faraziyeler ve mitolojik inançlar ile meşguldu. "Oysa ki Sıvanu'l Hikme'de Sicistanî'nin verdiği bilgilere bakılırsa Lokman Hekim, Davud (as)'ın çağdaşıydı. Şam bölgesinde yaşıyordu. Yunanlı Enpedokles ondan hikmeti aldı ve Yunanistan'a dönünce kainatın yaradılışından söz etmeye başladı. Yunanlılar da Lokman Hekim ile sohbetinden dolayı onu hikmetle tasnif ederlerdi. Onlarda hakim olarak nitelenen ilk insan Enpedokles'tir. Sıvanu'l Hikme'de devamla Yunanlılarda ikinci hakim kabul edilen insanın Pisagor olduğu söylenir. Çünkü o da hikmeti Süleyman (a.s)'ın izleyicilerinden almış, geometriyi de Mısırlılardan öğrenip Yunanistan'a getirmişti" (Din-Felsefe/Vahiy-Akıl İlişkisi, Ali Bulaç, s. 55).
Zaten insanlara Allah'ın ayetlerini okuyan, kitap ve hikmeti öğreten, onları maddi ve manevi kirlerden temizleyen (Bakara: 129) 124 bin peygamberin, insanlığın ilim, fikir ve kültür hayatında hiç bir etkisinin olmadığını iddia etmek ancak bir safsatadan ibarettir. Bilakis insanlık gemicilik, demirin kullanımı, dikiş, tıp, matematik, astronomi, hesap, sanat ve edebiyatta olduğu kadar sosyal ve kültürel hayatın her safhasında da peygamberlerin devrim çapında katkıları olmuştur. Buna rağmen Eski Yunan medeniyetinin nübüvvetten gerektiği kadar istifade ettiği iddia edilemez.
Günümüzde var olan halihazırdaki bilginin temeli tarih itibariyle vahye dayalı olduğu halde modern bilimin bir dünya görüşüne, hatta doğmaya dönüşmesi ya da dinden bağımsız bir alan olarak algılanması; Rönesans sonrası seküler Batı insanının Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya yeryüzünü de Sezar'a verme çabasıyla ilintilendirilebilir. Bu noktada bizim bilgiyi değerlendirirken aynı türden bir kabullenmeyle ele alışımız ise, ancak aşağılık kompleksinin zihinlerdeki aksiyle alakalıdır.
Halbuki Âlim olan Allah ise, kayıp olan hikmeti bulup, onu Rabbinin adıyla okuyacaklar da ancak Müslümanlardır. Ve "Allah takva sahibi müminlerin mürebbisidir" (Bakara: 282).
Mehmet Maruf
Yukarıdaki sorular aldığımız eğitimin ne kadar ezbere dayalı ve fikir çilesinden arınmış türden olduğunu bize ima ediyor. Fakat bu durumdan daha elzemi iki ayrı bilgi türünün nasıl çeliştiği noktasında düğümleniyor.
Eğer biz Adem (as)'a Allah'ın bütün isimleri öğrettiğini (Bakara: 31) ve O'na on suhuf indirdiğini, Cebrail (as)'ın kendisine yazı yazmayı öğrettiği için inen sayfaları kendi el yazısıyla yazdığını (Taberi-i Tarih, c. 1, s. 75, İbn Esir-Kamil, c. 1, s. 47), dünyada ilk defa çiftçilik yapan insan olarak örs, çekiç, kerpeten vs. aletleri kullandığını, demirciliğin kendisine öğretildiğini ve demirden yaptığı ilk şeyin bıçak olduğunu (A.g.e, c. 1, s. 63-64) kabul ediyorsak, Sümerler'den önce de sadece yazının değil "bir medeniyet"in var olduğunu anlamış durumdayız demektir. Böylelikle modern bilimin tarihi tasnif ederken kullandığı taş devri, cilalı taş devri, tunç devri vs. gibi bir kabulü de reddetmiş oluruz.
Biz sadece yazıya ilişkin çelişkiyi ortaya koyduğumuzda böyle bir durum ortaya çıkıyorken, "düşünce" açısından durum bundan farklı değildir. Bütün felsefî konuları ya da düşünce tarihini yaygın kaynaklardan öğrenmek isteyenler meseleye eğilince görürler ki; Antikçağ Yunan kültüründen önce düşünen insana pek rastlanmamıştır. Helenistik dönem öncesi insanlık bilim adına büyü ile, sihir ile, bazı dinî faraziyeler ve mitolojik inançlar ile meşguldu. "Oysa ki Sıvanu'l Hikme'de Sicistanî'nin verdiği bilgilere bakılırsa Lokman Hekim, Davud (as)'ın çağdaşıydı. Şam bölgesinde yaşıyordu. Yunanlı Enpedokles ondan hikmeti aldı ve Yunanistan'a dönünce kainatın yaradılışından söz etmeye başladı. Yunanlılar da Lokman Hekim ile sohbetinden dolayı onu hikmetle tasnif ederlerdi. Onlarda hakim olarak nitelenen ilk insan Enpedokles'tir. Sıvanu'l Hikme'de devamla Yunanlılarda ikinci hakim kabul edilen insanın Pisagor olduğu söylenir. Çünkü o da hikmeti Süleyman (a.s)'ın izleyicilerinden almış, geometriyi de Mısırlılardan öğrenip Yunanistan'a getirmişti" (Din-Felsefe/Vahiy-Akıl İlişkisi, Ali Bulaç, s. 55).
Zaten insanlara Allah'ın ayetlerini okuyan, kitap ve hikmeti öğreten, onları maddi ve manevi kirlerden temizleyen (Bakara: 129) 124 bin peygamberin, insanlığın ilim, fikir ve kültür hayatında hiç bir etkisinin olmadığını iddia etmek ancak bir safsatadan ibarettir. Bilakis insanlık gemicilik, demirin kullanımı, dikiş, tıp, matematik, astronomi, hesap, sanat ve edebiyatta olduğu kadar sosyal ve kültürel hayatın her safhasında da peygamberlerin devrim çapında katkıları olmuştur. Buna rağmen Eski Yunan medeniyetinin nübüvvetten gerektiği kadar istifade ettiği iddia edilemez.
Günümüzde var olan halihazırdaki bilginin temeli tarih itibariyle vahye dayalı olduğu halde modern bilimin bir dünya görüşüne, hatta doğmaya dönüşmesi ya da dinden bağımsız bir alan olarak algılanması; Rönesans sonrası seküler Batı insanının Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya yeryüzünü de Sezar'a verme çabasıyla ilintilendirilebilir. Bu noktada bizim bilgiyi değerlendirirken aynı türden bir kabullenmeyle ele alışımız ise, ancak aşağılık kompleksinin zihinlerdeki aksiyle alakalıdır.
Halbuki Âlim olan Allah ise, kayıp olan hikmeti bulup, onu Rabbinin adıyla okuyacaklar da ancak Müslümanlardır. Ve "Allah takva sahibi müminlerin mürebbisidir" (Bakara: 282).
Mehmet Maruf