Diyelim ki bilim kesin olarak Kur'an'ın vahiy eseri olduğunu ispatlar, acaba bu bizi bilimsel olarak inanmaya götürür mü?
Ve yahut da bugünkü doğa bilimleri Fahrettin Razi'nin tabiat bilgileriyle mukayese edilemeycek kadar fazladır. Acaba buna rağmen Kur'an'ı ondan daha mı iyi anlıyoruz? Acaba bilimin iyice kök saldığı bir dönemde insan Kur'an'ı Hz. Peygamber'den (sav) daha mı iyi anlayacak? (Bilgi, Bilim ve İslam, İSAV, s.101).
"Bilimi merkez alarak dini yorumlama" mantığının temelinde İslam'ı modern bilimin bir şubesi olarak konumlandırma sözkonusudur. Oysa ki İslam'da bilginin kaynağı Alim olan Allah ise kayıp olan hikmeti bulup onu Rabblerinin adıyla okuyacaklar da ancak Müslümanlardır. Ve bu Müslümanlar vahyin ışığında bilimi test ederler, bilimin ışığında vahyi değil...
Böylelikle ilk dönem İslam tarihinde zuhur eden "Mutezile" mezhebinden günümüzdeki Abant toplantılarına kadar uzanan vahyi akla tâbi tutma çabasının bir halkası olan Efgani-Abduh-Reşit Rıza çizgisinin modernist, reformcu karakterini bir şekilde ortaya koyabiliriz.
Modern Batı düşüncesinin İslam alemine ikinci temel etkisi bilginin "insansızlaştırılma"sıdır. Geleneksel dünyada bir genel hikmet şemsiyesi altında müttehid bulunan ahlâk, sanat ve bilim, modernliğin sekülerleşmiş ve rasyonelleşmiş ortamında bağımsızlaşma ve uzmanlaşma yoluna gitmişlerdir. Uzmanlaşma; kendi alanlarında dışarıdan hiçbir kritere tâbi tutulmadan özgürce ilerlemelerine imkân sağlıyordu. Özerkleşme ise, kendi kurucu ilkelerini kendilerinin tayin etmesini sağlıyordu. Habermas'ın "Modernliğin kültürel ayrışması" dediği bu süreç, estetiğin (sanat), etiğin (ahlâk) ve bilimin kendi alanlarına çekilmesini ve kendi alanlarında uzmanlaşarak hayat alanımızı zenginleştirmesini amaçlayan Aydınlanma projesinin bir parçasıydı. Ama bu başarısızlıkla sonuçlandı.(Modernizm ve Geleneksel Kültür, M. Armağan, s.49).
Çünkü Batı özelikle bilim pratiğini bir çıkmaza götürmekte olduğunu gördü. İncele incele, ufala ufala, uzmanlık alanları öylesine mikro alanlara dönüşmüştür ki, uzman yaptığı işi kendi kendine meşru gösterememektedir.(Osmanlılık, Kültür, Kimlik, H. Yavuz, s.181).
Bu sürecin bir uzantısı olarak bilginin salt kendisi bir değer halini alarak "bilen"den koparıldı. Geleneksel eğitimdeki usta-çırak ilişkisiyle ilmi bir irfan ya da hikmet şeklinde âlimden alan Doğu insanı bu zihinsel dönüşümle beraber kitaplarıyla başbaşa kaldı. Batıda bilginin insansızlaştırılması olgusu Doğu'da âlimin gözden düşmesini sağladı. Artık "Hangi hocadan ders aldın?" yerine "Hangi kitabı okudun?" şeklinde cümleler kurulmaya başlandı. Bu durumda günümüzdeki fikir anarşisini anlamak ya da her doğan yeni günle beraber yeni bir dinin ortaya çıktığını görmek şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü artık ilmi irfana dönüştüren konuşmaktan öte yaşayan âlim "göz önünde" değildir!
Bilgiyi ulemadan değil de kitaplardan öğrenmenin bir sonucudur ki ahlâksız ama bilgili, ölçüsüz ama aklının -ya da nefsinin- kölesi bir çok zevat zuhur etmiştir. Öyleyse günümüzdeki Müslümanı Kur'an'la başbaşa bırakma fikrinin aslında "Peygamber'i aradan çıkarmak" manasına geldiğini anlamak kolaydır. Zira amaç aynı zamanda mürşid-i âzâm olan Hz. Peygamber (sav)'le beraber alimi safdışı etmektir. İşte bu haliyle dinin kolaylıkla felsefesi yapılabilir!