Âlemde en büyük gerçek, Hakk'ın varlığıdır. Bunun dışında herşey varlığı kendisinden olmayan ve Hakk'ın tecellisiyle varolan mahluklardır. Ve insan Hak içindir. Hak adına âlemi imar etmek ve insanlığı ihya etmekle mükelleftir.
Demek, Mevlâna'da hakim unsur, Hakk'a teslimiyet yolunda mükellef insan gerçeğidir, yani kulluktur. Şimdi soruyoruz: "İnsanın şerefinin ancak kullukla olacağını temel alan Mevlâna'nın 'tevhid' görüşüyle, insanı putlaştırmak suretiyle şirki esas alan hümanizmin "insancıllık" görüşü benzerlik gösterebilir mi? Tam tersi her iki görüşte de konu insan olmakla beraber, bunlar, mânâ, mefhum ve gaye nokta-i nazarından birbirlerinin zıddı kâmilidirler.
Büyük insan Mevlâna, Hakk'ın varlığını yegane gerçek, diğer bütün varlıkları Hakk'ın tecellisiyle varolan mahlukat olarak görünce, dünya hayatının da fânî olduğunu, sanki bir rüya aleminin benzeri gibi olduğunu ve gerçek hayatın Hakk'ın varlığında fânî olmakla yaşanacağını her fırsatta ısrarla vurgular. Hattâ diyebiliriz ki, Mevlâna'nın hayatı ve eserlerinde hakim unsur budur.
Mesela Mesnevî'de şöyle bir hikaye nakledilir:
"Adamın biri mutantan, müzeyyen bir şehrin çok mükemmel bir köşkünde, mehtaplı bir gecede uykuya dalar. Rüyasında acayip manzaralarla, uçurumlarla ve de canavarlarla karşılaşır. Feryat eder, kimseye sesini duyuramaz. Tabiî adam uykudadır ve kendinden haberi yoktur. Zira kendinden haberi olsaydı, nasıl olsa rüyadayım, korkmama ve ürkmeme sebep yoktur der, kendini teselli ederdi. Kendinden haberdar olmadığı için kendini teselli edemez. Ne zaman gözlerini açarsa 'Elhamdülillah, gördüğüm rüyaymış' der ve sevinir." Bu hikayeyi naklettikten sonra Mevlâna, Hz. Ali'nin "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar" buyurduğunu nakleder ve ekler: "Bir rüya kadar ömrü olan sen, geçici, fânî âleme aldanmışsın. Zira dünya oyun ve oyuncaktan ibarettir. O halde ebedî âleme hazırlan!"