Celal MISIR
Hakim olan Cenab-ı Hak, hükmünde hikmet sahibi olduğunu her vesile ile biz kullarına öğretmiş ve göstermiştir. Gerek aklen, gerek naklen ve gerekse tecrübe ile biliyor ve anlıyoruz ki, bu âlem darü'l-hikmettir. Ahiret ise darü'l-kudrettir. Hikmetlerle dolu olan bu âlemde her şey bir sebeple zuhur eder ve bir gaye için cereyan eder. O halde zerreden-kürreye, canlıdan-cansıza, maddeden-mânâya her şey, takdir edilmiş bir sebeple vukua gelir ve yine mukadder bir hedefe yönelir. Bilinen-bilinmeyen, görünen-görünmeyen, anlaşılan-anlaşılamayan tüm işler, murad-i ilâhinin takdirine göre cereyan eder. İnsanlar, iradeleri ile kesbeder, tercihlerine göre ceza veya mükâfaat görürler. Ama her hal-ü kârda Halik, olayları halk eder (yaratır) ve hesap, mukadderata göre gerçekleşir. Bu temel tesbitten sonra deriz ki, Cenab-ı Hak tarafından, biz kullarına emredilen bütün ibadetlerde aynı sebep-sonuç ve hikmet-gaye ilişkisini görebilir. Bütün ibadetler, kulların saadeti için, Hakk'a yakınlık kazanmak (kurbiyyet kesbetmek) için yapılır. Bu nüktenin en bariz olarak göründüğü ibadet, kurban kesmektir. Zaten kurban, Allah'a yakınlığı ifade eden kurbiyyetten gelir. Kurbanın esası; Hakk'a yakınlığı kazanmak için değerli bir varlığı Hak uğrunda feda etmektir. Dikkat edilirse kurban edilecek hayvanın genç, semiz ve kusursuz olması aranır. Zira, fedakârlığın büyüklüğü, feda edilen şey ile orantılıdır.
Hakk'a kurbiyet yolunda, İbrahim Halilullah canı ile denendi, ateşe atıldı, fakat ateş serin ve sakin oldu. Zira o yüce Peygamber kayıtsız bir tevekkül ve teslimiyetle, kendini Hakk'a adamıştı. Keza yine o, canı gibi sevdiği oğlu İsmail'i, Hak yolunda feda etmekle de denendi. Onun sıdk ve teslimiyeti ve Hakk'a kurbiyetteki güçlü iradesi, bu fedakârlıkta da galip çıktı, imtihanı kazandıktan sonra, Hakk'a feda ettiği o genç evlât ona bahşedildi. Böyelce, Hak yolunda feda edilmek için kurban edilmek üzere hayvanlar seçildi.
Fakat, insanlar üzerinden, Hak yolda kurban edilmek müeyyidesi ortadan kalkmadı. Yeri geldiğinde en çok sevilen can, sadece bir şey için seve seve feda edilir; Hakk'a kurbiyet için feda edilir; o da i'lâyı kelimetullahtır, yani Allah adını yüceltmektir. Bu da, Allah'ın hükmü galip gelsin diye savaşmakla mümkündür. Bu ibadet cihaddır ki, hedefte ve maksatta, kurban nüktesinde (kurbiyyet noktasında) birleştiklerini görüyoruz. Demek kurban ile cihad, aynı hedefe yönelmiş birbirine yakın iki mübarek ibadettir. Cihad gibi bütün ibadetlerden maksat da, Hakk'a kurbiyet kesbetmek olduğu için, kurban nüktesi ile alâkalıdır. O halde, kurban, mübarek bir ibadettir ki, bütün ibadetlerin özündeki nükteyi taşır. İbadetleri gelişigüzel hâl ve tavırlardan ayıran fark, kurban nütesidir. Namaz kılmaktan maksat da, Hakk'a kurbiyet kesbetmektir. Hac, zekât, oruç, hatta kelime-i şahedet, hep hakk'a kurbiyet maksadıyla icra edilirler. O halde, bütün ibadetlerin özü kurban nüktesidir. İnsanı Allah'a en kestirme olarak yaklaştıran ve ulaştıran zikrullah ibadeti de, kurban nüktesini taşır. Kurbandaki nüktenin sevilen şeylerin Hakk'a feda edilmesi olduğunu söylemiştik. Hakk'a feda edilebilen nimetlerin en değerlisi candır ki, onun feda edilmesi ile, ibadetlerin en faziletlilerinden olan cihad gerçekleşir.
