Tarih ve Düşünce dergisi her ay çok ilginç konularla okuyucusunun karşısına çıkıyor. Bu ayki sayısında 'Maziden İnciler' bölümünde Ahmet Sarbay tuvaletin tarihini kaleme almış ve ortaya gerçekten çok ilginç tespitler çıkmış. Özellikle bugün deli divane gibi peşine takıldığımız Batı'nın tuvaletle ilgili hikayesi gerçekten ibretlik. Sözü fazla uzatmadan yazıdan bazı alıntılarla sizleri başbaşa bırakalım:
"Şuur altı sloganı ile her konuda akıl fikir yürüten Sigmund Freud der ki; "Atalarımız, milyonlarca yıl önce 'dört ayak' üstünde dolaşıyorlardı. Büyük ve küçük ihtiyaçlarını aynen hayvanlar gibi, durdukları yerde yapıyorlar, birbirlerinin pis kokularını çok yakından da koklamak zorunda kalıyorlardı. Günün birinde bu kokuya dayanamaz. Ne yapayım da bu pis vaziyetten kurtulayım diye düşünürken, aklına iki ayak üzerinde yürümek geldi."
Bu satırları, ünlü psikanalizciye bir iftira olarak görmeyin. Onun yalancısıyım... Onun ataları burunlarını pislikten bu şekilde kurtarmış olabilir. Ama yapılan arkeolojik araştırmalar insanın, en büyük ihtiyacını yine insanca giderdiğini göstermektedir. "Tuvalet" kavramı, insanlak tarihi kadar eskidir. Zira hem kişi, hem toplum sağlığı açısından tuvaletler son derece önemlidir.
Tuvaletin tarihi
Batı insanının ifrat ve tefrit arasında bocalayıp bir türlü orta yolu tutturamaması def-i hacet konusunda da görülür. Eski Yunan Medeniyetinin burnu pis kokudan kurtulmazken, Eski Roma işi fazla abartmış. Roma uygarlığında tuvalet birer toplumsal kurumdu. Bir tür meclis görevi yaparlardı. Şehrin ileri gelenleri, tüccarları 30-40 kişilik umumi tuvaletlerde yüzyüze oturarak hem ihtiyaçlarını giderir, hem de kentin yüksek menfaatlerini tartışır, iş ilişkileri kurarlardı... Günümüzde böyle bir mekanı dünya gözüyle görmek isteyen varsa, bir koşu Efes harabelerine gidebilir. (Adrian Kitaplığını arkana alacaksın, sağdaki rampayı biraz çıkınca solda..."
Pisliğe batan Avrupa
Tarihçiler, bir "mekan" olarak tuvaletin, Doğudan Batıya geçtiğinde hemfikirler. Fakat bu geçiş yüzyıllar sürmüş. Ortaçağ Avrupasında görülen salgın hastalıkların baş sebeplerinden biri de buymuş...
Elhak doğrudur. Zira "her türlü pislik" sokaklara dökülürmüş. Mesela 1388 yılında İngiltere Kralı II. Richard göl ve derelere def-i hacet yapılmasını yasaklar. Ancak nereye yapılacağını söylemeyi unutur. Zavallı halk ne yapsın? Çözümü sokakta arar. Evinde ürettiği her türlü pisliği; büyük, küçük ne varsa sokak camından aşağı salar. Bu iş o kadar azıtılmış ki, mesela Edinburgh'da gece sokağa çıkma gafletinde bulunan birisi, başına bir oturağın boşaltılmasını önlemek için sürekli olarak "heed your handle" (elindekine dikkat et) diye bağırmak zorunda kalırdı.
Fransa pek mi iyi durumdaydı sanki? "Güneş Kral" denen XIV. Lous'nin Paris'inde de her çeşit kirli su gece gündüz demeden pencereden sokağa, bahçeye boşaltılırdı. Ancak Fransızlar, İngilizler gibi kaba değillerdi. Eline lazımlığı alan pencereyi açar ve aşağıdakini cinsine göre cümle başına bir mösyö, matmazel veya madam ekleyerek "gare a l'eau" (suya dikkat!) diye bağırıp boşaltıverirdi.
