Mustafa Kemal Atatürk, hayatı boyunca cehaletle mücadele etmiştir.
Özellikle de millete örnek olması gereken, dini doğru yaşayıp, doğru olarak anlatması gereken hocalar konusuna odaklanmıştır.
Cahili ve sahtesi ile gerçekten âlim olanını ayırt etmek için oldukça uğraşmıştır.
Atatürk bu mücadelesi ile ilgili şunu ifade etmektedir: "Mukaddes mihrabı cehlin elinden alıp, ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk, s.599; Yaşar Okur Hoca, Atatürk'le On Beş Yıl: Dini Hatıralar, s.3)
Atatürk'e göre camiler tam bir ilim yuvasıydı. Hafız Yaşar Okur bu konuda "O, camileri ibadet için olduğu kadar; düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telakki ederdi" ifadelerini kullanmaktadır. (Prof. Dr. Baş, a.g.e s.599; Yaşar Okur, a.g.e, s.3)
Atatürk'ün, hocaların sahtesiyle âlimini ayırt etme çabasına birçok örnek vardır, bu noktada Beykoz Camii İmamı Hafız Efendi'nin başından geçenleri kendi ifadeleriyle aktaralım:
Bir ikindi vakti iskelenin yanındaki kahvede oturuyordum. Bir an kahvenin önünde birkaç otomobil birden durdu. En önde duran otomobilden, o zamana kadar karşılaşmamış olduğum fakat görür görmez tanıdığım Atatürk çıktı. Sevincimden şaşkına dönmüştüm.
Atatürk etrafına baktıktan sonra, halkı sükûta davet etti ve şöyle dedi: "Beykoz İmamı burada mı, gelsin de konuşalım."
Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve "Buyur Paşam, konuşalım" dedim. Atatürk, sol avucumda duran üzümleri bana göstererek şöyle sordu: "Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram, bize anlatsana."
Birden bire şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap bulacaktım. Bir müddet düşündüm. Aklıma bir şey gelmiyordu. Allah'tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu, bilmem, aklıma gelen bir cümle dudaklarımdan döküldü: "Paşam, karın sana helal de kızın sana niçin haram?"
Atatürk, bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme baktı ve başını sallayarak şöyle dedi: "Hoca sen âlimsin, ben softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım."
Ertesi gün saraya gittim. Beni karşısına oturttu; saatlerce bana Kur'an'dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti." (Prof. Dr. Baş, a.g.e, s.600-601; Nafiz Külünk, Atatürk'e ait Anılar)
Atatürk, her sene onlarca hafızı, hocayı Çanakkale'ye göndererek şehitlerin ruhuna Kur'an ve Mevlid okutturuyordu.
Yıl 1932? Bu seferki Mevlid'in Çanakkale Mehmet Çavuş Abidesi'nde okunması kararlaştırılır. Çanakkale'ye, Galata rıhtımından kalkan Gülcemal vapuru ile gidilecektir. Gemi tıklım tıklım doludur.
Hocalardan, Hafız Yaşar Okur, Hafız Sadettin Kaynak, Süleymaniye Baş Müezzini Hafız Kemal, Beşiktaşlı Rıza, Sultan Selimli Rıza, Beylerbeyli Fahri, Aşir Muallim Nuri, Hafız Burhan, Hasan Akkuş, Vaiz Aksaraylı Cemal Bey gibi önemli isimler vardır.
Çanakkale'ye varana kadar gece boyunca gemide Hatimler indirilir, Mevlid okunur, gemiden sala ve tekbir sesleri semaya yükselir. Sabahleyin Gelibolu'ya varılır, geniş bir halk kitlesi hocaları karşılar. Ve oradan Mevlid'in okunacağı abidenin yanına gidilir.
Yemyeşil ovanın ortasına Türk bayrağıyla sarılı bir kürsü tahsis edilmiştir. 10 hafız bu kürsünün etrafında yerlerini alır. Hep beraber tekbirler getirilir ve hafızlar sıra ile kürsüye çıkıp Mevlid'in bölümlerini okurlar.
Sıra Hafız Yaşar'a gelir. Hafız, Mevlid'in Veladet Bahri'ni okuyacaktır; okumaya başlar ve tam "Bir acep nur kim güneş pervanesi" mısraına gelince bir fırtına kopar, her taraf toz duman içinde kalır, ardından da sağnak bir yağış başlar.
