Bugünkü anlamda birer "tıp fakültesi" diyebileceğimiz darüşşifalar, Selçuklu ve Osmanlı döneminde, ruh ve sinir hastalıklarına varıncaya kadar her türlü rahatsızlıkların tedavi edildiği sağlık merkezleri olmuşlardır. Teorik ve pratik tıp eğitiminin de verildiği bu kurumlarda dikkat çeken en önemli özellik, akıl hastalarının müzik ve su sesleriyle iyileştirilmeleriydi. Evliya Çelebi, ziyaret ettiği daruşşifalarda
ruh ve sinir hastalarının müzik ve su sesleriyle nasıl huzura kavuşturulduğuna şahit olmuştur.
Hatırlanacağı üzere, o devrin Avrupa'sında akıl hastaları, "kafasına şeytan girmiş" tanısıyla diri diri ateşe atılırlardı..
Türkİslam kültür varlıklarının en önemli yapıtlarından biri de "darüşşifa" müesseseleridir. Hastaların tedavi edilmesi gayesine yönelik olarak kurulan darüşşifalar, pratik ve gözleme dayalı sağlık bilgilerinin verildiği bir eğitim işlevi de görmüştür aynı zamanda. İslam dünyasının birçok ünlü hekimleri bu ocaklarda yetişmiştir.
Darüşşifalarda her tedavi için farklı bölümler bulunurdu. Bulaşıcı hastalıklar, akıl ve kadın hastalıkları ayrı ayrı odalarda tedavi edilirdi. Genellikle medrese planında ve bir külliyenin parçası olarak inşa edilmişlerdir. Medresenin ortasında bir avlu, avluda bir fıskiyeli havuz bulunurdu. Bu havuzdaki su sesinin, mûsikî ile verilen tedaviye yardımcı olduğu düşünülürdü.
Meşhur Osmanlı darüşşifaları
Osmanlılar ilk yıllarında, Selçuklu ve Memlûk döneminden kalma birçok darüşşifa olduğu için, Anadolu'da bu yapıları kurmak gereksinimini duymadılar. Daha ziyade yeni fethedilen bölgelere yöneldiler. Özelikle Bursa, Edirne ve İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde muazzam darüşşifalar tesis edilmiştir.
İlk Osmanlı darüşşifası Bursa'dadır. Yıldırım Külliyesi'ne ait olan yapı, 15. yüzyılın başında tamamlanmıştı. İstanbul'da Fatih Külliyesi'nin, Edirne'de II. Beyazıt Külliyesi'nin, İstanbul'da Haseki Hürrem Sultan Külliyesi'nin ve Süleymaniye Külliyesi'nin darüşşifaları en meşhur Osmanlı darüşşifalarıdır. Bunların en belirgin özelliği, külliyelerin bünyesinde inşa edilmiş olmalarıydı. Bu külliyeler, halkın toplumsal, kültürel ve sağlık gereksinimlerini karşılayan birer merkezdiler. İlk örneklerinde II. Beyazıt döneminin değişik mimari tasarımları uygulanmış ve darüşşifalar, daha işlevsel ve akılcı biçimde planlanarak bina edilmiştir.
Müziğin etkisi
Müzikle tedavi, banyo tedavisi, tehlikeli akıl hastalarının tedavisi için ayrı bölümler yapılmıştır. Evliya Çelebi, ziyaret ettiği bu darüşşifalarda ruh hastalarının nasıl tedavi edildiklerini şöyle anlatır: "Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olan darüşşifa'nın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerinde konserler tertipletiyordu." Hatta, Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde hangi müzik makamının insanda ne tür etkileri olduğuna da örneklerle yer vermektedir. Zihni açma, hafıza ve hatıraları güçlendirmede "isfehan"; aşırı hareketli ve heyecanlı hastaları sakinleştirmede "rehavi"; sıkıntılı, karamsar, durgun ve neşesiz hastalarda "kuçi" makamının fayda sağladığı belirtilmektedir. İslam geleneği doğrultusunda Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde usta hekimlerin nezaretinde teorik ve pratik tıp eğitiminin verildiği darüşşifalar, 19. yüzyılın ortalarına değin birer tıp okulu gibi hekimler yetiştirdiler. Darüşşifada hekim yetiştirilebilmesi için dönemin temel bilimlerini öğreten bir de tıp medresesi kurulmuştur. Teorik ve pratik yönden birbirinin tamamlayıcısı olan bu iki ünitenin günümüzdeki adı "Tıp Fakültesi"dir. Medresede okuyan öğrenciler, darüşşifadaki uzman hekimler yanında yetişmektedirler. Bu, dönemin yetişme anlayışı olan usta çırak sisteminin bir uygulamasıdır.
