Yazı Dizisi: Ali Rıza Bayzan "Amerika İslam Dünyasından ne istiyor (6) ve Amerika'nın Küresel Din Projesi".
19.10.2002 00:00:00
hazırlayan: ali rıza bayzan / www.bayzan.net/ arbayzan@hotmail.com
Yazı Dizisi: Ali Rıza Bayzan "Amerika İslam Dünyasından ne istiyor (6) ve Amerika'nın Küresel Din Projesi".
"Bir kültür olarak İslam, sömürgeciliğin, içine nüfuz etmesine nispeten daha fazla direnmiş; sömürge döneminde, Hıristiyan misyonerler Müslüman topraklarında pek etkili olamamışlardı. Avrupalılar, bu direnişi hemen politik fanatizmin olduğu kadar dinsel fanatizmin de kanıt olarak kabul ettiler"
"Avrupa Ortak Pazarı Başkanı olduğu sırada Fransız devlet adamı Jacques Delors, Amerikan tahakkümünü dramatik bir biçimde dillendirmişti. Delors şöyle diyordu: "Amerikalı dostlarımıza sormak isterim: Bizim var olma hakkımız var mıdır? Geleneklerimizi, mirasımızı, dillerimizi korumaya hakkımız var mıdır?"
Küreselleşme daha doğrusu küreselleştirme sürecinde artık siyasetten ekonomiye, kültürden sanata, gündelik tüketimden davranış kalıplarına kadar hemen her alandaki farklılıklar buharlaş(tırıl)makta, yerini küresel devlerin hatta onların da tepesinde yer alan Amerika'nın dayattığı tarzlar almaktadır.(1) Artık Amerikan kültürü "küresel tek-kültür" olarak her yerde kendi tahakkümünü dayatmaktadır. Avrupa Ortak Pazarı Başkanı olduğu sırada Fransız devlet adamı Jacques Delors, Amerikan tahakkümünü dramatik bir biçimde dillendirmişti. Delors şöyle diyordu: "Amerikalı dostlarımıza sormak isterim: Bizim var olma hakkımız var mıdır? Geleneklerimizi, mirasımızı, dillerimizi korumaya hakkımız var mıdır?..."(2) Ancak henüz dinî farklılıklar, küreselleş(tir)me sürecinde "küresel mono-kültür" karşısında çok önemli bir istisna olarak varlıklarını korumaktadır. Başka deyişle küreselleş(tir)me sürecinin karşındaki en büyük engel dinî farklılıklardır. Bu nedenle ABD başta olmak üzere küresel devler, "küresel bir din" oluşturmak için de çalışmalar yapmaktadır.Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Orta Asya Masası araştırmacılarından Mehmet Seyfettin Erol'un da belirttiği gibi "Hollywood filmleri, Coca-Cola, McDonalds bu ortak kültürün (bizim ifademizdeki küresel mono-kültürün) en belirgin göstergeleridir. Bu noktada özellikle gençliğe yönelik global kültüre doğru bir sürükleme var. Dil olarak İngilizce artık bir dünya dili olarak kendini kabul ettirmiş durumda. Arkasından ekonomik olarak komünizmin iflasıyla birlikte, liberal ekonomi hakimiyetini ilan etmiş durumdadır. Geriye ortak inançlar (din) kalıyor ki bu noktada da arayışlar ve çalışmalar devam ediyor. Nitekim, dinler arası diyalog bunun bir sonucu... Dünya tarihine bakıyorsunuz, en temel ihtilaflardan birisi de din. İşin sanırım önemli, son noktası olarak da bu kaldı. Artık bundan sonra bu hadise üzerine yoğunlaşılacak."Küresel din projesinin merkezinde doğal olarak küresel devlerde egemen din olan Hıristiyanlık vardır. Yahudilik, evrensel değil ulusal bir din olduğu için küresel din projesinin merkezinde yer almaz. Buna göre küresel din, Hıristiyanlık merkezli bir dindir. Küresel din projesi çerçevesinde Hıristiyanlığın dışında kalan dinlerin Hıristiyanlık içinde eritilmesi amaçlanmaktadır. Küresel din projesini gerçekleştirmek için ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, Müslümanların karşısına iyi polis-kötü polis rolleri ile çıkmaktadır.
