Nübüvvet yolunda vahiy, velâyet yolunda ise ilham adı verilen ilahî işaretlerle hareket eden peygamber ve velîlerden mantığa ters gelen haller zuhur etse de, susmak, yapılacak en doğru harekettir. Nitekim, Hz. Ebubekir, Resûlullah'a Hudeybiye günü ısrarla karşı çıkan Hz. Ömer'e, "Allah'a karşı gelme!" demiş ve ona karşı çıkmıştır.
Şüphesiz, Allah tarafından sevilmiş ve seçilmiş insanlar, O'nun himayesi ve koruması altındadırlar. Onlarda görülen her hâl ve hareket, Allah'ın tecellilerinin bir görüntüsünden ibarettir. Denilebilir ki; bu büyük zatlara halleri, Allah tarafından bir elbise gibi giydirilir. Bu itibarla, Resûlullah'tan sonra kıyamete dek, varis-i Resûullah olarak tanımlanan zâtlara gösterilecek olan itaat ve teslimiyet de, aynen Resûlullah'a gösterilen itaat ve teslimiyet şeklinde olmalıdır. İnsanlığın kurtuluşu ve huzuru için, bu teslimiyet müessesesinin devamı zaruridir.
* Hudeybiye anlaşmasının taşıdığı bazı ağır maddeler, Müslümanların itirazlarına sebep olmuştu. Ancak hiçbiri Peygamber'e herhangi bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Sadece öfkesi ve celadeti ile tanınan Hz. Ömer, Resûlullah'a ısrarlı sorular sormuş, bu soruları O'na itiraz etme noktasına kadar vardırmıştı. Ve Hz. Ömer'in kalbi, ancak Fetih sûresinin nazil oluşuyla mutmain olmuş, sakinleşebilmişti.
Öte yandan Hz. Ebubekir'in, Resûlullah'ın antlaşmayı onaylamakla kalmayıp, Süheyl'in henüz iman eden oğlunu geri göndermesine olan tavrı ilginçtir. Ashabın hemen hepsi bu işe büyük tepki gösterirken Hz. Ebubekir; "O, Allah'ın Resûlüdür. O'na karşı çıkılmaz!", demekle yetinmiştir.
Bir yanda, Hz. Muhammed'e (sav) sorduğu sorularla bile tatmin olmayan, ancak âyetin inişiyle sakinleşen Hz. Ömer, öte yanda, Resûlullah'dan gelen her hali sorgusuz, sualsiz, itirazsız kabul eden Hz. Ebubekir... Hz. Ebubekir'i, tartışmasız ashabın en büyüğü yapan diğer üstün vasıfların yanında, bu sonsuz teslimiyetidir. Öyle bir teslimiyet ki, onda ne bir şüpheye ne de bir soru işaretine en ufak yer yoktur. "Senin Muhammed'in şimdi de mi'râc ettiğini iddia ediyor", diyen müşriklere Hz. Ebubekir; "O söylüyorsa doğrudur", cevabını vermiştir. O hayatının her safhasında, Allah Resûlü'ne karşı teslimiyetin en müthiş örneğini sergilemiştir. Ve ona, ashabın en büyüğü olma şerefini kazandıran bu halidir. Peygamber onun hakkında; "Peygamberler hariç, güneş, Ebubekir'den daha hayırlı bir insanın üzerine doğmadı", buyurarak ondaki bu üstün hâli ifade etmektedir. Şüphesiz, diğer sahabilerin de Resûlullah'a sonsuz bir bağlılık ve teslimiyetleri vardı. Ancak Hz. Ebubekir, farklı bir konuma sahipti. Hudeybiye günü herkesin kalbinden ayrı bir tepki ve itiraz geçerken, onun en ufak bir kuruntuya kapılmadığını görüyoruz. Başta da söylediğimiz gibi, onun bağlılığında toplu iğne başı kadar bile bir şüphe ve kuruntunun yeri yoktur. Ebubekir bu bağlılığı ve teslimiyeti ile inananlara her devirde güzel bir örnek teşkil etmektedir.
* Hudeybiye antlaşması, yakın zamandaki Mekke fethinin müjdelendiği bir hadise olması bakımından da önem taşır. Bu antlaşma iki bakımdan bir fetih müjdesidir: Maddî ve manevî. Cenâb-ı Hak, Fetih sûresinde: "Allah, Resûlü'nün rü'yâsını doğru çıkardı. İnşaallah, Mescid-i Haram'a emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak korkmaksızın gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediklerinizi bildi de Mekke fethinden önce, yakın bir fetih yaptı", buyurarak Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethedileceğini Resûlüne haber vermektedir. Bu, Müslümanların işkence ve zulümler yüzünden bırakmak zorunda kaldıkları yurtlarına dönmekle kalmayıp, oranın hakimi olacaklarının da müjdesidir.