Amasya Darüşşifası ve
Sabuncuoğlu Şerefeddin
Akıl hastalarının sistemli bir şekilde, müzik ve su sesiyle iyileştirildiği ilk darüşşifa, 1308 yılında Amasya'da kurulmuştur. İlhanlı hükümdarı Sultan Muhammed Olcaytuğ'un hanımı Yıldız Hatun adına yapılan darüşşifa'nın inşaatına 1308 yılında başlanmış ve bina 1309 yılında tamamlanmıştır.
Günümüzdeki tıp fakültelerine benzeyen darüşşifada, bir yandan öğrencilere tıp bilgileri veriliyor, diğer yandan da hastalar tedavi ediliyordu. 1386 yılında doğan ve Amasyalı bir hekim olan Sabuncuoğlu Şerefeddin, bu darüşşifada 14 yıl hekimlik yapmıştır. "Cerrahiyei al Haniye" adlı, minyatürlerle süslü bir kitap yazmış, bu kitabı bizzat Fatih Sultan Mehmet'e sunmuştur.
Bina, klasik Selçuklu eserlerinin özelliklerini taşımaktadır. Zengin süslemeli bir ana girişi vardır. Kapı kemerlerinin kilit taşında, ilk defa rastlanan bir motif olarak, bağdaş kurmuş bir insan figürü işlenmiştir. Ana girişin sağ ve solunda birbirinin aynı iki pencere bulunur.
Şifahane, Tanzimat'la beraber önemini yitirmiş, önce ipekböceği kozacılarının yeri, sonra da Amasya esnafının deposu olarak kullanılmıştır. 1939 depreminde harap duruma gelmiş, 1945 yılında dış cephesi kısmen onarım görmüştür. Son olarak da 1992 yılında restorasyon çalışmalarına başlanmış, bu çalışmalar 1997'de sona ermiştir. 1999 yılından itibaren de Belediye Konservatuarı'na devredilmiştir. Halen Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ve Tasavvuf Müziği alanlarında çalışmalar yapılmakta, çeşitli enstrümanlar için kurslar düzenlenmektedir.
Fatih döneminin en ünlü
hekimi: Sabuncuoğlu Şerefeddin
Fatih Sultan Mehmet döneminin en ünlü hekim ve cerrahlarından olan Sabuncuoğlu Şerefeddin 1386 yılında Amasya'da doğmuştur. Amasya'daki darüşşifada Burhaneddin Ahmet'ten tıp eğitimi aldıktan sonra yine burada 17 yaşında hekimlik yapmaya başlamıştır. Sabuncuoğlu Şereffeddin 14 yıl boyunca da burada çalışmalarını sürdürmüştür. Yaptığı çalışmalar sonucunda zamanla adı bütün Anadolu'da duyulmuştur.
Sabuncuoğlu Şerefeddin, cerrahlık konusunda üç önemli eser yazmıştır. En önemli eseri, "Kitabı Cerrahiyei al Haniye"dir. Konularını minyatürlerle anlatan ve Fatih Sultan Mehmet'e ithaf edilen bu kitap, İslam tıbbına büyük bir yenilik getirmiştir. Uzun yıllar hekimlik yaptıktan sonra, 1468 yılında "Mücerrabname" adlı eserini kaleme almıştır. Bu sırada 85 yaşındadır.
Sabuncuoğlu Şerefddin'in en önemli özelliklerinden biri değişik deneyleri çeşitli hayvanlar üzerinde yaparak bilimsel sonuçlar elde etmesidir. Bazı deneyleri kendi üzerinde de yapmış ve bu deneyimleri de yazmıştır. Örneğin bir panzehirin etkisini denemek için önce o panzehiri içmiş, ardından kendini bir yılana ısırtmıştır. Kendi deyimiyle, "Ne parmağı şişmiş ne de vücudunda bir belirti gözlenmiştir."
1470 yılında Amasya'da vefat eden Sabuncuoğlu Şerefeddin, darüşşifadaki çalışmaları, yazdığı eserleri ve hayranlık uyandıran bilim adamı kişiliği ile bugünlere uzanmıştır.
Cerrahat'ül Haniye'den bir bölüm
"Ben zayıfların zayıfı ve en muhtaç kul olan elHac İlyas oğlu, Ali oğlu, Sabuncuoğlu lakaplı Şerefeddin. Allah belalardan korusun, Amasya Darüşşifasında tabibim. Bu şehirde geçimim kıtlık rüzgarında ve zamanın kalp kıran ellerinde düşkündü. Kendisi Zuhal yıldızının basamağı olan ve katında ilimden daha değerli bir şey bulunmayan ve makamında tıp ilminin tüm ilimlerin yarısı olduğu söylenilen sultana derdimi bildirmek ve zamanın sıkıntı rüzgarlarından kendimi korumak için tıp ilminden bir cerrahi kitap yazdım.
