Bir mahpusun cezaevi aracında hayatını kaybettiği haberini okuduğumda, "hasta mahpuslar" konusunu sizlerle paylaşmak istedim.
Gerçi, yaşadığımız toplumun kendisi bir hapishanedir, diyen Fransız düşünür Michel Foucault ne kadar haklıdır bilemeyiz ama, günümüz modern toplumların yaşam koşulları tartışmaya açıktır.
Biz dönelim konumuza;
Hapishanelerin fiziki yapısı, infaz koşullarının neden olduğu olumsuzluklar, özellikle tecrit uygulamasının bedensel ve ruhsal etkileri hemen herkesin bildiği konular. Mahpuslar beslenme, hijyen, tedaviye ulaşım hakkı gibi en temel haklarından, insani yaşam standartlarından yoksun biçimde yaşamak zorunda bırakılıyorlar.
Hapishaneler ve sağlık sorunu yaşayan mahpuslar Türkiye'nin önemli gündem konularından birini oluşturuyor.
Sürekli tedaviyi gerektiren ağır hastalığı ve sakatlık durumu olan ve bu nedenle de salıverilmesi gereken hasta mahpuslar açısından 5275 sayılı İnfaz Yasası'nın 16. maddesi hükümleri uygulanır. Bu hükme göre, maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı Adli Tıp Kurumu'nca düzenlenen ya da tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu'nca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca ertelenir.
Resmi Bilirkişi Kurumu Adli Tıp Kurumu'dur; burada önemli sorun, mevcut kurumsal yapısı ve siyasi iktidara bağlılığı nedeniyle tarafsız davranamayan, bu nedenle de verdiği kararlarda, bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmayan Adli Tıp Kurumu'nun tespitlerine ne kadar güvenilebileceğidir.
Nitekim, ağır hasta bir mahkûm için, "cezaevinde kalabilir" raporunun düzenlenmesinden 5 gün sonra hapishanede ölen kişinin yakınlarının yaptığı şikâyet sonuçsuz kalmış, savcılık takipsizlik kararı vermiştir. Gerekçe de mahkûmun eceliyle ölmesi, normal ölüm olmasıdır.
Birleşmiş Milletler resmi belgesi olan ve üye ülkelerce de kabul edilen İstanbul Protokolü gereği tutuklu ve hükümlü konumda da olsa her "hasta"nın kendi doktorunu seçme ve raporlarının bağımsız bilirkişilerce hazırlanmasını isteme hakkı vardır. Üniversite hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri, tam teşekküllü devlet hastaneleri, hasta mahpusların sağlık durumlarıyla ilgili objektif süreçler yürütüp raporlar hazırlayabilir.
Uluslararası hukuk açısından duruma baktığımızda:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 5 Mart 2013 tarihli Gülay Çetin/Türkiye kararında;
Yakalandığı kanser hastalığı sonucu cezaevinde yaşamını yitiren başvurucunun ağır hastalık nedeniyle serbest bırakılmaya ilişkin hükümlerden, "tutuklu" olduğu için yararlandırılmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) işkence yasağını düzenleyen 3.ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle Türkiye'yi mahkûm etmiştir.
AİHM başka kararlarında da; Engin Huylu/Türkiye, Hüseyin Yıldırım/Türkiye davalarında olduğu gibi hasta mahpuslar nedeniyle Türkiye'yi mahkûm etmiştir.
Mahkemelerimizin hasta mahpusların durumuyla ilgili kararlarında AİHM'nin içtihadına uygun kararlar vermesi uluslararası hukuk ve daha önemlisi insani duygularımızın gereğidir.
Gerçi, yaşadığımız toplumun kendisi bir hapishanedir, diyen Fransız düşünür Michel Foucault ne kadar haklıdır bilemeyiz ama, günümüz modern toplumların yaşam koşulları tartışmaya açıktır.
Biz dönelim konumuza;
Hapishanelerin fiziki yapısı, infaz koşullarının neden olduğu olumsuzluklar, özellikle tecrit uygulamasının bedensel ve ruhsal etkileri hemen herkesin bildiği konular. Mahpuslar beslenme, hijyen, tedaviye ulaşım hakkı gibi en temel haklarından, insani yaşam standartlarından yoksun biçimde yaşamak zorunda bırakılıyorlar.
Hapishaneler ve sağlık sorunu yaşayan mahpuslar Türkiye'nin önemli gündem konularından birini oluşturuyor.
Sürekli tedaviyi gerektiren ağır hastalığı ve sakatlık durumu olan ve bu nedenle de salıverilmesi gereken hasta mahpuslar açısından 5275 sayılı İnfaz Yasası'nın 16. maddesi hükümleri uygulanır. Bu hükme göre, maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı Adli Tıp Kurumu'nca düzenlenen ya da tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu'nca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca ertelenir.
Resmi Bilirkişi Kurumu Adli Tıp Kurumu'dur; burada önemli sorun, mevcut kurumsal yapısı ve siyasi iktidara bağlılığı nedeniyle tarafsız davranamayan, bu nedenle de verdiği kararlarda, bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmayan Adli Tıp Kurumu'nun tespitlerine ne kadar güvenilebileceğidir.
Nitekim, ağır hasta bir mahkûm için, "cezaevinde kalabilir" raporunun düzenlenmesinden 5 gün sonra hapishanede ölen kişinin yakınlarının yaptığı şikâyet sonuçsuz kalmış, savcılık takipsizlik kararı vermiştir. Gerekçe de mahkûmun eceliyle ölmesi, normal ölüm olmasıdır.
Birleşmiş Milletler resmi belgesi olan ve üye ülkelerce de kabul edilen İstanbul Protokolü gereği tutuklu ve hükümlü konumda da olsa her "hasta"nın kendi doktorunu seçme ve raporlarının bağımsız bilirkişilerce hazırlanmasını isteme hakkı vardır. Üniversite hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri, tam teşekküllü devlet hastaneleri, hasta mahpusların sağlık durumlarıyla ilgili objektif süreçler yürütüp raporlar hazırlayabilir.
Uluslararası hukuk açısından duruma baktığımızda:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 5 Mart 2013 tarihli Gülay Çetin/Türkiye kararında;
Yakalandığı kanser hastalığı sonucu cezaevinde yaşamını yitiren başvurucunun ağır hastalık nedeniyle serbest bırakılmaya ilişkin hükümlerden, "tutuklu" olduğu için yararlandırılmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) işkence yasağını düzenleyen 3.ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle Türkiye'yi mahkûm etmiştir.
AİHM başka kararlarında da; Engin Huylu/Türkiye, Hüseyin Yıldırım/Türkiye davalarında olduğu gibi hasta mahpuslar nedeniyle Türkiye'yi mahkûm etmiştir.
Mahkemelerimizin hasta mahpusların durumuyla ilgili kararlarında AİHM'nin içtihadına uygun kararlar vermesi uluslararası hukuk ve daha önemlisi insani duygularımızın gereğidir.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023