Bu topraklar kolay vatan olmadı. Vatanlık statüsünü devam ettirmek de kolay olmadı. Bu, kimi zaman evlatlar ana rahminde bırakılarak, kimi zaman da cepheye çağrılma gerçekleştiğinde gündüz bitirilemeyen işler ay ışığında bitirilip uykusuz uykusuz yollara düşülerek sağlandı. İşte bu vatan bize, bir daha geri dönmeyeceğini bile bile arkalarına dahi bakmadan gidenler tarafından, değil ihanetin zerresini, dalaleti, gafleti bile kaldırmayacak şekilde emanet bırakıldı Sağlığına yetişmiş olmamıza rağmen İstiklal Harbi gazisi boyutundan hem haberdar olmadığımız, hem de istifade etme nimetini kaçırdığımız Hacı Halil amcanın şu anda yaşayan iki oğul ve iki kızı var. Oğullarının adına seferberlikte şehit düşüp geri dönemeyen babası ve amcasının isimlerini koymuş. Kızlarından biri Nigâr da bir İstiklal Harbi şehidi, gidip de dönmeyen isimsiz kahramanlardan birinin, bir başka Halil amcanın oğlu Mürsel Kenan ile evli. Nigâr teyze babasını görme şerefine nail olmuş ama Mürsel amca bu görme nimetinden mahrum kalmış. Çünkü babası İstiklal Harbinde Afyon cephesinden bir daha geriye dönmemiş. 80 yaşını aşkın Mürsel amca, babası harbe gittiğinde ana rahminde imiş. Baba hasretini 1948'de ölen dedesi Halil ile gidermiş. "Bu vatan kolay kazanılmadı"Mürsel amcanın anlattığına göre babası Halil'in de bulunduğu birlik Dumlupınar civarında bozulmuş. Geri çekilmek zorunda kalmış. Çekilme esnasında asker, bir su çeşmesinin başında toplanmış. Subaylar, "teriniz soğusun" diye onları suya koymaz, onlar da geri gitmez imiş. Mürsel amcanın tabiriyle "nasıl arı kovanı oğul atar da etrafı sarar, asker aynen öyle bir o yana bir bu yana üğrünür"müş. Babası Halil yaralı olup "su" diye yanar, inlermiş. Yine Geyikli'den Halicoğlu Bayram'a, "Bayram gardaşım! 25 kuruşum kaldı. Onu al da bana bir yudum su al. Ne olursun, Yanıyorum" demiş. Bayram amca matarasını almış. Ama hem kalabalıktan, hem de izin verilmemesinden dolayı çeşmeden su almanın kolayı yokmuş. Alt tarafta sığır çavunu (ayak izi) varmış. Bu çavunda biriken kirli sudan avucu ile mataraya su koymuş. Geri döndüğünde Halil amcayı yerinde bulamamış. "Halil Halil" diye bağırmış durmuş ama yine de bulamamış. Çünkü Yunan düşmanı, bir yerden çıkmışlar, geliyorlarmış. Asker yine geri çekilmek zorunda kalmış. Orada ne olduysa olmuş, Mürsel amcanın babası Halil amca ya kendi ölmüş, ya da düşman tarafından öldürülmüş, net olarak bilinmiyor. "Harp deyip geçme. Bu mesele kolay değil. Can korkusu bir yandan, vatan gidiyor bir yandan, açlık bir yandan, susuzluk bir yandan. Şimdi yaşasaydı 100 yaşında olurdu. Babam hakkında başka bildiğim yok" diyen Mürsel amca, yalnız aynı beldeden Sami Bayraktar'ın babası Ali'nin de aynı cephede bulunduğu, babası Halil'in ölümünü duyduğunda bağıra bağıra hasta olduğu, onun da geri dönmediği bilgisini aktarıyor. Mürsel amca "Temeloğlu Mustafa amca yapılan işleri anlatırdı ki ağlardık. Beşikdüzü Kızılağaç köyünden Rasim Çavuş da babamlarla birlikte imiş. Buraya Sami ve beni ziyarete gelirdi. Başlarından geçenleri anlatır da ağlar, ağlar giderdi" şeklinde devam ediyor, vatan, bayrak, tam bağımsızlık, egemenlik, din, iman, namus, ar, haya, alın teri, helal kazanç, vefa, milli ekonomi diyenlere karşı burun kıvıranlar ve özellikle bu vatanı AB'ye kuyruk yapmak için ellerinden geleni ardlarına koymayanların kulaklarına küpe olacak şekilde bu topraklar üzerinde hayat süren herkesin bilmesi gereken bir gerçeği "Bu vatan kolay kazanılmadı. Kolaylıkla alınmadı" sözleriyle dile getiriyor. İstiklal Harbi şehidinden kalan yadigârİcmal dergisinin 199. Sayısında ( Eylül-Ekim 2003), "Topraktan vatana bir mikro Türkiye" araştırmamızda işte bu Mürsel amcanın oğlu Kenan Kenan'ın dilinden bir "tekir"in (Serender olarak da bilinen tekir, evlerin yanına direkler üzerine inşa edilen ve çoğunlukla kiler misali zahire ambarı olarak kullanılmaktaydı) hikayesini şöyle anlatmıştık. "Babam, şu evi ve yeri rahmetli Güdükoğlu Ali amcadan aldı. Fakat Ali amca tekiri satmadı. 'Bu tekirin benim için manevi bir değeri var' dedi. Tekir, Ali amcanın dedesi Ahmet amcanın eseri imiş. Bu tekiri inşa ederken çatısı ve bir kapısını takma işi kaldığı bir akşam saatinde kendisine seferberlik emri gelmiş. Ay ışığında, sabaha kadar çalışarak işini bitirmiş. Yarım saat uyumuş. Ve İstiklal Harbi dönemindeki bu seferberlik emrine uyarak cepheye gitmiş. Gidiş o gidiş. Bir daha geri dönmemiş. Afyon cephesinde şehit düşmüş." Eskiye özgü şartlarda özellikle Sisdağı yaylasına giderken önünden yaya olarak belki de yüzlerce, binlerce kez geçtiğimiz "tekir"in insanın gözlerini yaşartacak hikayesini ilk kez duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Ne yalan söyleyeyim İcmal'de yaklaşık 10 sahifelik bir araştırma yazısı yazmama işte bu "tekir"in hikayesi sebep olmuştu. Bu toprakları bize vatan bırakmak için bir daha dönmeyeceklerini bile bile arkalarına bakmadan gidenlerden birinin oğlu, hem de ana rahminde iken bırakılan oğlu Mürsel Kenan amca da hadiseyle bir kaç yönden ilgisi olan bir insan olarak adı geçen "tekir"in hikayesini bir de kendisi anlattı. Hem de gözleri dolu dolu olarak anlattı. "Çatısı mı, kapısı mı eksik kalmıştı?" sorumuza verdiği "eksik kalan kapısıydı, son olarak onu taktı" cevabıyla bir eksiği tamamlamak kaydıyla anlattı. Kelimeler boğazına düğümlenip çıkmakta adeta direnince de dinleyenlere bu dolu dolu gözlerin verdiği derin mesajı anlamak gibi bir yeni uğraşa sürükleme boyutuyla anlattı.