Nitekim bu hususta Cenâb-ı Hakk, hidayet ve rahmetini, enbiya ve evliyalar vasıtasıyla kullarına ulaştırmaktadır. Hidayet ve rahmete ulaştıran başka bir kapının olmaması da, yine adetullah gereğidir.
O halde rabıta, adetullah gereği, hidayet ve rahmete ulaşmanın yolu ve metodudur. Rabıta'ya şirk'tir mantığı ile karşı çıkanlar, bilmeden feyz ve muhabbeti Cenab-ı Hakk'ın zâtına izafe etmek suretiyle kendileri şirke düşmektedirler. Demek istiyorlar ki feyz ve muhabbet, vacibu'l-vücuttur. Bu itikadı taşıyanlar, "feyz ve muhabbet gibi hidayet unsurları, (hâşâ) hâlıktır, yani vacibu'l-vücuttur" demek istemektedirler. Halbuki asıl şirk, mahlûk olan mânevî varlığı Hâlık yerine koymak ve bu tasavvurda bulunmaktır. Yani feyz ve muhabbeti vacibu'l-vücut, yani Hâlık varsaymak, buna itikat etmektir. Zira, feyz, muhabbet, sevap, cennet gibi hidayet ve rahmete vesîle olan varlıkların hepsi de, Cenab-ı Hakk'ın tecellisi sonucu var olan mahluklardır, yaratılmışlardır. Maddî bir nimetin sahibinden istenmesi şirk olmuyor da; mânevî bir nimetin sahibinden istenmesi niçin şirk olsun?
Kaldı ki, maddî ve mânevî bütün varlıkların Allah tarafından yaratıldığı, hayır ve şerrin Allah'tan geldiği her vesîle ile ifade edilmese de; fikirlerde ilim, kalplerde itikat olarak zaten mevcuttur. Zımnen bu ilim ve itikat bir insanda olduktan sonra, bu insanın bir Allah dostundan himmet ve dua istemesi, bir bakkaldan veya fırıncıdan ekmek istemesinden farklı değildir.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. MEVLANA