Amerika, boynumuza haç takmamızı ve sömürüye razı olmamızı istiyor:
ABD bu süreçte Müslümanları kabaca ikiye ayırmaktadır. Amerikan projelerini açık seçik bir biçimde sorgulayanlar, "fundamentalist/ radikal Müslümanlar" olarak tanımlanmaktadır. Amerikan projeleri ile uyum içinde olan Müslümanlar ise "liberal/ılımlı Müslümanlar" olarak tanımlanmaktadır. Buna göre örneğin Suudi Arabistan ile Salman Rüşdi gibi "şeytan ayetleri iftirası"nı savunan Pakistanlı profesör reformist ilahiyatçı Fazlu'r-Rahman da "liberal/ılımlı Müslümanlar" kategorisine dahil edilmektedir. Çünkü her ikisi de Amerikan çıkarlarına sadakatle bağlıdırlar. Buna karşılık Amerika'nın zulüm ve tahakkümünü sorgulayıp, masumların ve mazlumların haklarını savunan Müslümanlar, ister Gandhi tarzı pasif direnişte (sivil itaatsizlikte) bulunsun, ister nefsi müdafaa için Filistin'de olduğu gibi silahlı eylemde bulunsun fark etmez "fundamentalist/ radikal Müslümanlar" olarak yaftalanmaktadır.(3)
Bu çerçeveye göre sömürgeciliğe ve misyonerliğe direniş bile Batılılar tarafından "politik ve dinsel fanatizm" olarak algılanmaktadır. CIA bağlantılı düşünce kuruluşlarından RAND'ın ünlü yazarlarından Graham E. Fuller, Ian O. Lesser'in belirttiğine göre "Bir kültür olarak İslam, sömürgeciliğin, içine nüfuz etmesine nispeten daha fazla direnmiş; sömürge döneminde, Hıristiyan misyonerler Müslüman topraklarında pek etkili olamamışlardı. Avrupalılar, bu direnişi hemen politik fanatizmin olduğu kadar dinsel fanatizmin de kanıt olarak kabul ettiler."(4)
Buna göre fanatik ve fundamentalist sayılmak için sömürgeciliğe ve de haça boyun eğmemek yeterli sayılıyor. Öyleyse mana-i muhaliften yola çıkarsak, ılımlı/liberal müslüman sayılmanın ölçütü de sömürgecilikten ve de haça boyun eğmekten geçmektedir.
Batılılar için fanatizmin ve fundamentalizmin göstergelerinden birisi "şehitlik" kavramıdır. Bu nedenle kimi Batılı yazarlar, şehitlik konusundaki vurgusunu gerekçe göstererek Türk Ordusu'nun dahi fanatik ve fundamentalist bir damarının olduğunu iddia etmektedir.
Eski Başkanı Ronald Reagan'ın görevdeyken sarfettiği sözler, şehitlik kavramının, ABD siyasetine yön verecek kadar etkili olduğunu göstermektedir. Ancak Reagan, şehitlik kavramını tümüyle çarpık bir biçimde algılamaktadır. Şunu iddia ediyordu Reagan: "Yakın bir geçmişten bu yana, gerçek bir dinî savaşın çıkma ihtimaline şahit olmaktayız. Bu savaşın nedeni, Müslüman toplumların, Hıristiyan ve Yahudileri öldürme uğrunda hayatını kaybetmelerinin kendilerini cennete götüreceği düşüncesine yeniden sarılmış olmalarıdır."(5)
Şehitlik kavramını hedef alma ve çarpıtma konusunda yerli misyonerlerin Reagan'dan geri kalır yanı yoktur.(6) Şehitlik ve gazilik kavramlarının kritik önemine ilk olarak Osmanlı topraklarına gelen Amerikalı protestan misyonerler dikkat çekmiştir. Amerikalı misyonerlere göre Osmanlı'ya hayat veren ideallerden birisi şehitlik ve gazilik idealidir. Yine Amerikalı misyonerlere göre Osmanlı'nın zayıf noktası ise 'milletler sistemi' ve 'kapitülasyonlar'dır.(7)
Amerikalı misyonerlerin saptadığı Osmanlı'ya hayat veren idealler ile Osmanlı'nın zaaf noktalarının, Cumhuriyet Türkiyesi için de geçerli olduğunu düşünüyoruz. Şehitlik ve gazilik ideali, Türk askerinin birincil motivasyon kaynağıdır. 'Milletler sistemi' ve 'kapitülasyonlar'ın bugünkü karşılığının 'azınlıklar' ve 'küresel ekonomiye uyum' olduğunu belirtmeliyiz. Küreselleşme ve Avrupa Birliği sürecinde içine düş(ürüld)tüğümüz ekonomik krizler daha doğrusu yıkımlar ve Kopenhag Kriterleriyle dayatılan etnik parselasyon projeleri Cumhuriyet Türkiyesi için birincil tehdit konumundadır.