İtibarın böylesi
XIV. Louis''den bir Louis fazla olarak dünyaya gelen XV. Louis ise, işin zevkini çıkartanlardanmış. Saray erkanını kabul ettiği zaman, taht biçimindeki süslü, yüksek oturaklı koltuğunda oturur, huzurdakilerin iltifatlarını kabul ettiği sırada da hiç çekinmeden gereğini yaparmış. Özel koltuğun arkasındaki odadan oturağı değiştirmek, ekselanslarının alt katlarına ulaşıp silme imkanı bile varmış. Bu görev ise uşaklara değil, ancak kralın sevdiği saray erkanının bazılarına, büyük bir lütuf olarak verilirmiş. İtibara bak!..
Medeniyet yarışında Almanya'yı atlarsak ayıp olur. 1483'de İmparator II. Frederik Almanyasında, ekselansları Reutlungen şehrini ziyaret etme gafletinde bulunurlar. Kır atıyla halkı selamlarken sokaktaki pisliğin içine batmaktan zor kurtulur.
İdrarın vergilendirilmesi (aman kimse duymasın), bir jimnastik öğretmeninin verdiği teşaşür dersi Avrupa'da XX. yüzyıl başlarına kadar vaka-i adiyedendi.
Tuvalette Rönesans
Batıda temizliğin ve tuvaletin öneminin anlaşılması çok yenidir. Binalar yükseldikçe tuvalet problemi yine dert olduğundan, oturup kafa yorarlar. Neticede, "sifon"un apartmanlara bir temizlik aracı olarak girmesi ile su tesisatçılığı başlar. Avrupa şehirlerinde modern su tesisatları, muslukçuluk ve kanalizasyon sistemi ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru kurulur.
Japonlar bu konuda teknolojinin verdiği gazla daha da ileri giderler. Oturan kişinin tansiyonunu ölçen, idrarını muayene eden, derecesini ölçen ve ağırlığını söyleyen klozetler imal ederler.
Son söz
Nereden nereye... Turistlerin ataları tuvalet bilmezken, bu ülke insanlarının ataları, insani ihtiyaçlarını yine insani yollardan gideriyorlardı. Başta İstanbul olmak üzere, şehirlerimizin temizliği dillere destandı. Batılı seyyahlar hatıralarında, hamamların yanı sıra camilerde mükemmel hizmet veren umumi tuvaletlerin bulunduğunu hayranlıkla nakletmektedirler. Osmanlı döneminde umumi tuvalet dendi mi, şırıl şırıl akan sularla, her daim pırıl pırıl mekanlar akla gelirdi. Şimdilerde ise "büyük 500 küçük 250" yazılı iğreti levhalarla, "Tosun"un edebiyata yaptığı katkılar geliyor gözümüzün önüne..."
"Şuur altı sloganı ile her konuda akıl fikir yürüten Sigmund Freud der ki; "Atalarımız, milyonlarca yıl önce 'dört ayak' üstünde dolaşıyorlardı. Büyük ve küçük ihtiyaçlarını aynen hayvanlar gibi, durdukları yerde yapıyorlar, birbirlerinin pis kokularını çok yakından da koklamak zorunda kalıyorlardı. Günün birinde bu kokuya dayanamaz. Ne yapayım da bu pis vaziyetten kurtulayım diye düşünürken, aklına iki ayak üzerinde yürümek geldi."
Bu satırları, ünlü psikanalizciye bir iftira olarak görmeyin. Onun yalancısıyım... Onun ataları burunlarını pislikten bu şekilde kurtarmış olabilir. Ama yapılan arkeolojik araştırmalar insanın, en büyük ihtiyacını yine insanca giderdiğini göstermektedir. "Tuvalet" kavramı, insanlak tarihi kadar eskidir. Zira hem kişi, hem toplum sağlığı açısından tuvaletler son derece önemlidir.
Tuvaletin tarihi
Batı insanının ifrat ve tefrit arasında bocalayıp bir türlü orta yolu tutturamaması def-i hacet konusunda da görülür. Eski Yunan Medeniyetinin burnu pis kokudan kurtulmazken, Eski Roma işi fazla abartmış. Roma uygarlığında tuvalet birer toplumsal kurumdu. Bir tür meclis görevi yaparlardı. Şehrin ileri gelenleri, tüccarları 30-40 kişilik umumi tuvaletlerde yüzyüze oturarak hem ihtiyaçlarını giderir, hem de kentin yüksek menfaatlerini tartışır, iş ilişkileri kurarlardı... Günümüzde böyle bir mekanı dünya gözüyle görmek isteyen varsa, bir koşu Efes harabelerine gidebilir. (Adrian Kitaplığını arkana alacaksın, sağdaki rampayı biraz çıkınca solda..."
