"Aklımıza gelmeyecek kadar çok büyük, vahim tehlike sahibi, bugünkü dille global güç olarak adlandırdığımız devletlerin ve grupların Türkiye üzerinde hesabı var. Bu coğrafya çok farklı bir coğrafya... Bu coğrafyayı elinde bulunduran insanlar da dünyaya yön veriyor. Ama biz bunu ne kadar yapabiliyoruz? Dünyaya yön veren bir coğrafyanın üzerinde olmamıza rağmen, Türk siyaseti bunu ne kadar yapabiliyor?"
Bu sözler, geçtiğimiz Cumartesi akşamı Trabzon'da yapılan "Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu"nda tarihi bir konuşma yapan Prof. Dr. Haydar Baş Bey'e ait.
İçinde bulunduğumuz Anadolu ve topyekun Ortadoğu, birçok küresel menfur hesabın olduğu stratejik bir coğrafya?
Tarihte de bu coğrafyayı kontrol edenler dünyada söz sahibi oldu, bugün de?
"Bulunduğumuz coğrafya dünyanın merkezidir" dersek yalan olmaz.
1071'ten önce birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu coğrafya, bu tarihte gerçekleşen Malazgirt zaferinden sonra Hacı Bektaş-ı Veli'nin başını çektiği Horasan erenlerinin eliyle Ehl-i Beyt mayasıyla yoğrulmuş Türk-İslam medeniyetine açılmıştır.
1700'lü yıllardan sonra, İngilizler bu coğrafyada küçük yaşlardan itibaren yetiştirdikleri ajanlar vasıtasıyla söz sahibi olmaya başladı ve Hicaz Bölgesi'nin Osmanlı'dan kopartılmasıyla beraber kontrolü tamamen ele aldı.
Dünya hakimiyetini İngilizlerden devralan ABD, bu coğrafyada bulunan ülkelerle stratejik ilişkiler kurarak, icazetle iş başına getirdiği siyasilerin vekaletiyle bölgeyi kontrolü altına aldı. 1991 Körfez Harekatı ve sonrasında 2003 yılında gerçekleşen Irak işgali ile ABD, vekalet politikasını, fiili bir işgal ve parçalama politikasına dönüştürdü.
İşgal politikasının hem dünya ülkeleri hem de ABD halkı tarafından tepkiyle karşılanması, büyük maliyetlere neden olması, ABD'nin yine politika değişikliğine gitmesine neden oldu. Bu sefer ABD, işgalini, Arap Baharı adı altında, ülkelerin içindeki muhalefeti ya da içine sızdırılan teröristleri kullanarak farklı bir vekalet savaşına döndürdü.
Bu plan da 2013 yılına kadar işe yaradı ve ABD bu vesile ile Mısır, Libya ve Tunus'ta ciddi neticeler aldı, ta ki Suriye politikasına kadar?
2011 yılında başlayan ve küresel terör grupları kullanılarak gerçekleştirilen Suriye işgali, 2013 yılına kadar Suriye Devleti'nden önemli miktarda toprak ele geçirdi.
2013 yılından sonra ise Rusya'nın aktif bir şekilde Suriye sürecine dahil olması, Esad yönetimine ciddi destek sağlaması işgali durdurdu, Suriye ordusunun yeniden toparlanmasına ve güçlenmesine vesile oldu.
Rusya'nın Ortadoğu politikasındaki bu başarısı elbette ki, uyguladığı ekonomik modelindeki değişiklikle alakalıdır. Komünist sistemin uygulandığı Sovyetler Birliği'nin inkırazıyla Rusya kapitalizmin pençesine düşmüştü. Batılı küresel şirketler tarafından tam bir işgale uğrayan Rusya, halkının can, mal ve namus güvenliğini sağlayamayacak kadar büyük bir yokluğun ve acziyetin içine düşmüştü.
2005 yılında bu yok oluşa dur diyecek bir modelle tanıştı, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli ile? Bu can simidine sımsıkı sarıldı ve modelin sahibiyle de istişare ederek madde madde uyguladı. 2007 yılında başlayan küresel krizle ABD ve diğer kapitalist ülkeler can çekişirken, küresel krizin zirveye ulaştığı 2008 yılında MEM'in Milli Paralarla Ticaret formülünü hayata geçirerek bu merkez etrafında BRICS'i şekillendiren Rusya, krizi tam anlamıyla bir fırsata çevirdi. Bu tarihten sonra dolara küresel talebin azaldığını, milli paralarla ticaretin dünya piyasalarına hakim olduğunu görüyoruz.
