Bir bilim adamı olarak bazı gerçeklerin ortaya çıkması için bazı soruları sormadan da geçemem. Onun için Fethullah Gülen, eğer gerçekten vatansever ise ABD'ye kaçmak yerine Türkiye'de kalıp hapse girerek davasının arkasında durması gerekmez miydi? Ayrıca gerçek anlamda iyi niyetini gösterebilmesi için kanımca şu üç sorunun cevabını da vermesi gerekir: 1-Fethullah Gülen eğer suçsuzsa niçin ABD'ye kaçmış ve kendisine 130 dönümlük arazide bir köşk verilmiştir? Oysa ABD'nin çıkarlarına uymayan ve onlarla birlikte çalışmayan Rum asıllı Cat Stevens (Yusuf İslam) ABD'ye turistik seyahat yapmak istediğinde ülkeye girişine bile izin verilmemiştir. 2- Dünya'nın çeşitli ülkelerinde açılan Fethullah Gülen okullarında eğitim dili neden Türkçe değil de İngilizce'dir. Bu bir çeşit kültür misyonerliği değil midir? Ayrıca basında bu okullarda yeşil pasaportlu ABD'den maaş alan ajanlarının görev yaptıkları iddia edilmektedir. Eğer bu haber doğru ise ABD, Saddamı Kuveyt'ten çıkarmak için yaptığı I. Körfez Savaşının masrafını bile Arap ülkelerine ödetirken bu ajanların maaşlarını Türklüğe hizmet olsun diye mi ödemektedir?3- Cemaatin düzenlediği "Abant Toplantı"larına katılan bazı isimler (Oral Çalışlar, Hırant Dink) aynı zamanda bundan 2005 yılında Bilgi Üniversitesi'nde toplanan Ermeni soykırım toplantısına da katılmıştır. Bunlardan Hırant Dink Türklüğe hakaretten 6 ay hapis cezası almıştır. Bunlarla Fethullah Gülen ve cemaati arasındaki ortak nokta nedir? Ayrıca Fethullah Gülen'in ikinci adamı durumundaki Nurettin Veren, ABD'ye giderek kendisinin Türkiye'ye dönmesini ve ABD çıkarlarına hizmet etmemesini söylediği için tekme tokat dövülerek köşkten kovulduğunu iddia etmektedir. Yine onun iddiasına göre Nurettin Veren'in eşi cemaatin zorlamasıyla kendisinden boşanmış ve kendisini terk eden çocuklarına Gülen Cemaatı maaş bağlamıştır. Veren'in Ulusal Kanalda öne sürdüğü bu iddiaları bugüne kadar yalanlanmamıştır. O halde sükut ikrardan sayılmaz mı?Üzücü olan bir diğer konu da başta eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmak üzere Ecevit, Çiller, Türkeş, Recai Kutan, Muhsin Yazıcıoğlu gibi Türkiye'de başbakanlık, başbakan yardımcılığı, bakanlık ve parti liderliği yapmış kişiler de zaman zaman Fethullah Gülen ile görüşmüşler ve hakkında övücü sözler söylemişlerdir. Cumhuriyet yazarlarından Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet Gazetesindeki bir yazısında CHP içinde bile Fethullahçı milletvekillerinin olduğunu iddia etmiştir. Yukarıda adı geçen şahsiyetlerden Türkeş vefat etmiştir. Yaşayanlar acaba bugün Fethullah Gülen hakkında ne düşünmektedirler? Merak ediyorum. Türkiye'de Misyonerliğin Ulaştığı Boyutlar ATO'nun Rapora göre misyonerlikle ilgili İstanbul'da 126 kilise, 4 dergi, 1 kafe, 36 dernek, 7 gazete, 12 internet sitesi, 1 müze, 1 otel, 6 radyo, 6 şirket, 44 vakıf ve 2 yayınevi bulunuyor. İzmir'de ise misyoner faaliyetleri ile ilgili olarak toplam 8 cemaat veya topluluk bulunmaktadır. Yine aynı rapora göre Türkiye'de Hıristiyan cemaati sayısının 50-55 bin olarak tahmin edilmekte 3000'den fazla kilise çok sayıda kitabevi 1 kütüphane, 6 dergi, onlarca vakıf. Yayınevleri, 5 radyo, çok sayıda manastır, 2 kafe, 1 acenta 1 mahfil, 7 şirket 1otel, 1 tercüme bürosu 7 gazete 1 tarihi eser, 2 müze 4 harabe 1 kale onlarca dernek bulunduğu kaydedildi. Bu çalışmaların sonucu olarak, Batıkent Protestan Kilisesi'nde 37 öğrenci Hıristiyan yapıldı. Bundan başka Gazi Üniversitesi'nde 138 kişi, Hacettepe Üniversitesi'nden 6 kişi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 245 kişi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden 97 kişi din değiştirerek Hıristiyan olmuşlardır. Yazar şair Atilla İlhan 1.12.