Bir de manevî fetih vardır ki, bu gönüllerin fethidir. Hudeybiye'den sonra insanların kitleler halinde İslâm'ı kabul ettiğini gören Kureyş'in İslâmiyet'e karşı direnecek gücü kalmamıştı. Kureyş ulularının çoğu öldürülmüştü. Geride kalanlardan, akıl sahibi olanları da yavaş yavaş doğruyu görüyor, Müslümanlığı kabul ediyorlardı. Halid b. Velid ile Amr b. As, bunlardan sadece ikisidir. İnsanlar, Resûlullah'ın ve getirdiği düzenin üstünlüğünü, kusursuzluğunu bu barış devresinde farketmiş, kurtuluşun İslâmiyet'te olduğunu anlamışlardı. Netice olarak, Müslümanlar da İslâm'ın kesin bir zafere ulaştığını, Feth-i Mübin'in yaklaştığını farketmişlerdi.
* Müslümanların ehl-i küfürle ilk anlaşması olan Hudeybiye muahedesi büyük bir tarihî değer taşımaktadır. Bu muahede ile, Kureyş müşrikleri, küfür öncülüğü statüsünü kaybetmişlerdir. Daha evvel bütün Arap kabileleri, Müslümanlara karşı hareketlerinde Kureyş'i örnek alıyorlardı. Kureyş müşrikleri ise, Müslümanlara karşı çok katı bir husûmet içinde idiler. Burada, şer güçlerin birliğinin dağılmasının İslâm için bir rahmet olduğunu anlıyoruz.
* Mekkelilerle müzakerede bulunmak üzere Hz. Osman'ın gönderilmesi ve onun göz hapsinde tutulması, başta Resûlü Ekrem olmak üzere Müslümanları galeyana getirdi. Hatta bir ara Hz. Osman'ın öldürüldüğü şayiası bile yayıldı. Bunun üzerine Resûlü Ekrem, vadide bir ağaç altında bütün arkadaşlarından biat istedi. Buna "Rıdvan" veya "Hudeybiye Biatı" denir ki, bu biat Müslümanların tek yumruk olduğunu gösterdi. Bu biat, müşrikler için caydırıcı oldu. Bu biat, Hudeybiye muahedesini hazırladı. Burada, hak yolda kararlılık, birlik ve beraberliğin önemi bir kez daha anlaşıldı.
* Hudeybiye muahedesi ile müşrikler, Müslümanların varlığını tanımış oldular. Bu, büyük bir siyasî neticedir. Buna, müşrikler dışında diğer kabilelerin muhayyer kalması da eklenirse; bu neticenin İslâm'ın yayılması istikametinde hızlı bir gelişmeye sebep olacağı açıktı, nitekim öyle de oldu.
Şüphesiz, Allah tarafından sevilmiş ve seçilmiş insanlar, O'nun himayesi ve koruması altındadırlar. Onlarda görülen her hâl ve hareket, Allah'ın tecellilerinin bir görüntüsünden ibarettir. Denilebilir ki; bu büyük zatlara halleri, Allah tarafından bir elbise gibi giydirilir. Bu itibarla, Resûlullah'tan sonra kıyamete dek, varis-i Resûullah olarak tanımlanan zâtlara gösterilecek olan itaat ve teslimiyet de, aynen Resûlullah'a gösterilen itaat ve teslimiyet şeklinde olmalıdır. İnsanlığın kurtuluşu ve huzuru için, bu teslimiyet müessesesinin devamı zaruridir.
* Hudeybiye anlaşmasının taşıdığı bazı ağır maddeler, Müslümanların itirazlarına sebep olmuştu. Ancak hiçbiri Peygamber'e herhangi bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Sadece öfkesi ve celadeti ile tanınan Hz. Ömer, Resûlullah'a ısrarlı sorular sormuş, bu soruları O'na itiraz etme noktasına kadar vardırmıştı. Ve Hz. Ömer'in kalbi, ancak Fetih sûresinin nazil oluşuyla mutmain olmuş, sakinleşebilmişti.
Öte yandan Hz. Ebubekir'in, Resûlullah'ın antlaşmayı onaylamakla kalmayıp, Süheyl'in henüz iman eden oğlunu geri göndermesine olan tavrı ilginçtir. Ashabın hemen hepsi bu işe büyük tepki gösterirken Hz. Ebubekir; "O, Allah'ın Resûlüdür. O'na karşı çıkılmaz!", demekle yetinmiştir.