Ekonomik model savaşının kaybedeni olan ABD, dünya ve özellikle de Ortadoğu politikasında da kaybeden olmaya başladı. Dünyada yeni merkez bu sefer, Ortadoğu'ya kan ve gözyaşı getiren ABD değil, barış getirmeye çalışan Rusya oldu.
Prof. Dr. Baş'ın, "Dünyaya yön veren bir coğrafyanın üzerinde olmamıza rağmen, Türk siyaseti bunu ne kadar yapabiliyor?" sorusu oldukça önemli?
ABD'nin Irak işgaline destek veren Türkiye siyaseti, daha sonra da ABD'nin Arap Baharına destek vererek, bölgeye akın akın terör gruplarının girmesine sebep oldu.
Peki, sonuç? Bir taraftan bu terör grupları tarafından, ülke içinde hem de şehir merkezlerinde ciddi terör eylemleriyle uğraşırken, bir taraftan da ülke dışında onlarla savaş durumundayız, ciddi can kayıpları veriyoruz. Diğer taraftan da bu terör sebebiyle vatanını terk eden milyonlarca mülteciyi milyarlarca dolar bedel ödeyerek, güvenliğimizi de hiçe sayarak içimizde barındırmak zorunda kaldık. Yani bırakın Ortadoğu politikasını, kendi topraklarımızda bile can, mal ve namus güvenliğini sağlayamayacak noktadayız.
Ve bütün bu tabloya rağmen Ortadoğu coğrafyasına kan ve gözyaşını getiren iradeyi de Astana'daki barış masasına davet etmekten, "Ortadoğu'daki ABD'nin rolünün Türkiye'nin ilkesel pozisyonu" olarak ifade etmekten geri durmuyoruz.
Halbuki dünyada 4 milyar insanın modelinden istifade ettiği, modeliyle ülkelerin dünyanın zirvesine çıktığı, Ortadoğu'ya barışı getirdiği, çözüm sahibi Prof. Dr. Haydar Baş içimizde? Herkes O'ndan O'nun çözümlerinden istifade ederken, bizler Türk milleti olarak hala O'nu görmezden, duymazdan geliyoruz.
Hatta yıllardır O'nu görmemenin bedelini oldukça ağır ödememize rağmen?
Bu sözler, geçtiğimiz Cumartesi akşamı Trabzon'da yapılan "Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu"nda tarihi bir konuşma yapan Prof. Dr. Haydar Baş Bey'e ait.
İçinde bulunduğumuz Anadolu ve topyekun Ortadoğu, birçok küresel menfur hesabın olduğu stratejik bir coğrafya?
Tarihte de bu coğrafyayı kontrol edenler dünyada söz sahibi oldu, bugün de?
"Bulunduğumuz coğrafya dünyanın merkezidir" dersek yalan olmaz.
1071'ten önce birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu coğrafya, bu tarihte gerçekleşen Malazgirt zaferinden sonra Hacı Bektaş-ı Veli'nin başını çektiği Horasan erenlerinin eliyle Ehl-i Beyt mayasıyla yoğrulmuş Türk-İslam medeniyetine açılmıştır.
1700'lü yıllardan sonra, İngilizler bu coğrafyada küçük yaşlardan itibaren yetiştirdikleri ajanlar vasıtasıyla söz sahibi olmaya başladı ve Hicaz Bölgesi'nin Osmanlı'dan kopartılmasıyla beraber kontrolü tamamen ele aldı.
Dünya hakimiyetini İngilizlerden devralan ABD, bu coğrafyada bulunan ülkelerle stratejik ilişkiler kurarak, icazetle iş başına getirdiği siyasilerin vekaletiyle bölgeyi kontrolü altına aldı. 1991 Körfez Harekatı ve sonrasında 2003 yılında gerçekleşen Irak işgali ile ABD, vekalet politikasını, fiili bir işgal ve parçalama politikasına dönüştürdü.
İşgal politikasının hem dünya ülkeleri hem de ABD halkı tarafından tepkiyle karşılanması, büyük maliyetlere neden olması, ABD'nin yine politika değişikliğine gitmesine neden oldu. Bu sefer ABD, işgalini, Arap Baharı adı altında, ülkelerin içindeki muhalefeti ya da içine sızdırılan teröristleri kullanarak farklı bir vekalet savaşına döndürdü.