Şunu özellikle belirtelim ki Amerika, "Müslüman" kavramını sosyolojik bir etiket olarak kullanmaktadır. Amerikan çıkarlarını zedeleyenler, Batılı bir yaşam biçimini benimsemiş olsa dahi fark etmez, yine de fundamentalist/ radikal Müslümanlar olarak tanımlanmaktadırlar.(8)
3. Küresel Din Projesinin Bir Parçası Olarak Dinler arası Diyalog Süreci
ABD'nin ve AB'nin iyi polis-kötü polis stratejisi burada devreye girmektedir. "liberal ve ılımlı" olarak tanımlanan Müslümanlar örtük bir Hıristiyanlık propagandası olan Dinler arası diyalog süreci ile "küresel din projesi"nin içine çekilmektedir. İyi polis rolünün halka karşı stratejisi ise bir beyin yıkama olan açık seçik bir Hıristiyanlık propagandasıdır.
Bu bağlamda "oryantalizm"i hatırlamadan geçmek olmaz. Oryantalizm, güya Batı'nın İslam'a akademik bakışıdır. Gerçekte ise oryantalizm bir kültür ve toplum mühendisliğidir. Başka deyişle oryantalistler, İslam dünyasını, Batı uygarlığının çıkarlarına göre yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır.
Burada şunu da belirtelim: Kimi oryantalistlerin bireysel olarak iyi niyetli olması bile onların emperyalizmin keşif kolu olarak kullanılmasına engel ol(a)maz.
Diyaloğun, misyonerliği ve misyoner örgütleri himayeyi gerektirdiğini de kaydetmeden geçemeyiz. Bunun simgesel göstergelerinden birisi Harran Sempozyum'unda sonradan Hıristiyanlığı seçen Eyüp Badem adlı bir Urfalı'nın torbasına doldurduğu İncilleri getirip rahatça konferans salonunda bulunanlara dağıtabilmesidir.(9)
4. İsimsiz Hıristiyanlık
Dinler arası diyalog süreci ile amaçlanan illa da açık seçik bir din değiştirme değildir, bir ara formül olarak ilk elde "din anlayışının" dönüştürülmesi yeterli bulunmaktadır. Eğer Hıristiyan ilahiyatının kavramları ile konuşursak "İsimsiz Hıristiyanlık"(10) amaçlanmaktadır dinler arası diyalog ile. Sebep basit, eğer Müslüman entelektüeller, "İsimsiz Hıristiyanlığı" benimser iseler kitlelerin de dönüştürülmesi de kolay olacaktır.
Müslümanların hıristiyanlaştırılmasının neredeyse imkansız olduğunu misyonerler daha ilk deneyimleriyle birlikte öğrenmişlerdi. Bunun üzerine misyonerler izledikleri yolu değiştirmiş, hıristiyanlaştırma yerine kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri sempatizan kazanmaya ağırlık vermişlerdir.(11)
Dipnotlar:
1) Küreselleşmeyi ayrı çalışmada etraflıca ele aldık. Bkz., Ali Karatepe (Ali Rıza Bayzan )-Mustafa Çiçek, "Küreselleşme Vahşi Kapitalizmin Yeni Maskesi mi?" başlıklı yazı dizisi, 11.10.2001-30.11.2001 tarihli Yeni Mesaj Gazeteleri. www.yenimesaj.com.tr; www.bayzan.net
2) Lester C. Thurow, Kapitalizmin Geleceği, Bugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl Şekillendiriyor?, İst.-1997, 2. bası, Sabah yay., s. 111.