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir yazısında misyonerlerin Türkiye'de ulaştıkları hedefleri şöyle anlatmaktadır: "Ülkemizde misyoner cemaatlerinin sayısı 55 bin. Misyonerlik faaliyetlerini yürütenlerin büyük kısmı ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Avusturya, Almanya, İsveç, Romanya ve Güney Kore uyruklu kişilerdir. Misyoner faaliyetlerinin yoğunlaştığı illerin başında ise İstanbul, Ankara, Trabzon, Antalya, Adana, Hatay, Bursa Samsun ve Edirne gelmektedir. Kapadokya'da 2002'de yapılan toplantıda 1970 yılında Türkiye'de sadece 4 kişi Protestan iken bu sayı 2002 yılında 6000'e ulaşmıştır. Ayrıca bu sayının her yıl ikiye katlanması için her ilde kilise, her evde bir İncil ve her yerleşim biriminde bir önder ve bir topluluk sloganlarının benimsenmesi kararı alındı. Türkiye'de misyonerlik faaliyetini yürütenler 2004 yılında Alanya'da bir toplantı düzenlediler. Bu toplantının en çarpıcı noktalarından birisi "Türkiye'de hedefe adım adım yaklaşıldığı söylenirken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde çalışmaların hızlandırılması gerektiği kararı alındı. Önünüzdeki dönemde Erzurum, Eskişehir, Malatya ve Çanakkale hedef il olarak seçilirken Gaziantep, Kayseri ve Adana'da bazı kesimlerde misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştırılmasına karar verildi.Bir çeşit sömürgecilik olan misyonerliğin bu kadar yol almasında hiç şüphesiz AB'ye uyum yasalarının büyük rolü olmuştur. Ulus devleti tasfiye etmek amacı taşıyan Batı, bu yasaları Türkiye'ye karşı bir psikolojik savaş aracı olarak kullanmaktadır. Bana göre Türkiye'de bir de kültür misyonerliği söz konusudur. Türkiye'de bazı işyeri ve dükkan tabelaları ile gerek resmi ve gerekse özel bürokraside görev yapan kişilerin kartvizitleri İngilizce yazılmaktadır. Bu düpedüz sömürgeciliğin gönüllü kabulü olmalıdır. Acaba bunun örneğine bizim dışımızda hangi ülkede rastlanmaktadır? Avrupa'da böyle bir şey düşünülemez. Nitekim AB İşadamları Topluluğu Başkanı olan Fransız, İngilizce konuştuğu için protesto etmek amacıyla Fransız Cumhurbaşkanı Jack Chirac toplantıyı terk etmiştir. Prof. Manisalı (2004), "Bıçak Sırtında Cumhuriyet" adlı kitabında misyonerlik hakkında şunları yazar: "Türkiye gibi Müslüman bir ülkede gazete ve televizyon haberlerinde kiliseler, papazlar ve hatta rahibeler ön plana çıkar. Sadece İngiliz papazları değil diğerleri de. Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satışı artar." Prof. Manisalı'nın bu açıklamaları bize bir kanalda yer alan "Yabancı Damat" dizisini ve yine basında yer alan bir bayan mankenin bir Yunan vatandaşı ile evlenmek için Ortodoks Hıristiyan olduğunu hatırlatmaktadır. "Yabancı Damat" dizisinin Yunanistan tarafından finanse edildiği iddia edilmektedir. Bu doğru olmasa bile dizinin Yunanistan'da gösterilmesine ne denilecektir? Bu bir defa Türk geleneklerine aykırıdır. Çünkü bugüne kadar genellikle Hıristiyanlardan kız alınır fakat kız verilmezdi. Oysa, çokuluslu şirketlerin kanalları ile mütareke basını, ısrarla bunun tersini işlemektedir. Özel kanalların çoğunluğunun görevi bu olduğu için bunda yadırganacak bir durum yoktur. Fakat devletin televizyonu olan TRT-1 ve TRT-INT Ramazan ayında "İftara Doğru" programlarından birisini, İspanya'da yaşayan ve bir Katolik Hıristiyan'la evlenen bir Türk kızının evinden yaparak, bunu sanki Türk geleneklerine ve İslam inançlarına uygun bir durummuş gibi takdim etmekle acaba neye hizmet etmektedir? Ayrıca İftara Doğru programında yabancı birisine özellikle İngilizce ilahi söyletilmesi de bir çeşit kültürel misyonerlik değil midir?Yarın İlahiyat fakültelerine kadar uzanan misyonerlik