Uzmanlar Türkiye'yi uyarıyorTürkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Deniz suyu seviyesinin biraz yükseldiğini, turizmin can damarı Antalya sahillerinin, hem de kalıcı olarak su altında kaldığını düşünün. Düşünün ki denizin içine yapılan Karadeniz Otoyolu kullanılamaz, 10 milyarlarca dolar yatırdığımız GAP planlanan bir çok fonksiyonunu icra edemez hale geldi. Çokça bel bağladığımız hidroelektrik santrallerinde elektrik üretimi aksar, Van Gölü'nde su taşımacılığı zorlaşır oldu. Suriye'ye, Irak'a, Dicle ve Fırat'tan bırakmayı taahhüt ettiğimiz suyu vermemizin mümkün olmadığı bir duruma geldiğimizi, sonuçları ile birlikte düşünün. Buna bir de İsrail ile Manavgat suyu konusunda yaptığımız anlaşma ile girdiğimiz yükümlülüğü yerine getirememenin doğuracağı sonuçları da ekleyin. Ayrıca, sırf güneş için en çok turist gelen ülkelerden, Almanya'dan, İngiltere'den ihtiyaç kalmadığı için artık daha turist gelmemesi ile müthiş bir kuraklığın kapımızı çalması üzerine yoğun bir göç hareketine maruz kalmayı da unutmayın.
"Düşünün" dediğimiz bütün bu gelişmeler bir senaryo değil, takriben 27 yıl sonra, 2030 yılında kapımızı çalacak gerçekler hanesinde yer alıyor. Bu gerçeğin belirtileri ise Ağrı, Nemrut, Erciyes, Süphan gibi dağlarda kar ve buzulların daha tepelere çekilmesi, Hint Okyanusu menşeli balıkların Akdeniz'de de görülmeye başlaması, narin bazı kuş türlerinin ortadan kaybolması, özellikle gece sıcaklıklarının hissedilir derecede yükselmesi şeklinde kapımızı çalmış bulunuyor. Halkımız meseleye "2030 yılına kim öle kim kala" mantığıyla yaklaşadurur, etkili ve yetkililer dünyanın en büyük afeti kuraklığı, afetten bile saymayacak, günü kurtaracak bir mesai takvimine kendilerini kilitlerken, uzmanlar, 31 tabii afetten 28'inin müsebbibi olan meteorolojik olaylardan "Küresel İklim Değişiklikleri"nin semptomlarından biri "Küresel ısınma" konusunda uyarıda bulunuyorlar. Bu uyarıyı yapanlardan bir bilimadamı, İ.T.Ü. Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile "Küresel Isınma"yı ve özellikle Türkiye'yi etkileyecek sonuçlarını konuştuk.
- Sayın Mikdat Kadıoğlu, sizinle, iklim değişikliğinin semptomlarından biri olarak telakki ettiğiniz "küresel ısınma"yı konuşacağız. Dünya, küresel ısınma olgusu, problemi ile ilk defa ciddi bir şekilde ne zaman tanıştı?
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu- 1980'lerden sonra ortaya çıktı. 1980 öncesinde nükleer kış konuşuluyordu. Eğer bir nükleer savaş olursa nasıl bir buzul çağına girileceği konuşuluyordu. Buzulların erimesinin gözlemlenmesi üzerine de birdenbire insanlar küresel ısınmayı konuşmaya başladılar. Bazı bilim adamları bunun insan kaynaklı olduğunu, bazı bilim adamları ise normal tabii bir ısınma olduğunu iddia etti. 10 yıl, "bu ısınma insan kaynaklı mı, yoksa doğal bir ısınma mı?" tartışması ile geçti. Bu 10 yıldan sonra ortaya çıkan bulgular, şu anda yaşanan ısınmanın doğal bir ısınma olmadığını, insan kaynaklı olduğunu, belli başlı kaynağın da fosil yakıtlar olduğunu net bir şekilde ortaya koydu.
- Bu ısınma yüzde yüz denilecek şekilde mi insan kaynaklı, yoksa, yardımcı faktörler de var mı?
Kadıoğlu- Doğal olarak çok az bir ısınma olabiliyor. Ama insan kaynağı işin içine girdiğinde bugünkü probleme ulaşıyorsunuz. Son 100 yılda 0.6 derecelik bir ısınma var ki dünyanın ortalama hava sıcaklığı 15 derecedir.