3) Batılıların İslam ve Müslümanlar hakkındaki aktüel algılayışları konusunda bkz., Graham E. Fuller, Ian O. Lesser, Kuşatılanlar İslam ve Batı'nın Jeopolitiği, çev., Ö. Arıkan, İst.-1996, Sabah yay., s. 13-24.
4) Fuller, Lesser, Kuşatılanlar İslam ve Batı'nın Jeopolitiği, s. 20.
5) Fawaz Gerges, Amerika ve Siyasal İslam, çev., A. Emin Dağ,, İst.-2000, s. 111.
6) Örneğin protestan bir misyoner olan İsa Karataş'ın "Ağacı Yaşken Eğdiler" adlı kitabı, İst.-2000, Gerçeğe Doğru Kitapları, s. 129 vd.
7) Prof. Dr. Necmettin Tozlu, 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Misyoner Okulları', Yeni Türkiye, Osmanlı, Ank.-1999, Yeni Türkiye yay., V/331.
8) Bu bağlamda İslam'ı siyasal bir araca indirgeyen Harici zihniyetli akımlara dönük eleştirilerimizin saklı olduğunu ayrıca not edelim. Haricilik hakkında ayrıntılı bilgi için mezhepler tarihi ile ilgili kitaplara bakılabilir. Örneğin, Prof. Dr. İrfan Abdülhamid, İslam'da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, çev., M. S. Yeprem, İst.-1983, Marifet yay., s. 73-92.
9) www.m-fgulen.org/hosgoru/yazilar/ibcoz.htm
10) Bu kavram için bkz., Francis A. Sullivan, Salvation Outside the Church, USA-1992, s. 15; Baki Adam, "Dinler Arası Diyalog", Din Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar, İst.-2000; MEB yay., s. 195.
11) Paul Fesch, Abdülhamit'in Son Günlerinde İstanbul, çev., E. Üyepazarcı, İst.-1999, Pera Turizm yay., s. 481 vdd.
Yazı Dizisi: Ali Rıza Bayzan "Amerika İslam Dünyasından ne istiyor (6) ve Amerika'nın Küresel Din Projesi".
"Bir kültür olarak İslam, sömürgeciliğin, içine nüfuz etmesine nispeten daha fazla direnmiş; sömürge döneminde, Hıristiyan misyonerler Müslüman topraklarında pek etkili olamamışlardı. Avrupalılar, bu direnişi hemen politik fanatizmin olduğu kadar dinsel fanatizmin de kanıt olarak kabul ettiler"
"Avrupa Ortak Pazarı Başkanı olduğu sırada Fransız devlet adamı Jacques Delors, Amerikan tahakkümünü dramatik bir biçimde dillendirmişti. Delors şöyle diyordu: "Amerikalı dostlarımıza sormak isterim: Bizim var olma hakkımız var mıdır? Geleneklerimizi, mirasımızı, dillerimizi korumaya hakkımız var mıdır?"
