Emin ÜSTÜN
Bildiğimiz gibi Türklerin anavatanı Orta Asya'daki Altay, Sayan dağları ve çevreleri idi. Türkler buralarda yaşam mücadelesi vermiş o ölçüde de güç sahibi olmuşlardır. Çünkü Orta Asya'nın elverişsiz ve şiddetli iklimi, tabiatla birebir mücadeleyi zorunlu kılmıştır. Şöyle ki bu mücadele; tabiata hakim olma ve hayatta kalabilme şeklinde tezahür etmiştir. Tabii ki kışın dondurucu soğuklara, yazın da kavurucu sıcaklara karşı dayanabilmek o kadar kolay olmamıştır. Bu elverişsiz şartlara bağlı olarak "Türk Karakteri" de sert bir mizaçta oluşmuştur. Yani yaşamak için tabiat gibi sert olmak gerekliydi. Öte yandan Türkler bu iklime uygun olarak yaşam şekli oluşturmuşlardı. Bu da "yaylak ve kışlak" olarak belirlenmişti. Yazın otlakların gür olduğu, nispeten daha serin yüksek yerlere göç edilirdi. Kışın da tam aksine daha aşağılara ve kuytu yerlere yerleşilirdi. Bazı kışlarda orman kenarları mesken tutulurdu. Bu sayede aşırı soğuklardan ve fırtınalardan biraz olsun korunulurdu. (1)
Esasen Türkler tarihleri boyunca ormanlara genelde girmemişlerdir. Çünkü orman Türkler arasında boğulma hissi yaratıyordu, bu nedenle bozkırların geniş ufuklu hür ovaları tercih ediliyordu. İşte genel hatlarıyla çizdiğimiz bu hayat tarzına "atlı-göçebe" hayat tarzı diyoruz (2). Bu hayat tarzı sayesinde Türkler pek erken zamanlarda birçok meziyete sahip olmuşlardır. Askeri kabiliyet, devlet kurma, hakimiyet anlayışı, teşkilatçılık, yönetim kabiliyeti, dayanıklılık... bunlardan sadece bazılarıdır. Türk kavimleri bu özellikler sayesinde diğer kavimleri hakimiyet altına almış ve onlara adaletle hükmetmişlerdir. Türk hakimiyetini kolaylaştıran en önemli unsurlardan biri de "at" idi (3). Döneminin en iyi ulaşım aracı olan atı Türkler süratle kullanıyor, hatta at üzerindeyken sağa, sola, öne, arkaya isabetli oklar atıyorlardı. Bu sürat özellikle Çinliler arasında şaşkınlığa neden oluyordu ve Türkler, Çin ülkesine aniden girip kuş gibi geri çekilebiliyorlardı. Bu bilgiden Hunların sınır boylarında devamlı sefer halinde olduklarını anlayabiliriz (4). Peki Türkler'in sayılarıyla orantılı olmayacak kadar büyük zafer başarmalarının başka bir nedeni yok muydu? Elbette vardı. Bunu da manevi boyutuyla açıklamakta yarar vardır. Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce "Gök Tanrı"ya inanıyorlardı (5). Ona kurban kesiyor ve onun adına toylar düzenliyorlardı. Türklerin sayısı Çinlilerden kıyaslanmayacak derecede azdı. (Tabi burada Çin'in büyük bir medeniyete sahip olduğunu da inkar etmemek yerinde bir düşünce olur). Türkler savaş çıkmadan önce ellerini havaya kaldırıyor ve Gök Tanrı'dan yardım istiyorlardı. Buna bağlı olarak Türkler gelenek, görenek, örf ve adetlerine de son derece bağlı bir ırk idi.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Orta Asya'nın elverişsiz şartları Türkleri sürekli zora sokuyordu. İklim yüzünden bazı zamanlar bulaşıcı ve öldürücü hastalıklar ortaya çıkıyor, bu salgın yüzünden hayvanların büyük bir kısmı telef oluyordu. Türkler bu salgına "yut" diyorlardı (6). Yut-lara kendi aralarındaki anlaşmazlıklar, dış baskılar, otlak ve meraların yetersizliği, yeni yerler fethetme arzusu da eklenince, Türkler tarihin akışını değiştirecek "Kavimler Göçü"nü başlatmışlardır. Bu göç hareketi nedeniyle Avrupa'nın etnik yapısı değişti, Türkler giderek batıya doğru ilerlemeye başladı. Böylece Anadolu'nun ilelebet Türk yurdu olması sağlandı (7). Tabii ki Anadolu'dan çıkarmak için birçok ince plan yapıldı, fakat hepsi boşa çıktı. Bu planlar sadece savaşa bağlı değildi, kültürel baskılar, siyasi baskılar, stratejik oyunlar, egemenliğin tehdidi de bu planlar içerisindeydi (8). Batı bilim ve teknikte ilerlemeye başlayınca; bir zamanın ilerlemiş ve güçlü toplumları geri kalmaya, güçsüz toplumları ise güç kazanmaya ve terakki kaydetmeye muktedir olmuşlardır (9).