Herkes kaçışır, çardakların altına sığınırlar, meydanda kimse kalmaz. Fakat Hafız Yaşar, Mevlid'i kesmeden sırılsıklam bir vaziyette okumaya devam eder. Yağmur 5 dakika sonra diner, hava açılır güneş yeniden ortaya çıkar. Mevlid biter, Hatm-i Şerifler okunur.
İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi veciz bir dua yapar ve program biter. Şehitlerin kabirleri ziyaret edilir ve tekrar gemiyle İstanbul'a dönülür.
Ertesi akşam Hafız Yaşar Dolmabahçe Sarayı'na gider ve Atatürk'ün huzuruna çıkar. Çanakkale programını detaylı bir şekilde Ata'ya anlatır. Atatürk, Hafız Yaşar'ın o yağmura ve rüzgara rağmen Mevlid'e devam etmesine o kadar duygulanır ki, elini tekrar tekrar masaya vurarak, "Aferin hafızım, çok güzel yapmışsın, vazife başında iken taş yağsa insan yerinden kıpırdamaz" diye iltifatta bulunur. (Prof. Dr. Baş, a.g.e, s.601-603; Yaşar Okur, a.g.e, 9. anı)
Prof. Dr. Haydar Baş bey sayesinde öğrendik ki, Ehl-i Beyt soyundan gelen hafız Atatürk, gerçek din alimlerini, hocaları, hafızları baş tacı etmiş ve onlarla ilmi müzakereler yaparak onlara iltifatlarda, ikramlarda bulunmuştur.
Vatan için canını veren şehitlerimizi de asla unutmamıştır.
Özellikle de millete örnek olması gereken, dini doğru yaşayıp, doğru olarak anlatması gereken hocalar konusuna odaklanmıştır.
Cahili ve sahtesi ile gerçekten âlim olanını ayırt etmek için oldukça uğraşmıştır.
Atatürk bu mücadelesi ile ilgili şunu ifade etmektedir: "Mukaddes mihrabı cehlin elinden alıp, ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk, s.599; Yaşar Okur Hoca, Atatürk'le On Beş Yıl: Dini Hatıralar, s.3)
Atatürk'e göre camiler tam bir ilim yuvasıydı. Hafız Yaşar Okur bu konuda "O, camileri ibadet için olduğu kadar; düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telakki ederdi" ifadelerini kullanmaktadır. (Prof. Dr. Baş, a.g.e s.599; Yaşar Okur, a.g.e, s.3)
Atatürk'ün, hocaların sahtesiyle âlimini ayırt etme çabasına birçok örnek vardır, bu noktada Beykoz Camii İmamı Hafız Efendi'nin başından geçenleri kendi ifadeleriyle aktaralım:
Bir ikindi vakti iskelenin yanındaki kahvede oturuyordum. Bir an kahvenin önünde birkaç otomobil birden durdu. En önde duran otomobilden, o zamana kadar karşılaşmamış olduğum fakat görür görmez tanıdığım Atatürk çıktı. Sevincimden şaşkına dönmüştüm.
Atatürk etrafına baktıktan sonra, halkı sükûta davet etti ve şöyle dedi: "Beykoz İmamı burada mı, gelsin de konuşalım."
Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve "Buyur Paşam, konuşalım" dedim. Atatürk, sol avucumda duran üzümleri bana göstererek şöyle sordu: "Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram, bize anlatsana."
Birden bire şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap bulacaktım. Bir müddet düşündüm. Aklıma bir şey gelmiyordu. Allah'tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu, bilmem, aklıma gelen bir cümle dudaklarımdan döküldü: "Paşam, karın sana helal de kızın sana niçin haram?"
Atatürk, bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme baktı ve başını sallayarak şöyle dedi: "Hoca sen âlimsin, ben softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım."
Ertesi gün saraya gittim. Beni karşısına oturttu; saatlerce bana Kur'an'dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti." (Prof. Dr. Baş, a.g.e, s.600-601; Nafiz Külünk, Atatürk'e ait Anılar)
Atatürk, her sene onlarca hafızı, hocayı Çanakkale'ye göndererek şehitlerin ruhuna Kur'an ve Mevlid okutturuyordu.