Küreselleşme daha doğrusu küreselleştirme sürecinde artık siyasetten ekonomiye, kültürden sanata, gündelik tüketimden davranış kalıplarına kadar hemen her alandaki farklılıklar buharlaş(tırıl)makta, yerini küresel devlerin hatta onların da tepesinde yer alan Amerika'nın dayattığı tarzlar almaktadır.(1) Artık Amerikan kültürü "küresel tek-kültür" olarak her yerde kendi tahakkümünü dayatmaktadır. Avrupa Ortak Pazarı Başkanı olduğu sırada Fransız devlet adamı Jacques Delors, Amerikan tahakkümünü dramatik bir biçimde dillendirmişti. Delors şöyle diyordu: "Amerikalı dostlarımıza sormak isterim: Bizim var olma hakkımız var mıdır? Geleneklerimizi, mirasımızı, dillerimizi korumaya hakkımız var mıdır?..."(2) Ancak henüz dinî farklılıklar, küreselleş(tir)me sürecinde "küresel mono-kültür" karşısında çok önemli bir istisna olarak varlıklarını korumaktadır. Başka deyişle küreselleş(tir)me sürecinin karşındaki en büyük engel dinî farklılıklardır. Bu nedenle ABD başta olmak üzere küresel devler, "küresel bir din" oluşturmak için de çalışmalar yapmaktadır.Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Orta Asya Masası araştırmacılarından Mehmet Seyfettin Erol'un da belirttiği gibi "Hollywood filmleri, Coca-Cola, McDonalds bu ortak kültürün (bizim ifademizdeki küresel mono-kültürün) en belirgin göstergeleridir. Bu noktada özellikle gençliğe yönelik global kültüre doğru bir sürükleme var. Dil olarak İngilizce artık bir dünya dili olarak kendini kabul ettirmiş durumda. Arkasından ekonomik olarak komünizmin iflasıyla birlikte, liberal ekonomi hakimiyetini ilan etmiş durumdadır. Geriye ortak inançlar (din) kalıyor ki bu noktada da arayışlar ve çalışmalar devam ediyor. Nitekim, dinler arası diyalog bunun bir sonucu... Dünya tarihine bakıyorsunuz, en temel ihtilaflardan birisi de din. İşin sanırım önemli, son noktası olarak da bu kaldı. Artık bundan sonra bu hadise üzerine yoğunlaşılacak."Küresel din projesinin merkezinde doğal olarak küresel devlerde egemen din olan Hıristiyanlık vardır. Yahudilik, evrensel değil ulusal bir din olduğu için küresel din projesinin merkezinde yer almaz. Buna göre küresel din, Hıristiyanlık merkezli bir dindir. Küresel din projesi çerçevesinde Hıristiyanlığın dışında kalan dinlerin Hıristiyanlık içinde eritilmesi amaçlanmaktadır. Küresel din projesini gerçekleştirmek için ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, Müslümanların karşısına iyi polis-kötü polis rolleri ile çıkmaktadır.
Amerika, boynumuza haç takmamızı ve sömürüye razı olmamızı istiyor:
ABD bu süreçte Müslümanları kabaca ikiye ayırmaktadır. Amerikan projelerini açık seçik bir biçimde sorgulayanlar, "fundamentalist/ radikal Müslümanlar" olarak tanımlanmaktadır. Amerikan projeleri ile uyum içinde olan Müslümanlar ise "liberal/ılımlı Müslümanlar" olarak tanımlanmaktadır. Buna göre örneğin Suudi Arabistan ile Salman Rüşdi gibi "şeytan ayetleri iftirası"nı savunan Pakistanlı profesör reformist ilahiyatçı Fazlu'r-Rahman da "liberal/ılımlı Müslümanlar" kategorisine dahil edilmektedir. Çünkü her ikisi de Amerikan çıkarlarına sadakatle bağlıdırlar. Buna karşılık Amerika'nın zulüm ve tahakkümünü sorgulayıp, masumların ve mazlumların haklarını savunan Müslümanlar, ister Gandhi tarzı pasif direnişte (sivil itaatsizlikte) bulunsun, ister nefsi müdafaa için Filistin'de olduğu gibi silahlı eylemde bulunsun fark etmez "fundamentalist/ radikal Müslümanlar" olarak yaftalanmaktadır.(3)
Bu çerçeveye göre sömürgeciliğe ve misyonerliğe direniş bile Batılılar tarafından "politik ve dinsel fanatizm" olarak algılanmaktadır. CIA bağlantılı düşünce kuruluşlarından RAND'ın ünlü yazarlarından Graham E. Fuller, Ian O. Lesser'in belirttiğine göre "Bir kültür olarak İslam, sömürgeciliğin, içine nüfuz etmesine nispeten daha fazla direnmiş; sömürge döneminde, Hıristiyan misyonerler Müslüman topraklarında pek etkili olamamışlardı. Avrupalılar, bu direnişi hemen politik fanatizmin olduğu kadar dinsel fanatizmin de kanıt olarak kabul ettiler."(4)
Buna göre fanatik ve fundamentalist sayılmak için sömürgeciliğe ve de haça boyun eğmemek yeterli sayılıyor. Öyleyse mana-i muhaliften yola çıkarsak, ılımlı/liberal müslüman sayılmanın ölçütü de sömürgecilikten ve de haça boyun eğmekten geçmektedir.