Hakk'a feda edilen diğer bir önemli unsur da maldır. Malın feda edilmesi cimriliği yıkar, dünya ve servet sevgisini öldürür ve cenneti celbeden cömertliği oluşturur. Yine malın feda edilmesi, cihadın ikinci unsurunu oluşturur ki, kalbdeki masivayı da yakar.
Kurbanın bir nüktesi de şudur: Hakk'a kurbiyet kesbetmek yolunda vesile ittihaz edilmesi, murad-ı ilâhi gereğidir. "Sebeplere yapışın" hükmü bunu teyyid eder. Hakk'a kurbiyet yolunda en büyük ve müessir vesile, insan-ı kâmildir. Zira, insan-ı kâmil kalbdeki masiva bulutlarını dağıtarak, mânâ ufkundan hakikat güneşinin doğmasına vesile olur. Zira, marifet tohumu ve muhabbet ateşi, kâmil insanın kalbindendi. O halde kurban sırrı, kurban nüktesi, en kâmil mânâdaki ifadesini, kâmil insanda bulur. Kâmil insan, kurban nüktesini aşılamakla kalmaz; Hakk'a seyr-i süluka da vesile olur.
Netice olarak anlıyoruz ki, kurbandaki nükte, kulluktaki nüktedir. Kulluktaki nükte ise, kurbiyetteki nüktedir. Kurbiyyetteki nükte, seyr-i sülukla anlam kazanır. Seyr-i süluk ise, insan-ı kâmilsiz olmaz. O halde kurban nüktesi, kâmil insan esprisi ile çözülür. Kâmil insandaki sır, kurbandaki nüktedir. İşte kurbanın takva yönü bu.
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Fakat sizin takvanız (sizi, Allah'ın buyruklarının tutmağa zorlayan saygınız) O'na ulaşır. Onları bu şekilde size boyun eğdirdi ki, size (onları emriniz altına alma) yol(unu) gösterdiği için Allah'ı tekbir edesiniz (O'nun büyüklüğünü anasınız. Ey Muhammed), güzel davrananaları müjdele" (Hac: 37).
Hakim olan Cenab-ı Hak, hükmünde hikmet sahibi olduğunu her vesile ile biz kullarına öğretmiş ve göstermiştir. Gerek aklen, gerek naklen ve gerekse tecrübe ile biliyor ve anlıyoruz ki, bu âlem darü'l-hikmettir. Ahiret ise darü'l-kudrettir. Hikmetlerle dolu olan bu âlemde her şey bir sebeple zuhur eder ve bir gaye için cereyan eder. O halde zerreden-kürreye, canlıdan-cansıza, maddeden-mânâya her şey, takdir edilmiş bir sebeple vukua gelir ve yine mukadder bir hedefe yönelir. Bilinen-bilinmeyen, görünen-görünmeyen, anlaşılan-anlaşılamayan tüm işler, murad-i ilâhinin takdirine göre cereyan eder. İnsanlar, iradeleri ile kesbeder, tercihlerine göre ceza veya mükâfaat görürler. Ama her hal-ü kârda Halik, olayları halk eder (yaratır) ve hesap, mukadderata göre gerçekleşir. Bu temel tesbitten sonra deriz ki, Cenab-ı Hak tarafından, biz kullarına emredilen bütün ibadetlerde aynı sebep-sonuç ve hikmet-gaye ilişkisini görebilir. Bütün ibadetler, kulların saadeti için, Hakk'a yakınlık kazanmak (kurbiyyet kesbetmek) için yapılır. Bu nüktenin en bariz olarak göründüğü ibadet, kurban kesmektir. Zaten kurban, Allah'a yakınlığı ifade eden kurbiyyetten gelir. Kurbanın esası; Hakk'a yakınlığı kazanmak için değerli bir varlığı Hak uğrunda feda etmektir. Dikkat edilirse kurban edilecek hayvanın genç, semiz ve kusursuz olması aranır. Zira, fedakârlığın büyüklüğü, feda edilen şey ile orantılıdır.
