Orta Asya'da göçebe kabileler halinde yaşayan Moğollar, Cengiz Han'ın önderliğinde, ufak tefek yağma hareketlerini dünyanın fethini hedefleyen iddialı bir projeye dönüştürmeyi başarmışlardır. (P. M. Holt-Haçlılar Çağı-Tarih Vakfı Yurt Yay. s. 89)
Aslında tam anlamıyla "istila" olarak tanımlanabilen bu yayılmacı siyasetle İç Asya, Türkistan, Horasan, Afganistan, İran, Irak, Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Suriye yerle bir edilmiştir. Yapılan tahribat çeşitli kaynaklarda tasvir edilmiş, felaketin içeriği hakkında Moğolların mahiyetindeki alimler dahi aynı görüşü benimsemişlerdir.
Nitekim çağdaş Moğol tarihçisi Cuveyni istilanın boyutlarını aktardıktan sonra şehir ve köylerin birkaç defa yağma, tahrip ve katliamla karşı karşıya kaldığını anlatır. Akabinde bu bölgelerin kıyamete kadar nesilleri çoğalsa da eski nüfuslarının onda birine bile çıkamayacaklarını açıklar. Moğol istilasına şahit olan meşhur tarihçi İbn ul-Esir ise; "Dünyaya yaratıldığından beri böyle bir felaket ve musibet gelmemiş, tarih benzerini görmemiştir" der. (Prof. Dr. Osman Turan-Selçuklular Tarihi ve Türk- İslam Medeniyeti-Boğaziçi Yay., s. 483)
Haşhaşilerin ünlü Alamut kalesini ele geçirip İsmailileri temizlemek suretiyle İslam Dünyasını bu cinayet teşkilatından kurtaran, Tebriz'i büyük bir medeniyet merkezi yapan, Sultaniye ve Tahran'da büyük imar hareketini gerçekleştiren Moğolların (Prof. Dr. Osman Turan-age., s. 482) bütün bunlara rağmen tarihteki imajlarını düzeltmek pek mümkün olmamaktadır. Mesela, Halep kuşatmasında Haçlılarla işbirliğine gitmekten çekinmemişler, Hıristiyanlarla ittifak yaparak, onlardan takviye kuvvet sağlamışlardır. Bir başka örnekte ise; Hülagü'nün Şam'ı almasından sonra kendilerine özel koruma sağlamasını sevinçle karşılayan yerli Hıristiyanlar Ramazan ayında alenen şarap içip sokaklarda törenle haç dolaştırırlarken Müslümanları durdurup selamlamaya zorlamışlardır. (P. M. Holt-age. s. 90)
Aynı Hülagü Bağdat'ı alarak oradaki 36 kütüphaneyi yıkacak ve el yazma eserleri nehre atacak, Dicle günlerce siyah mürekkep akacaktır.
Moğollar kendi zamanlarında Nasıruddin Tusi (1201-1274) gibi bir bilgini himaye etmelerine, rasathaneler kurmalarına rağmen ufak sultanlıklar istila sonrasında tarumar olmuş, bir sürü göçler başlamış ve göçlerin ötesinde İslam Dünyasında ilmin zinde tutulmasını temin eden hamiyetkar hükümdarlar ortadan kalkmıştır. (Bilgi, Bilim ve İslam-İSAV, s. 60)
Diğer bir fitneyse artık hiç birimizin yabancısı olmadığı Haçlı Seferleridir. Batı Hıristiyanlarına Doğu'daki din kardeşlerini Türklerin baskı ve zulmünden (?) kurtaracak bir savaşa katılmanın inançları açısından çok şerefli bir görev olduğunu söyleyen Papa 2. Urbanus (Diyanet İslam Ans.-İlgili Makale, s. 526 9) ile başlayan bu süreç yaklaşık olarak iki asır sürmüştür. Aslında Haçlı Seferlerinin oluşum tarihi 28 Ekim 1095'tir ama bitişinin sekizinci Haçlı Seferi olduğunu söylemek pek kolay değildir. (Nitekim 11 Eylül olaylarının akabinde ABD Başkanının Haçlı seferleriyle ilgili sözlerini hatırlarsak düne ait gibi gözüken pek çok tarihsel olgunun bugünü nasıl etkilediğini daha iyi anlarız. Benzer sözleri daha sonra İtalyan Başbakanı Berlusconi de söylemiştir.)