Batılılar için fanatizmin ve fundamentalizmin göstergelerinden birisi "şehitlik" kavramıdır. Bu nedenle kimi Batılı yazarlar, şehitlik konusundaki vurgusunu gerekçe göstererek Türk Ordusu'nun dahi fanatik ve fundamentalist bir damarının olduğunu iddia etmektedir.
Eski Başkanı Ronald Reagan'ın görevdeyken sarfettiği sözler, şehitlik kavramının, ABD siyasetine yön verecek kadar etkili olduğunu göstermektedir. Ancak Reagan, şehitlik kavramını tümüyle çarpık bir biçimde algılamaktadır. Şunu iddia ediyordu Reagan: "Yakın bir geçmişten bu yana, gerçek bir dinî savaşın çıkma ihtimaline şahit olmaktayız. Bu savaşın nedeni, Müslüman toplumların, Hıristiyan ve Yahudileri öldürme uğrunda hayatını kaybetmelerinin kendilerini cennete götüreceği düşüncesine yeniden sarılmış olmalarıdır."(5)
Şehitlik kavramını hedef alma ve çarpıtma konusunda yerli misyonerlerin Reagan'dan geri kalır yanı yoktur.(6) Şehitlik ve gazilik kavramlarının kritik önemine ilk olarak Osmanlı topraklarına gelen Amerikalı protestan misyonerler dikkat çekmiştir. Amerikalı misyonerlere göre Osmanlı'ya hayat veren ideallerden birisi şehitlik ve gazilik idealidir. Yine Amerikalı misyonerlere göre Osmanlı'nın zayıf noktası ise 'milletler sistemi' ve 'kapitülasyonlar'dır.(7)
Amerikalı misyonerlerin saptadığı Osmanlı'ya hayat veren idealler ile Osmanlı'nın zaaf noktalarının, Cumhuriyet Türkiyesi için de geçerli olduğunu düşünüyoruz. Şehitlik ve gazilik ideali, Türk askerinin birincil motivasyon kaynağıdır. 'Milletler sistemi' ve 'kapitülasyonlar'ın bugünkü karşılığının 'azınlıklar' ve 'küresel ekonomiye uyum' olduğunu belirtmeliyiz. Küreselleşme ve Avrupa Birliği sürecinde içine düş(ürüld)tüğümüz ekonomik krizler daha doğrusu yıkımlar ve Kopenhag Kriterleriyle dayatılan etnik parselasyon projeleri Cumhuriyet Türkiyesi için birincil tehdit konumundadır.
Şunu özellikle belirtelim ki Amerika, "Müslüman" kavramını sosyolojik bir etiket olarak kullanmaktadır. Amerikan çıkarlarını zedeleyenler, Batılı bir yaşam biçimini benimsemiş olsa dahi fark etmez, yine de fundamentalist/ radikal Müslümanlar olarak tanımlanmaktadırlar.(8)
3. Küresel Din Projesinin Bir Parçası Olarak Dinler arası Diyalog Süreci
ABD'nin ve AB'nin iyi polis-kötü polis stratejisi burada devreye girmektedir. "liberal ve ılımlı" olarak tanımlanan Müslümanlar örtük bir Hıristiyanlık propagandası olan Dinler arası diyalog süreci ile "küresel din projesi"nin içine çekilmektedir. İyi polis rolünün halka karşı stratejisi ise bir beyin yıkama olan açık seçik bir Hıristiyanlık propagandasıdır.
Bu bağlamda "oryantalizm"i hatırlamadan geçmek olmaz. Oryantalizm, güya Batı'nın İslam'a akademik bakışıdır. Gerçekte ise oryantalizm bir kültür ve toplum mühendisliğidir. Başka deyişle oryantalistler, İslam dünyasını, Batı uygarlığının çıkarlarına göre yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır.
