Sahi o zamanlar ölüm diye bir şey var mıydı aklımızda? Nermin Teyze uzun gecelerde masallar anlatırken ölüm, bir mezarın taşındaki yazıydı sadece...
O yıldızlı gecelerde kocaman tepelerde büyük deve kervanları yürürdü. Oysa şimdi ölüm bize ne kadar da yakın... Ebedi bir mutluluk isterseniz siz de ölümü çokça anın, çünkü bize yargılanacağımızı hatırlatır. Herkesin hayatı bir masal gibi değil mi? Kaybedilenler, üzüntüler ve acılar hayatı hayat yapan kilometre taşları değil mi? Kimimiz gözlerimizle ağladık, kimimiz sırrımızla, sanki bir dibek taşında dövüldük, havada savrulduk, hüzün olduk, yağmur olduk, derelerden aktık, denizlere vardık. Bizi biz yapan değerlere sahip olmak için epeyce çilelerden geçtik, gözyaşı döktük. Çünkü pişmemiz gerekiyor, hayatın bize vereceği mutluluğu haketmek için. Olgun başaklar nasıl boynunu eğerse, bizim de Hak'tan razı olmamız gerekli. Şimdi biz yaşadığımız acılar için "gereksizdi" diyebilir miyiz? O acılar bizim karakterimizi kazanmamızda hangi önemli rolleri oynamıştır inkar edebilir miyiz? Siz hiç zorluk görmeden güzel şeylerin kazanılabileceğine inanabilir misiniz?
İnsan insan olduğundan beri çileler içinde kavrulup durmuştur. Belki de Yaradan'ını gereğince düşünüp hatırlayamadığı için. İnsan acı çektiği zaman "Allah" der, ki Allah (cc) da unutulmamayı ister. Muhterem hocamız Prof. Dr. Haydar Baş 'İslam'da Zikir' adlı eserinde der ki; "İnsanın huzur ve sükuna erebilmesi ancak vücudun kontrol mekanizması durumunda olan kalbin mutmain olabilmesi ile mümkündür. Takdir-i İlahinin bir gereği olarak kalpler de ancak Allah'ı zikirle mutmain olur. Bu gerçek hem aklen, hem naklen ve hem de tecrübi müşahade ile sabittir." "Haberiniz olsun ki; kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzur ve sükun bulur" (Ra'd 28). Ve yine der ki "Resul-i Ekremi ve O'nun şahsında yücelen bir takım ahlaki faziletleri anlayıp idrak edebilmek ancak zikir ehline has bir iştir". Biz de huzur bulmak ve Resul-i Ekremi (SAV) layıkıyla anlamak istiyorsak "aslolan zikrullahtır" diyebilmeliyiz.