Hakk'a kurbiyet yolunda, İbrahim Halilullah canı ile denendi, ateşe atıldı, fakat ateş serin ve sakin oldu. Zira o yüce Peygamber kayıtsız bir tevekkül ve teslimiyetle, kendini Hakk'a adamıştı. Keza yine o, canı gibi sevdiği oğlu İsmail'i, Hak yolunda feda etmekle de denendi. Onun sıdk ve teslimiyeti ve Hakk'a kurbiyetteki güçlü iradesi, bu fedakârlıkta da galip çıktı, imtihanı kazandıktan sonra, Hakk'a feda ettiği o genç evlât ona bahşedildi. Böyelce, Hak yolunda feda edilmek için kurban edilmek üzere hayvanlar seçildi.
Fakat, insanlar üzerinden, Hak yolda kurban edilmek müeyyidesi ortadan kalkmadı. Yeri geldiğinde en çok sevilen can, sadece bir şey için seve seve feda edilir; Hakk'a kurbiyet için feda edilir; o da i'lâyı kelimetullahtır, yani Allah adını yüceltmektir. Bu da, Allah'ın hükmü galip gelsin diye savaşmakla mümkündür. Bu ibadet cihaddır ki, hedefte ve maksatta, kurban nüktesinde (kurbiyyet noktasında) birleştiklerini görüyoruz. Demek kurban ile cihad, aynı hedefe yönelmiş birbirine yakın iki mübarek ibadettir. Cihad gibi bütün ibadetlerden maksat da, Hakk'a kurbiyet kesbetmek olduğu için, kurban nüktesi ile alâkalıdır. O halde, kurban, mübarek bir ibadettir ki, bütün ibadetlerin özündeki nükteyi taşır. İbadetleri gelişigüzel hâl ve tavırlardan ayıran fark, kurban nütesidir. Namaz kılmaktan maksat da, Hakk'a kurbiyet kesbetmektir. Hac, zekât, oruç, hatta kelime-i şahedet, hep hakk'a kurbiyet maksadıyla icra edilirler. O halde, bütün ibadetlerin özü kurban nüktesidir. İnsanı Allah'a en kestirme olarak yaklaştıran ve ulaştıran zikrullah ibadeti de, kurban nüktesini taşır. Kurbandaki nüktenin sevilen şeylerin Hakk'a feda edilmesi olduğunu söylemiştik. Hakk'a feda edilebilen nimetlerin en değerlisi candır ki, onun feda edilmesi ile, ibadetlerin en faziletlilerinden olan cihad gerçekleşir.
Hakk'a feda edilen diğer bir önemli unsur da maldır. Malın feda edilmesi cimriliği yıkar, dünya ve servet sevgisini öldürür ve cenneti celbeden cömertliği oluşturur. Yine malın feda edilmesi, cihadın ikinci unsurunu oluşturur ki, kalbdeki masivayı da yakar.
Kurbanın bir nüktesi de şudur: Hakk'a kurbiyet kesbetmek yolunda vesile ittihaz edilmesi, murad-ı ilâhi gereğidir. "Sebeplere yapışın" hükmü bunu teyyid eder. Hakk'a kurbiyet yolunda en büyük ve müessir vesile, insan-ı kâmildir. Zira, insan-ı kâmil kalbdeki masiva bulutlarını dağıtarak, mânâ ufkundan hakikat güneşinin doğmasına vesile olur. Zira, marifet tohumu ve muhabbet ateşi, kâmil insanın kalbindendi. O halde kurban sırrı, kurban nüktesi, en kâmil mânâdaki ifadesini, kâmil insanda bulur. Kâmil insan, kurban nüktesini aşılamakla kalmaz; Hakk'a seyr-i süluka da vesile olur.
Netice olarak anlıyoruz ki, kurbandaki nükte, kulluktaki nüktedir. Kulluktaki nükte ise, kurbiyetteki nüktedir. Kurbiyyetteki nükte, seyr-i sülukla anlam kazanır. Seyr-i süluk ise, insan-ı kâmilsiz olmaz. O halde kurban nüktesi, kâmil insan esprisi ile çözülür. Kâmil insandaki sır, kurbandaki nüktedir. İşte kurbanın takva yönü bu.
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Fakat sizin takvanız (sizi, Allah'ın buyruklarının tutmağa zorlayan saygınız) O'na ulaşır. Onları bu şekilde size boyun eğdirdi ki, size (onları emriniz altına alma) yol(unu) gösterdiği için Allah'ı tekbir edesiniz (O'nun büyüklüğünü anasınız. Ey Muhammed), güzel davrananaları müjdele" (Hac: 37).