Bir yanda, Hz. Muhammed'e (sav) sorduğu sorularla bile tatmin olmayan, ancak âyetin inişiyle sakinleşen Hz. Ömer, öte yanda, Resûlullah'dan gelen her hali sorgusuz, sualsiz, itirazsız kabul eden Hz. Ebubekir... Hz. Ebubekir'i, tartışmasız ashabın en büyüğü yapan diğer üstün vasıfların yanında, bu sonsuz teslimiyetidir. Öyle bir teslimiyet ki, onda ne bir şüpheye ne de bir soru işaretine en ufak yer yoktur. "Senin Muhammed'in şimdi de mi'râc ettiğini iddia ediyor", diyen müşriklere Hz. Ebubekir; "O söylüyorsa doğrudur", cevabını vermiştir. O hayatının her safhasında, Allah Resûlü'ne karşı teslimiyetin en müthiş örneğini sergilemiştir. Ve ona, ashabın en büyüğü olma şerefini kazandıran bu halidir. Peygamber onun hakkında; "Peygamberler hariç, güneş, Ebubekir'den daha hayırlı bir insanın üzerine doğmadı", buyurarak ondaki bu üstün hâli ifade etmektedir. Şüphesiz, diğer sahabilerin de Resûlullah'a sonsuz bir bağlılık ve teslimiyetleri vardı. Ancak Hz. Ebubekir, farklı bir konuma sahipti. Hudeybiye günü herkesin kalbinden ayrı bir tepki ve itiraz geçerken, onun en ufak bir kuruntuya kapılmadığını görüyoruz. Başta da söylediğimiz gibi, onun bağlılığında toplu iğne başı kadar bile bir şüphe ve kuruntunun yeri yoktur. Ebubekir bu bağlılığı ve teslimiyeti ile inananlara her devirde güzel bir örnek teşkil etmektedir.
* Hudeybiye antlaşması, yakın zamandaki Mekke fethinin müjdelendiği bir hadise olması bakımından da önem taşır. Bu antlaşma iki bakımdan bir fetih müjdesidir: Maddî ve manevî. Cenâb-ı Hak, Fetih sûresinde: "Allah, Resûlü'nün rü'yâsını doğru çıkardı. İnşaallah, Mescid-i Haram'a emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak korkmaksızın gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediklerinizi bildi de Mekke fethinden önce, yakın bir fetih yaptı", buyurarak Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethedileceğini Resûlüne haber vermektedir. Bu, Müslümanların işkence ve zulümler yüzünden bırakmak zorunda kaldıkları yurtlarına dönmekle kalmayıp, oranın hakimi olacaklarının da müjdesidir.
Bir de manevî fetih vardır ki, bu gönüllerin fethidir. Hudeybiye'den sonra insanların kitleler halinde İslâm'ı kabul ettiğini gören Kureyş'in İslâmiyet'e karşı direnecek gücü kalmamıştı. Kureyş ulularının çoğu öldürülmüştü. Geride kalanlardan, akıl sahibi olanları da yavaş yavaş doğruyu görüyor, Müslümanlığı kabul ediyorlardı. Halid b. Velid ile Amr b. As, bunlardan sadece ikisidir. İnsanlar, Resûlullah'ın ve getirdiği düzenin üstünlüğünü, kusursuzluğunu bu barış devresinde farketmiş, kurtuluşun İslâmiyet'te olduğunu anlamışlardı. Netice olarak, Müslümanlar da İslâm'ın kesin bir zafere ulaştığını, Feth-i Mübin'in yaklaştığını farketmişlerdi.
* Müslümanların ehl-i küfürle ilk anlaşması olan Hudeybiye muahedesi büyük bir tarihî değer taşımaktadır. Bu muahede ile, Kureyş müşrikleri, küfür öncülüğü statüsünü kaybetmişlerdir. Daha evvel bütün Arap kabileleri, Müslümanlara karşı hareketlerinde Kureyş'i örnek alıyorlardı. Kureyş müşrikleri ise, Müslümanlara karşı çok katı bir husûmet içinde idiler. Burada, şer güçlerin birliğinin dağılmasının İslâm için bir rahmet olduğunu anlıyoruz.
* Mekkelilerle müzakerede bulunmak üzere Hz. Osman'ın gönderilmesi ve onun göz hapsinde tutulması, başta Resûlü Ekrem olmak üzere Müslümanları galeyana getirdi. Hatta bir ara Hz. Osman'ın öldürüldüğü şayiası bile yayıldı. Bunun üzerine Resûlü Ekrem, vadide bir ağaç altında bütün arkadaşlarından biat istedi. Buna "Rıdvan" veya "Hudeybiye Biatı" denir ki, bu biat Müslümanların tek yumruk olduğunu gösterdi. Bu biat, müşrikler için caydırıcı oldu. Bu biat, Hudeybiye muahedesini hazırladı. Burada, hak yolda kararlılık, birlik ve beraberliğin önemi bir kez daha anlaşıldı.
* Hudeybiye muahedesi ile müşrikler, Müslümanların varlığını tanımış oldular. Bu, büyük bir siyasî neticedir. Buna, müşrikler dışında diğer kabilelerin muhayyer kalması da eklenirse; bu neticenin İslâm'ın yayılması istikametinde hızlı bir gelişmeye sebep olacağı açıktı, nitekim öyle de oldu.