Burada şunu da belirtelim: Kimi oryantalistlerin bireysel olarak iyi niyetli olması bile onların emperyalizmin keşif kolu olarak kullanılmasına engel ol(a)maz.
Diyaloğun, misyonerliği ve misyoner örgütleri himayeyi gerektirdiğini de kaydetmeden geçemeyiz. Bunun simgesel göstergelerinden birisi Harran Sempozyum'unda sonradan Hıristiyanlığı seçen Eyüp Badem adlı bir Urfalı'nın torbasına doldurduğu İncilleri getirip rahatça konferans salonunda bulunanlara dağıtabilmesidir.(9)
4. İsimsiz Hıristiyanlık
Dinler arası diyalog süreci ile amaçlanan illa da açık seçik bir din değiştirme değildir, bir ara formül olarak ilk elde "din anlayışının" dönüştürülmesi yeterli bulunmaktadır. Eğer Hıristiyan ilahiyatının kavramları ile konuşursak "İsimsiz Hıristiyanlık"(10) amaçlanmaktadır dinler arası diyalog ile. Sebep basit, eğer Müslüman entelektüeller, "İsimsiz Hıristiyanlığı" benimser iseler kitlelerin de dönüştürülmesi de kolay olacaktır.
Müslümanların hıristiyanlaştırılmasının neredeyse imkansız olduğunu misyonerler daha ilk deneyimleriyle birlikte öğrenmişlerdi. Bunun üzerine misyonerler izledikleri yolu değiştirmiş, hıristiyanlaştırma yerine kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri sempatizan kazanmaya ağırlık vermişlerdir.(11)
Dipnotlar:
1) Küreselleşmeyi ayrı çalışmada etraflıca ele aldık. Bkz., Ali Karatepe (Ali Rıza Bayzan )-Mustafa Çiçek, "Küreselleşme Vahşi Kapitalizmin Yeni Maskesi mi?" başlıklı yazı dizisi, 11.10.2001-30.11.2001 tarihli Yeni Mesaj Gazeteleri. www.yenimesaj.com.tr; www.bayzan.net
2) Lester C. Thurow, Kapitalizmin Geleceği, Bugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl Şekillendiriyor?, İst.-1997, 2. bası, Sabah yay., s. 111.
3) Batılıların İslam ve Müslümanlar hakkındaki aktüel algılayışları konusunda bkz., Graham E. Fuller, Ian O. Lesser, Kuşatılanlar İslam ve Batı'nın Jeopolitiği, çev., Ö. Arıkan, İst.-1996, Sabah yay., s. 13-24.
4) Fuller, Lesser, Kuşatılanlar İslam ve Batı'nın Jeopolitiği, s. 20.
5) Fawaz Gerges, Amerika ve Siyasal İslam, çev., A. Emin Dağ,, İst.-2000, s. 111.
6) Örneğin protestan bir misyoner olan İsa Karataş'ın "Ağacı Yaşken Eğdiler" adlı kitabı, İst.-2000, Gerçeğe Doğru Kitapları, s. 129 vd.
7) Prof. Dr. Necmettin Tozlu, 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Misyoner Okulları', Yeni Türkiye, Osmanlı, Ank.-1999, Yeni Türkiye yay., V/331.
8) Bu bağlamda İslam'ı siyasal bir araca indirgeyen Harici zihniyetli akımlara dönük eleştirilerimizin saklı olduğunu ayrıca not edelim. Haricilik hakkında ayrıntılı bilgi için mezhepler tarihi ile ilgili kitaplara bakılabilir. Örneğin, Prof. Dr. İrfan Abdülhamid, İslam'da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, çev., M. S. Yeprem, İst.-1983, Marifet yay., s. 73-92.
9) www.m-fgulen.org/hosgoru/yazilar/ibcoz.htm
10) Bu kavram için bkz., Francis A. Sullivan, Salvation Outside the Church, USA-1992, s. 15; Baki Adam, "Dinler Arası Diyalog", Din Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar, İst.-2000; MEB yay., s. 195.
11) Paul Fesch, Abdülhamit'in Son Günlerinde İstanbul, çev., E. Üyepazarcı, İst.-1999, Pera Turizm yay., s. 481 vdd.