1-Bu konuda geniş bilgi almak için bkz. Prof. Dr. Salim Koca, Türk Kültürün Temelleri, II, Trabzon 2000.
2-Atlı-göçebe hayat tarzı tamamen Türklerin vücuda getirdiği yaşam şeklidir. Bunun yanısıra bu hayat tarzı ilkel toplumlardaki göçer hayat tarzı ile kesin hatlarla ayrılmıştır. Örneğin; ilkel toplum tamamen toplayıcılıkla ayakta dururken, eski Türk toplumunda ekonomi hayvancılığa dayanıyordu. Başka bir örnek ise; ilkel toplumlarda devlet yoktur, Türk toplumunda ise devlet adeta özdeşleşmiş bir mahiyet arzediyordu. Ayrıntılı bilgi için bkz. A.g.e., s.24.
3-At ilk defa Anar kültüründe görülmüştür. Koppers, 1941, 450, 473/496, 524.
Türk atı Arap atı gibi gösterişli değildi, boyu kısa idi; fakat elverişsiz şartlara dayanıklı idi.
4-MÖ. 176 tarihinde Mete, Çin İmparatoriçesine yazdığı mektupta "Irmaklar ve gökler arasında doğdum; geniş yaylalarda sığırlar ve onların arasında büyüdüm; kendimi sık sık sınır boylarında buldum" der. De Groot, 1921, 72.
5-Eski Türk dininin merkezinde Gök Tanrı (Kök Tengri) inancı bulunuyordu. Yapılan araştırmaların hepsi bu inancın semavi bir temele dayandığını kanıtlamıştır. Eliade Gök Tanrı inancını Orta Asya topluluklarının karakteristik bir sistemi olarak görmektedir. Giranuad bunu Türklerin ana kültü şeklinde değerlendirmektedir. Kafesoğlu, 1977, 259; Günay Güngör, 1997, 36. (S KOCA a.g.e).
6-Kaşgarlı, Yut'u kışın soğukta hayvanları öldüren felaket olarak tarif etmektedir. Kaşgarlı Mahmud 1941, 111, 142.
7-Alparslan Binzans ordusu ile az bir kuvvetle karşılaşmak zorunda kalmıştır. Ordusuna güvenen Romanos Diogenes İslam ülkelerini zaptedeceğine inanıyor; Irak, Suriye, Horasan ve başkent Rey'i kumandanlarına vaad ediyordu. Camileri kilise yapacağına inanıyor, Alparslan'ın nerede teslim olacağını soruyordu. Ayrıca İsfahan ve Hemedan'da kışlayacağına inanıyordu. Bu kaba muameleye dayanamayan Türk elçisi "Hayvanlarınız orada kışlar; ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem" şeklinde manalı bir cümle sarfeder.
Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü 55.000 kişilik ordusu ile Romanos Diogenes'in 200.000 kişilik ordusunu bertaraf eder.
8-Nitekim bugün Avrupa'nın bize uyguladığı siyaset, ister istemez tarihin geniş sayfalarını gözümüzün önüne getiriyor.
9-İşte bu bağlamda bizlere düşen görev Batı'nın ilim ve tekniğinden faydalanarak ileri toplumlar seviyesine yükselmektir. Aksi taktirde Tanzimatta olduğu gibi tekniği şeklen alırsak hayal kırıklığına uğramamız kesindir.