Bu plan da 2013 yılına kadar işe yaradı ve ABD bu vesile ile Mısır, Libya ve Tunus'ta ciddi neticeler aldı, ta ki Suriye politikasına kadar?
2011 yılında başlayan ve küresel terör grupları kullanılarak gerçekleştirilen Suriye işgali, 2013 yılına kadar Suriye Devleti'nden önemli miktarda toprak ele geçirdi.
2013 yılından sonra ise Rusya'nın aktif bir şekilde Suriye sürecine dahil olması, Esad yönetimine ciddi destek sağlaması işgali durdurdu, Suriye ordusunun yeniden toparlanmasına ve güçlenmesine vesile oldu.
Rusya'nın Ortadoğu politikasındaki bu başarısı elbette ki, uyguladığı ekonomik modelindeki değişiklikle alakalıdır. Komünist sistemin uygulandığı Sovyetler Birliği'nin inkırazıyla Rusya kapitalizmin pençesine düşmüştü. Batılı küresel şirketler tarafından tam bir işgale uğrayan Rusya, halkının can, mal ve namus güvenliğini sağlayamayacak kadar büyük bir yokluğun ve acziyetin içine düşmüştü.
2005 yılında bu yok oluşa dur diyecek bir modelle tanıştı, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli ile? Bu can simidine sımsıkı sarıldı ve modelin sahibiyle de istişare ederek madde madde uyguladı. 2007 yılında başlayan küresel krizle ABD ve diğer kapitalist ülkeler can çekişirken, küresel krizin zirveye ulaştığı 2008 yılında MEM'in Milli Paralarla Ticaret formülünü hayata geçirerek bu merkez etrafında BRICS'i şekillendiren Rusya, krizi tam anlamıyla bir fırsata çevirdi. Bu tarihten sonra dolara küresel talebin azaldığını, milli paralarla ticaretin dünya piyasalarına hakim olduğunu görüyoruz.
Ekonomik model savaşının kaybedeni olan ABD, dünya ve özellikle de Ortadoğu politikasında da kaybeden olmaya başladı. Dünyada yeni merkez bu sefer, Ortadoğu'ya kan ve gözyaşı getiren ABD değil, barış getirmeye çalışan Rusya oldu.
Prof. Dr. Baş'ın, "Dünyaya yön veren bir coğrafyanın üzerinde olmamıza rağmen, Türk siyaseti bunu ne kadar yapabiliyor?" sorusu oldukça önemli?
ABD'nin Irak işgaline destek veren Türkiye siyaseti, daha sonra da ABD'nin Arap Baharına destek vererek, bölgeye akın akın terör gruplarının girmesine sebep oldu.
Peki, sonuç? Bir taraftan bu terör grupları tarafından, ülke içinde hem de şehir merkezlerinde ciddi terör eylemleriyle uğraşırken, bir taraftan da ülke dışında onlarla savaş durumundayız, ciddi can kayıpları veriyoruz. Diğer taraftan da bu terör sebebiyle vatanını terk eden milyonlarca mülteciyi milyarlarca dolar bedel ödeyerek, güvenliğimizi de hiçe sayarak içimizde barındırmak zorunda kaldık. Yani bırakın Ortadoğu politikasını, kendi topraklarımızda bile can, mal ve namus güvenliğini sağlayamayacak noktadayız.
Ve bütün bu tabloya rağmen Ortadoğu coğrafyasına kan ve gözyaşını getiren iradeyi de Astana'daki barış masasına davet etmekten, "Ortadoğu'daki ABD'nin rolünün Türkiye'nin ilkesel pozisyonu" olarak ifade etmekten geri durmuyoruz.
Halbuki dünyada 4 milyar insanın modelinden istifade ettiği, modeliyle ülkelerin dünyanın zirvesine çıktığı, Ortadoğu'ya barışı getirdiği, çözüm sahibi Prof. Dr. Haydar Baş içimizde? Herkes O'ndan O'nun çözümlerinden istifade ederken, bizler Türk milleti olarak hala O'nu görmezden, duymazdan geliyoruz.
Hatta yıllardır O'nu görmemenin bedelini oldukça ağır ödememize rağmen?
Murat Çabas / diğer yazıları
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024