Bu geçen ömür ve uzun süren istekler içerisinde, ilmiyle gördüğüm ve yaptığımla tecrübe ettiğim birçok acayip ve garip işleri bu kısaltılmış kitap içerisinde topladım. Şimdiki zamanın cerrahlarının çoğunluğu bu kitapta bahsedilen şeylerin çoğunu ne görmüşlerdir ne de duymuşlardır. Bu tip cerrahlar sadece bu dönemin revaçtaki kitaplarını incelemekte ve bunların içerisinde yazan şaibeli tedavileri uygulamaktadırlar ve bazen tecrübeleri olmadığı halde kendileri de hatalı şeyler ekleyip doğru yolu bulamamaktadırlar.
Bu kitabı Türkçe yazmamın nedeni şudur; bu devirde Anadolu kavimleri Türk dilini kullanmaktadırlar. Ayrıca bu dönemin cerrahlarının çoğu okuma yazma bilmemektedir ve okuma yazma bilseler bile hepsi Türkçe kitap okumaktadırlar. Böylece, bu kitabı Türkçe yazmakla bundan daha fazla kişi faydalanabilecektir ve bu sayede işin aslını öğrenip,birçok sorunlarını çözerek kendilerini hatadan ve beladan koruyabileceklerdir.
Bu kitabın 3 babı vardır. 1. Bab uzuvların ve hastalıkların dağlanması, 2.Bab cerahatlerin yarılması,dikilmesi ve tedavisi, 3.Bab ise kırık ve çıkıların tedavisi hakkındadır. Bu kitaba Cerrahiyyei İlhaniyye adını verdim. Tedavileri anlatırken önemli olanlarında üstadı, hastayı kullanılan aleti ve tedavi yöntemini tasvir ettim."
RAST MAKAMI: Fazla uyumayı engeller. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir. Felç illetine devadır, epilepsiye iyi gelir. Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Başa ve göze etkilidir. Kaslara tesiri vardır. En eski makamlardandır. Spazmı çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisinde yararlıdır.
IRAK MAKAMI: Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korkuyu giderici ve saldırganlığı önleyicidir. Nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır.
İSFAHAN MAKAMI: Zihni açar, zekayı arttırır, gönül tazeleyicidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, hatıraları tazeleme özelliği vardır.
ZİREFKEND MAKAMI: Meclisin neşesini arttırır, derin duygu hissi verir. Çocukların dimağından kaynaklanan beyinle ilgili ağız çarpılmasına, felç ve sırt ağrısı, eklem ağrıları, kulunç hastalıklarında faydalıdır.
REHAVİ MAKAMI: Baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. BÜZÜRG MAKAMI: Zihni temizler, vesvese ve korkuyu def eder. Fikre yön verir. Güç kazandırır.
ZENGULE MAKAMI: Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir. Ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder.
HİCAZ MAKAMI: Ürogenital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. İdrar zorluğuna etkilidir. Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır.
BUSELİK MAKAMI: Buselik makamı, kulunç ve kalça ağrısı, soğuk baş ağrısı ve çeşitli göz hastalıklarında faydalı. Nihavent makamı ile benzer özelliği gösterir.
UŞŞAK MAKAMI: Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Uyku ve istirahat için faydalıdır, gevşeme hissi verir.
HÜSEYNİ MAKAMI: Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer, kalp ve ruhların iltihabını söndürür ve yok eder. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Çocukların beden ısısını düşürmede ve ergin erkeklerde gizli humma ağrılarına faydalı. Sıtma hastalığına iyidir. Barış duygusu verir. Kendine güven ve kararlılık duygusu verir. Otistik ve spastik hastalara faydalıdır.
NİHAVEND MAKAMI: Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Tansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır.
NEVA MAKAMI: Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir. Kötü fikirleri kovar, cesaret ve yiğitlik verir, gönül sevinci oluşturur. Kuvvet ve kahramanlık duyguları meydana getirir. Buluğ çağındaki kız çocuklarının hastalıklarına tedavi etkisi vardır.
ACEMAŞİRAN MAKAMI: Kemiklere ve beyne etkilidir. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun yanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır. Lezzet verir, gevşemeye yardımcı olur.
SEGÂH MAKAMI: Hararetten meydana gelen şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Manevi duygular oluşturur.
SABA MAKAMI : Şecaat, cesaret, kuvvet ve rahatlık verir. Seher vaktinde daha etkilidir.