Yıl 1932? Bu seferki Mevlid'in Çanakkale Mehmet Çavuş Abidesi'nde okunması kararlaştırılır. Çanakkale'ye, Galata rıhtımından kalkan Gülcemal vapuru ile gidilecektir. Gemi tıklım tıklım doludur.
Hocalardan, Hafız Yaşar Okur, Hafız Sadettin Kaynak, Süleymaniye Baş Müezzini Hafız Kemal, Beşiktaşlı Rıza, Sultan Selimli Rıza, Beylerbeyli Fahri, Aşir Muallim Nuri, Hafız Burhan, Hasan Akkuş, Vaiz Aksaraylı Cemal Bey gibi önemli isimler vardır.
Çanakkale'ye varana kadar gece boyunca gemide Hatimler indirilir, Mevlid okunur, gemiden sala ve tekbir sesleri semaya yükselir. Sabahleyin Gelibolu'ya varılır, geniş bir halk kitlesi hocaları karşılar. Ve oradan Mevlid'in okunacağı abidenin yanına gidilir.
Yemyeşil ovanın ortasına Türk bayrağıyla sarılı bir kürsü tahsis edilmiştir. 10 hafız bu kürsünün etrafında yerlerini alır. Hep beraber tekbirler getirilir ve hafızlar sıra ile kürsüye çıkıp Mevlid'in bölümlerini okurlar.
Sıra Hafız Yaşar'a gelir. Hafız, Mevlid'in Veladet Bahri'ni okuyacaktır; okumaya başlar ve tam "Bir acep nur kim güneş pervanesi" mısraına gelince bir fırtına kopar, her taraf toz duman içinde kalır, ardından da sağnak bir yağış başlar.
Herkes kaçışır, çardakların altına sığınırlar, meydanda kimse kalmaz. Fakat Hafız Yaşar, Mevlid'i kesmeden sırılsıklam bir vaziyette okumaya devam eder. Yağmur 5 dakika sonra diner, hava açılır güneş yeniden ortaya çıkar. Mevlid biter, Hatm-i Şerifler okunur.
İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi veciz bir dua yapar ve program biter. Şehitlerin kabirleri ziyaret edilir ve tekrar gemiyle İstanbul'a dönülür.
Ertesi akşam Hafız Yaşar Dolmabahçe Sarayı'na gider ve Atatürk'ün huzuruna çıkar. Çanakkale programını detaylı bir şekilde Ata'ya anlatır. Atatürk, Hafız Yaşar'ın o yağmura ve rüzgara rağmen Mevlid'e devam etmesine o kadar duygulanır ki, elini tekrar tekrar masaya vurarak, "Aferin hafızım, çok güzel yapmışsın, vazife başında iken taş yağsa insan yerinden kıpırdamaz" diye iltifatta bulunur. (Prof. Dr. Baş, a.g.e, s.601-603; Yaşar Okur, a.g.e, 9. anı)
Prof. Dr. Haydar Baş bey sayesinde öğrendik ki, Ehl-i Beyt soyundan gelen hafız Atatürk, gerçek din alimlerini, hocaları, hafızları baş tacı etmiş ve onlarla ilmi müzakereler yaparak onlara iltifatlarda, ikramlarda bulunmuştur.
Vatan için canını veren şehitlerimizi de asla unutmamıştır.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Vatandaşın refahı için maaşa zam yapmamak! / 24.04.2024
- Bugün ulusal egemenliği kazandığımız gün / 23.04.2024
- Asılla vekil arasındaki gelir uçurumu! / 20.04.2024
- Enflasyon ve cari açık bahanesiyle fakirleştiriliyoruz! / 19.04.2024
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Seçimde katmerli adaletsizlik / 05.04.2024
- BTP oylarını artırdı / 03.04.2024
- Bugün ulusal egemenliği kazandığımız gün / 23.04.2024
- Asılla vekil arasındaki gelir uçurumu! / 20.04.2024
- Enflasyon ve cari açık bahanesiyle fakirleştiriliyoruz! / 19.04.2024
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Seçimde katmerli adaletsizlik / 05.04.2024
- BTP oylarını artırdı / 03.04.2024