Bildiğimiz gibi Türklerin anavatanı Orta Asya'daki Altay, Sayan dağları ve çevreleri idi. Türkler buralarda yaşam mücadelesi vermiş o ölçüde de güç sahibi olmuşlardır. Çünkü Orta Asya'nın elverişsiz ve şiddetli iklimi, tabiatla birebir mücadeleyi zorunlu kılmıştır. Şöyle ki bu mücadele; tabiata hakim olma ve hayatta kalabilme şeklinde tezahür etmiştir. Tabii ki kışın dondurucu soğuklara, yazın da kavurucu sıcaklara karşı dayanabilmek o kadar kolay olmamıştır. Bu elverişsiz şartlara bağlı olarak "Türk Karakteri" de sert bir mizaçta oluşmuştur. Yani yaşamak için tabiat gibi sert olmak gerekliydi. Öte yandan Türkler bu iklime uygun olarak yaşam şekli oluşturmuşlardı. Bu da "yaylak ve kışlak" olarak belirlenmişti. Yazın otlakların gür olduğu, nispeten daha serin yüksek yerlere göç edilirdi. Kışın da tam aksine daha aşağılara ve kuytu yerlere yerleşilirdi. Bazı kışlarda orman kenarları mesken tutulurdu. Bu sayede aşırı soğuklardan ve fırtınalardan biraz olsun korunulurdu. (1)
Esasen Türkler tarihleri boyunca ormanlara genelde girmemişlerdir. Çünkü orman Türkler arasında boğulma hissi yaratıyordu, bu nedenle bozkırların geniş ufuklu hür ovaları tercih ediliyordu. İşte genel hatlarıyla çizdiğimiz bu hayat tarzına "atlı-göçebe" hayat tarzı diyoruz (2). Bu hayat tarzı sayesinde Türkler pek erken zamanlarda birçok meziyete sahip olmuşlardır. Askeri kabiliyet, devlet kurma, hakimiyet anlayışı, teşkilatçılık, yönetim kabiliyeti, dayanıklılık... bunlardan sadece bazılarıdır. Türk kavimleri bu özellikler sayesinde diğer kavimleri hakimiyet altına almış ve onlara adaletle hükmetmişlerdir. Türk hakimiyetini kolaylaştıran en önemli unsurlardan biri de "at" idi (3). Döneminin en iyi ulaşım aracı olan atı Türkler süratle kullanıyor, hatta at üzerindeyken sağa, sola, öne, arkaya isabetli oklar atıyorlardı. Bu sürat özellikle Çinliler arasında şaşkınlığa neden oluyordu ve Türkler, Çin ülkesine aniden girip kuş gibi geri çekilebiliyorlardı. Bu bilgiden Hunların sınır boylarında devamlı sefer halinde olduklarını anlayabiliriz (4). Peki Türkler'in sayılarıyla orantılı olmayacak kadar büyük zafer başarmalarının başka bir nedeni yok muydu? Elbette vardı. Bunu da manevi boyutuyla açıklamakta yarar vardır. Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce "Gök Tanrı"ya inanıyorlardı (5). Ona kurban kesiyor ve onun adına toylar düzenliyorlardı. Türklerin sayısı Çinlilerden kıyaslanmayacak derecede azdı. (Tabi burada Çin'in büyük bir medeniyete sahip olduğunu da inkar etmemek yerinde bir düşünce olur). Türkler savaş çıkmadan önce ellerini havaya kaldırıyor ve Gök Tanrı'dan yardım istiyorlardı. Buna bağlı olarak Türkler gelenek, görenek, örf ve adetlerine de son derece bağlı bir ırk idi.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Orta Asya'nın elverişsiz şartları Türkleri sürekli zora sokuyordu. İklim yüzünden bazı zamanlar bulaşıcı ve öldürücü hastalıklar ortaya çıkıyor, bu salgın yüzünden hayvanların büyük bir kısmı telef oluyordu. Türkler bu salgına "yut" diyorlardı (6). Yut-lara kendi aralarındaki anlaşmazlıklar, dış baskılar, otlak ve meraların yetersizliği, yeni yerler fethetme arzusu da eklenince, Türkler tarihin akışını değiştirecek "Kavimler Göçü"nü başlatmışlardır. Bu göç hareketi nedeniyle Avrupa'nın etnik yapısı değişti, Türkler giderek batıya doğru ilerlemeye başladı. Böylece Anadolu'nun ilelebet Türk yurdu olması sağlandı (7). Tabii ki Anadolu'dan çıkarmak için birçok ince plan yapıldı, fakat hepsi boşa çıktı. Bu planlar sadece savaşa bağlı değildi, kültürel baskılar, siyasi baskılar, stratejik oyunlar, egemenliğin tehdidi de bu planlar içerisindeydi (8). Batı bilim ve teknikte ilerlemeye başlayınca; bir zamanın ilerlemiş ve güçlü toplumları geri kalmaya, güçsüz toplumları ise güç kazanmaya ve terakki kaydetmeye muktedir olmuşlardır (9).