Hıristiyanlar açısından Bizans İmparatorlarının 7. yüzyılda Müslüman halifelerine kaptırdığı kutsal toprakları geri almak, temel amaçlarını oluşturmaktadır. Gayelerini gerçekleştirmek için gereksinim duydukları özgüveni Endülüs'te uygulamaya koydukları Reconquista (yeniden fetih) hareketiyle sağlayacaklardır. Aslında Haçlı Seferleri; İspanya'daki Müslümanları Avrupa'dan çıkarma çabalarının bir uzantısı olarak görülebilir. (Bernard Lewis-Çatışan Kültürler-T. T. V. Yurt Yay., s. 12)
İlk on yedi ay içerisinde Trablusşam, Beyrut ve Sayda ele geçirilmiş, tahrip edilmiş, halkları katledilmiş veya sürülmüş, emirleri, kadıları öldürülmüş, camileri saldırıya uğramıştır. En az Endülüs'tekiler kadar küstah olan Frenkler, Halep Ulu Camii'nin minaresi üzerine devasa bir haç koymuşlardır. (Amin Maalouf-Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri-Telos Yay., s. 99) Anadolu, Suriye, Filistin Haçlı istilasına maruz kalmış, İslam dünyasının kalbine Urfa-Trablus-Kudüs kontlukları kurularak yerleşik düzene geçilmiştir.
Tarihte zihinlerden kuşaklar boyu silinmeyecek olan Kudüs' ün işgali sırasında gösterilen vahşet kaynaklarda şöyle aktarılır;
"Haçlılar şehre girerken Müslüman halkın bir kısmı Kubbetü's-Sahra'ya ve Mescid-i Aksa'ya sığınmaya çalıştı. Bir kısmı da şehrin güney mahallelerine doğru kaçtı. Fakat, sonuçta şehirde bulunan bütün Müslümanlar öldürüldü. Kubbetu's-Sahra yağmalandı, Mescid-i Aksa'ya sığınanlar kılıçtan geçirildi. Tarihçi Raimundus zaptın ertesi sabahı Harem-i Şerif mahallesine giderken her tarafı kaplayan cesetlerin arasında ve dizlerine kadar çıkan kar birikintilerinin içinden geçmek zorunda olduğunu söyler." (Diyanet İslam Ans.- a.g.m.)
Kendi beyanatlarıyla; yalnızca öldürülmüş Türk ve Müslümanları değil, köpekleri de yemekten iğrenmeyen böyle bir topluluk (Amin Maalouf-age., s. 64) için sağlıklı tespitlerde bulunmak oldukça güçtür.
Yine İbn'ül-Esir; "Doğudan Moğolların, Batıdan Haçlıların saldırısına uğrayan Müslümanlar hiç böylesine kritik bir konumda olmamışlardı" diyerek mevcut durumu ortaya koymuştur.
İslam dünyasında zuhur eden üçüncü büyük fitneyse Antik Yunan felsefesinin doğuya aktarılmasıdır. Bu çalışma kapsamlı olarak ilk defa Abbasi halifesi Me'mun zamanında yürütülmüştür. Çok tanrılı ve nübüvvetten mahrum Antik Yunan metafiziği İslam dünyasının Abbasi saraylarında alıcı bulmuştur. Özellikle Aristo ve Eflatun'un eserleriyle başlatılan tercüme süresi sonunda Müslümanlar arasında farklı bir "alım" tipi varlık göstermiştir. Nitekim vahiyden bağımsız düşünce üreten bu zümre sayesinde inanca ait birçok konu ve kavram tartışmaya açılmıştır. Tarih kitaplarına "Mihne yılları" diye geçecek olan bu dönemde Ehl-i Sünnet alimleri eza ve cefaya muhatap olmuşlardır.
İlginçtir ki; aynı zaman dilimi bilimsel bilginin ve teknolojik gelişmelerin oluştuğu bir devirdir. Fakat Yunan metafiziğinden alınan ilhamla dinsel bilginin karşısına felsefi bilgi çıkarılmış ve bu iki ayrı bilgi türü hakikate ulaşmada eşit statüde kabul edilmiştir.
Yunan felsefesinin İslam alemine aktarılması Moğol istilasına ve Haçlı Seferlerine kıyasla daha farklı bir konuma sahiptir. Çünkü yukarıda açıklanan ilk iki unsurda düşman askeriyle, silahıyla fiziksel bir varlık gösterirken hedefi Müslüman coğrafyasıdır. Grek metafiziğinin doğuya intikalinde ise fiziksel varlık sahibi bir düşman tasavvuru söz konusu değildir. Ve bu defa odaklanan obje; Darül İslam' ın toprakları değil, zihinleridir. Onun için felsefe hareketinin meydana getirdiği "akıl anarşisi" nin boyutlarını hesaplamak olanak dışıdır.
Mehmet MARUF
e-mail: mmaruf@mynet.com.tr