Dünya 18 bin yıl önce bir buzul çağı yaşamış, 18 bin yılda buzul çağından çıkmak için 5 derece ısınmıştı. Şimdi ise biz neredeyse 100 yılda 1 dereceden bahsediyoruz. 18 bin yılda 5 derece, 100 yılda 1 derece; bu, aslında büyük bir ısınma demektir. Bir de bu ısınma artarak devam edecek.
Küresel ısınmanın net işaretleri
- Bir bilimadamı gözü ile bakıldığında, küresel ısınma, tam mânâsıyla dünyanın kapısını çalmış durumda mı? Sonuçlarıyla birlikte, etkileyici, hissettirici biçimde "artık ben geldim" dedi mi? Yoksa daha zamanımız var mı?
Kadıoğlu- Aslında dedi. Kayıtlara bakıyoruz. Son 1400 yılın en sıcak yazlarını yaşıyoruz. "Bunun nedeni ne?" diye baktığımız zaman doğal bir nedeni yok. Ortalıkta bir tek sera gazlarının artması var. Ağaçların yaş halkalarında, son yıllarda çok büyük genişlemeler var. Türkiye'deki Süphan, Nemrut gibi dağların tepelerindeki buzullarda çok büyük azalmalar var. Hint Okyanusu'ndan tropikal balıkların kalkıp Antalya'ya geldiğini görüyorsunuz. Bu balıklar eskiden bu suda yaşayamazdı. Şimdi yaşıyorsa, demek ki bu su, o balıkların yaşayacağı şartlara ulaşmış. Hint Okyanusu'ndaki tropikal sular kadar ısınmış. Eskiden burada büyüyen bir cins ağaç, bakıyorsunuz ki daha kuzeyde büyümeye başlamış. Güneyde o ağaç için müsait şartlar şimdi kuzeyde de müsait hale gelmiş. Ağaçların göç ettiğini görüyorsunuz. Bitkilerde, ağaçlarda, kuzeye doğru bir kayma var. Balıklarda var, kuşlarda var. Bütün bunlar bize bir ısınmanın çok net işaretlerini veriyor.
Antarktika gibi yerlerde dağ gibi buzullar eriyor. 30-50 sene önce çekilmiş buzulların resimleri ile şimdikinin resimlerini karşılaştırıyorsunuz ortada korkunç farklar var. Alpler'de eskiden buzlar içinde ölmüş, kalmış, asırlardır buzullar içinde saklanmış avcı cesetlerinin erime ile ortaya çıktığını görüyorsunuz. Denizin kıyılarında yaşayan penguenler içeri doğru göç ediyor. Penguenlerin yaşadığı yerler bile onlar için sıcak hale gelmiş. Bütün bunlar ısınmayı gösteren işaretler.
Yarın: Mısır diye bir ülke kalmayacak
Kamil BAYRAKTAR
e-mail: editor@yenimesaj.com.tr
"Düşünün" dediğimiz bütün bu gelişmeler bir senaryo değil, takriben 27 yıl sonra, 2030 yılında kapımızı çalacak gerçekler hanesinde yer alıyor. Bu gerçeğin belirtileri ise Ağrı, Nemrut, Erciyes, Süphan gibi dağlarda kar ve buzulların daha tepelere çekilmesi, Hint Okyanusu menşeli balıkların Akdeniz'de de görülmeye başlaması, narin bazı kuş türlerinin ortadan kaybolması, özellikle gece sıcaklıklarının hissedilir derecede yükselmesi şeklinde kapımızı çalmış bulunuyor. Halkımız meseleye "2030 yılına kim öle kim kala" mantığıyla yaklaşadurur, etkili ve yetkililer dünyanın en büyük afeti kuraklığı, afetten bile saymayacak, günü kurtaracak bir mesai takvimine kendilerini kilitlerken, uzmanlar, 31 tabii afetten 28'inin müsebbibi olan meteorolojik olaylardan "Küresel İklim Değişiklikleri"nin semptomlarından biri "Küresel ısınma" konusunda uyarıda bulunuyorlar. Bu uyarıyı yapanlardan bir bilimadamı, İ.T.Ü. Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile "Küresel Isınma"yı ve özellikle Türkiye'yi etkileyecek sonuçlarını konuştuk.
- Sayın Mikdat Kadıoğlu, sizinle, iklim değişikliğinin semptomlarından biri olarak telakki ettiğiniz "küresel ısınma"yı konuşacağız. Dünya, küresel ısınma olgusu, problemi ile ilk defa ciddi bir şekilde ne zaman tanıştı?