1-Bu konuda geniş bilgi almak için bkz. Prof. Dr. Salim Koca, Türk Kültürün Temelleri, II, Trabzon 2000.
2-Atlı-göçebe hayat tarzı tamamen Türklerin vücuda getirdiği yaşam şeklidir. Bunun yanısıra bu hayat tarzı ilkel toplumlardaki göçer hayat tarzı ile kesin hatlarla ayrılmıştır. Örneğin; ilkel toplum tamamen toplayıcılıkla ayakta dururken, eski Türk toplumunda ekonomi hayvancılığa dayanıyordu. Başka bir örnek ise; ilkel toplumlarda devlet yoktur, Türk toplumunda ise devlet adeta özdeşleşmiş bir mahiyet arzediyordu. Ayrıntılı bilgi için bkz. A.g.e., s.24.
3-At ilk defa Anar kültüründe görülmüştür. Koppers, 1941, 450, 473/496, 524.
Türk atı Arap atı gibi gösterişli değildi, boyu kısa idi; fakat elverişsiz şartlara dayanıklı idi.
4-MÖ. 176 tarihinde Mete, Çin İmparatoriçesine yazdığı mektupta "Irmaklar ve gökler arasında doğdum; geniş yaylalarda sığırlar ve onların arasında büyüdüm; kendimi sık sık sınır boylarında buldum" der. De Groot, 1921, 72.
5-Eski Türk dininin merkezinde Gök Tanrı (Kök Tengri) inancı bulunuyordu. Yapılan araştırmaların hepsi bu inancın semavi bir temele dayandığını kanıtlamıştır. Eliade Gök Tanrı inancını Orta Asya topluluklarının karakteristik bir sistemi olarak görmektedir. Giranuad bunu Türklerin ana kültü şeklinde değerlendirmektedir. Kafesoğlu, 1977, 259; Günay Güngör, 1997, 36. (S KOCA a.g.e).
6-Kaşgarlı, Yut'u kışın soğukta hayvanları öldüren felaket olarak tarif etmektedir. Kaşgarlı Mahmud 1941, 111, 142.
7-Alparslan Binzans ordusu ile az bir kuvvetle karşılaşmak zorunda kalmıştır. Ordusuna güvenen Romanos Diogenes İslam ülkelerini zaptedeceğine inanıyor; Irak, Suriye, Horasan ve başkent Rey'i kumandanlarına vaad ediyordu. Camileri kilise yapacağına inanıyor, Alparslan'ın nerede teslim olacağını soruyordu. Ayrıca İsfahan ve Hemedan'da kışlayacağına inanıyordu. Bu kaba muameleye dayanamayan Türk elçisi "Hayvanlarınız orada kışlar; ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem" şeklinde manalı bir cümle sarfeder.
Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü 55.000 kişilik ordusu ile Romanos Diogenes'in 200.000 kişilik ordusunu bertaraf eder.
8-Nitekim bugün Avrupa'nın bize uyguladığı siyaset, ister istemez tarihin geniş sayfalarını gözümüzün önüne getiriyor.
9-İşte bu bağlamda bizlere düşen görev Batı'nın ilim ve tekniğinden faydalanarak ileri toplumlar seviyesine yükselmektir. Aksi taktirde Tanzimatta olduğu gibi tekniği şeklen alırsak hayal kırıklığına uğramamız kesindir.