Keza Hz. Ebu Bekir (ra) harbe çıkacağı zaman Hz. Abbas'la Medine'nin dışına çıkar ve ona "Ya Abbas, Sen nusret duasında bulun da ben amin diyeyim. Ben umarım ki, Nebiyyi Ekrem'e yakınlığın dolayısıyla duan boşa çıkmaz." derdi.
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere kulun Allah'a gidişi bir vasıta ile mümkündür. Bu vasıtalar sırasıyla resuller, nebiler ve velîlerdir. Peygamber Efendimiz'den sonra bu ulvî irşad vazifesini "insan-ı kâmil" dediğimiz zevat yerine getirmiştir. Kıyamete kadar da bu mânevî vazife böyle devam edecektir. Bu bir sünnetullah'dır, adetullah'tır, yahut murad-ı ilahî'dir; yani Allah'ın kanunu'dur. Allah'ın kanunu ise asla tağyir ve tebdile uğramaz. Bunun aksini iddia etmek Allah'ın kanununu bilmemek olduğu gibi, bu hâl İslâm mantığından mahrumiyetin de bir ifadesidir.
Cenab-ı Hakk'a gidişte (seyr ü sülûk'te) vesîle ittihaz etmenin hayatî ehemmiyetini böylece vurguladıktan sonra, bunun nasıl olacağına yani mahiyetine işaret etmeye çalışalım.
Allah'a vuslat yolunda resuller, nebiler ve velîleri vesîle etmenin İslâmî ve Tasavvufî literatürdeki ifadesi "Rabıta" dır. Bazılarının zannettiği gibi rabıta Allah ile kul arasına girmek midir? Bu sorunun cevabı verilirken öncelikle rabıta'nın ne olduğunun izahı gerekir.
Rabıta, Cenab-ı Hakk'ın tecelli ettiği ve bu sebeple nur, feyz ve muhabbetle süslenmiş insan-ı kâmil'in gönlüne teveccüh etmek, bu sayede Hakk'a vuslat yolunda vesîleye sarılmaktır. Rabıtadan maksat Allah'ın yaratıkları olan feyz ve muhabbet ile kalbin süslenmesidir. Gaye Hakk'a yaklaşmak, O'nun rızasını kazanmak, O'nun ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. MEVLANA