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu- 1980'lerden sonra ortaya çıktı. 1980 öncesinde nükleer kış konuşuluyordu. Eğer bir nükleer savaş olursa nasıl bir buzul çağına girileceği konuşuluyordu. Buzulların erimesinin gözlemlenmesi üzerine de birdenbire insanlar küresel ısınmayı konuşmaya başladılar. Bazı bilim adamları bunun insan kaynaklı olduğunu, bazı bilim adamları ise normal tabii bir ısınma olduğunu iddia etti. 10 yıl, "bu ısınma insan kaynaklı mı, yoksa doğal bir ısınma mı?" tartışması ile geçti. Bu 10 yıldan sonra ortaya çıkan bulgular, şu anda yaşanan ısınmanın doğal bir ısınma olmadığını, insan kaynaklı olduğunu, belli başlı kaynağın da fosil yakıtlar olduğunu net bir şekilde ortaya koydu.
- Bu ısınma yüzde yüz denilecek şekilde mi insan kaynaklı, yoksa, yardımcı faktörler de var mı?
Kadıoğlu- Doğal olarak çok az bir ısınma olabiliyor. Ama insan kaynağı işin içine girdiğinde bugünkü probleme ulaşıyorsunuz. Son 100 yılda 0.6 derecelik bir ısınma var ki dünyanın ortalama hava sıcaklığı 15 derecedir.
Dünya 18 bin yıl önce bir buzul çağı yaşamış, 18 bin yılda buzul çağından çıkmak için 5 derece ısınmıştı. Şimdi ise biz neredeyse 100 yılda 1 dereceden bahsediyoruz. 18 bin yılda 5 derece, 100 yılda 1 derece; bu, aslında büyük bir ısınma demektir. Bir de bu ısınma artarak devam edecek.
Küresel ısınmanın net işaretleri
- Bir bilimadamı gözü ile bakıldığında, küresel ısınma, tam mânâsıyla dünyanın kapısını çalmış durumda mı? Sonuçlarıyla birlikte, etkileyici, hissettirici biçimde "artık ben geldim" dedi mi? Yoksa daha zamanımız var mı?
Kadıoğlu- Aslında dedi. Kayıtlara bakıyoruz. Son 1400 yılın en sıcak yazlarını yaşıyoruz. "Bunun nedeni ne?" diye baktığımız zaman doğal bir nedeni yok. Ortalıkta bir tek sera gazlarının artması var. Ağaçların yaş halkalarında, son yıllarda çok büyük genişlemeler var. Türkiye'deki Süphan, Nemrut gibi dağların tepelerindeki buzullarda çok büyük azalmalar var. Hint Okyanusu'ndan tropikal balıkların kalkıp Antalya'ya geldiğini görüyorsunuz. Bu balıklar eskiden bu suda yaşayamazdı. Şimdi yaşıyorsa, demek ki bu su, o balıkların yaşayacağı şartlara ulaşmış. Hint Okyanusu'ndaki tropikal sular kadar ısınmış. Eskiden burada büyüyen bir cins ağaç, bakıyorsunuz ki daha kuzeyde büyümeye başlamış. Güneyde o ağaç için müsait şartlar şimdi kuzeyde de müsait hale gelmiş. Ağaçların göç ettiğini görüyorsunuz. Bitkilerde, ağaçlarda, kuzeye doğru bir kayma var. Balıklarda var, kuşlarda var. Bütün bunlar bize bir ısınmanın çok net işaretlerini veriyor.
Antarktika gibi yerlerde dağ gibi buzullar eriyor. 30-50 sene önce çekilmiş buzulların resimleri ile şimdikinin resimlerini karşılaştırıyorsunuz ortada korkunç farklar var. Alpler'de eskiden buzlar içinde ölmüş, kalmış, asırlardır buzullar içinde saklanmış avcı cesetlerinin erime ile ortaya çıktığını görüyorsunuz. Denizin kıyılarında yaşayan penguenler içeri doğru göç ediyor. Penguenlerin yaşadığı yerler bile onlar için sıcak hale gelmiş. Bütün bunlar ısınmayı gösteren işaretler.
Yarın: Mısır diye bir ülke kalmayacak
Kamil BAYRAKTAR
e-mail: editor@yenimesaj.com.tr