Pisliğe batan Avrupa
Tarihçiler, bir "mekan" olarak tuvaletin, Doğudan Batıya geçtiğinde hemfikirler. Fakat bu geçiş yüzyıllar sürmüş. Ortaçağ Avrupasında görülen salgın hastalıkların baş sebeplerinden biri de buymuş...
Elhak doğrudur. Zira "her türlü pislik" sokaklara dökülürmüş. Mesela 1388 yılında İngiltere Kralı II. Richard göl ve derelere def-i hacet yapılmasını yasaklar. Ancak nereye yapılacağını söylemeyi unutur. Zavallı halk ne yapsın? Çözümü sokakta arar. Evinde ürettiği her türlü pisliği; büyük, küçük ne varsa sokak camından aşağı salar. Bu iş o kadar azıtılmış ki, mesela Edinburgh'da gece sokağa çıkma gafletinde bulunan birisi, başına bir oturağın boşaltılmasını önlemek için sürekli olarak "heed your handle" (elindekine dikkat et) diye bağırmak zorunda kalırdı.
Fransa pek mi iyi durumdaydı sanki? "Güneş Kral" denen XIV. Lous'nin Paris'inde de her çeşit kirli su gece gündüz demeden pencereden sokağa, bahçeye boşaltılırdı. Ancak Fransızlar, İngilizler gibi kaba değillerdi. Eline lazımlığı alan pencereyi açar ve aşağıdakini cinsine göre cümle başına bir mösyö, matmazel veya madam ekleyerek "gare a l'eau" (suya dikkat!) diye bağırıp boşaltıverirdi.
İtibarın böylesi
XIV. Louis''den bir Louis fazla olarak dünyaya gelen XV. Louis ise, işin zevkini çıkartanlardanmış. Saray erkanını kabul ettiği zaman, taht biçimindeki süslü, yüksek oturaklı koltuğunda oturur, huzurdakilerin iltifatlarını kabul ettiği sırada da hiç çekinmeden gereğini yaparmış. Özel koltuğun arkasındaki odadan oturağı değiştirmek, ekselanslarının alt katlarına ulaşıp silme imkanı bile varmış. Bu görev ise uşaklara değil, ancak kralın sevdiği saray erkanının bazılarına, büyük bir lütuf olarak verilirmiş. İtibara bak!..
Medeniyet yarışında Almanya'yı atlarsak ayıp olur. 1483'de İmparator II. Frederik Almanyasında, ekselansları Reutlungen şehrini ziyaret etme gafletinde bulunurlar. Kır atıyla halkı selamlarken sokaktaki pisliğin içine batmaktan zor kurtulur.
İdrarın vergilendirilmesi (aman kimse duymasın), bir jimnastik öğretmeninin verdiği teşaşür dersi Avrupa'da XX. yüzyıl başlarına kadar vaka-i adiyedendi.
Tuvalette Rönesans
Batıda temizliğin ve tuvaletin öneminin anlaşılması çok yenidir. Binalar yükseldikçe tuvalet problemi yine dert olduğundan, oturup kafa yorarlar. Neticede, "sifon"un apartmanlara bir temizlik aracı olarak girmesi ile su tesisatçılığı başlar. Avrupa şehirlerinde modern su tesisatları, muslukçuluk ve kanalizasyon sistemi ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru kurulur.
Japonlar bu konuda teknolojinin verdiği gazla daha da ileri giderler. Oturan kişinin tansiyonunu ölçen, idrarını muayene eden, derecesini ölçen ve ağırlığını söyleyen klozetler imal ederler.
Son söz
Nereden nereye... Turistlerin ataları tuvalet bilmezken, bu ülke insanlarının ataları, insani ihtiyaçlarını yine insani yollardan gideriyorlardı. Başta İstanbul olmak üzere, şehirlerimizin temizliği dillere destandı. Batılı seyyahlar hatıralarında, hamamların yanı sıra camilerde mükemmel hizmet veren umumi tuvaletlerin bulunduğunu hayranlıkla nakletmektedirler. Osmanlı döneminde umumi tuvalet dendi mi, şırıl şırıl akan sularla, her daim pırıl pırıl mekanlar akla gelirdi. Şimdilerde ise "büyük 500 küçük 250" yazılı iğreti levhalarla, "Tosun"un edebiyata yaptığı katkılar geliyor gözümüzün önüne..."