Kalleşlik, haksızlık,
oyun içiçe
r Sayın Cumhurbaşkanı referandumu bir milat olarak alırsak, eğer bu referandumda "evet" çıkarsa KKTC tarafı için çok güzel şeyler olacağı söyleniyordu. Türk tarafı % 65 ile "evet" dedi. Ama verilen sözler tutulmadı. Hatta 17 Aralık'ta Kıbrıs meselesi çok farklı bir şekilde dahi gündeme geldi. Niçin?
Rauf Denktaş: Güllük, gülistanlık vadedenler, "evet derseniz herşey sizin olacak" diyenler, Rumların da "evet" diyeceği inancı içinde hareket ettiler. Son haftaya kadar Rumlar, Türk tarafının beni dinleyerek "hayır" diyeceğini düşünmek suretiyle Amerikalılara, İngilizlere, diğerlerine, "Biz evet diyeceğiz. Biz Türklerle uzlaşmayı istiyoruz" görüntüsünü sürdürdüler. Vaktaki Türkiye ağırlığını koydu. Ve "evet" çıkacağı belirlendi. Bu sefer Rum, "hayır" diyeceğini açıkladı. Muazzam bir kampanya ile de "hayır"ı temin etti. Bunun üzerine bize "evet derseniz şunları alacaksınız" diyenler şoka girdi. Şimdi ne yapacaklar? Vadettiklerini verseler Rum kızacak. Rum'u kırk yıldır meşru hükümet olarak besleyen kendileri. Yasalar ve insanlığa aykırı olarak besleyen kendileri. Dolayısıyla sevdikleri, korudukları Rum'u kızdırmak istemiyorlar. Üye de yapacaklar. Zaten şimdi yaptılar. Bu sefer bize, "Evet derseniz şunubunu vereceğiz dedik amma bu 'evet'inizle siz, birleşmek istediğinizi, ayrılık istemediğinizi, ayrı devlet, ayrı bağımsızlık, ayrı egemenlik istemediğinizi kabul etmiş oluyorsunuz. Bu çizgide durursanız vadettiklerimizi size temin etmeye çalışacağız" dediler. Tabii işi "Rum'un izniyle çalışacağız" durumuna getirdiler. Büyük bir kalleşlik, büyük bir haksızlık, büyük bir oyun ile karşı karşıya kaldığımızı anladık. Çünkü "evet" dediğimiz Annan Planı'nın içinde bir madde var. "Taraflardan biri veya her ikisi 'hayır' derse, beni istemezse ben yokum, etkim de yoktur, hükmüm de yoktur" der. Dolayısıyla ortadan kalkmış olan bu Annan Planı'na biz "evet" dedik diye bunun içerisinde egemenliğimiz yok, devletimiz yok bu nedenle bundan sonra egemenlik, devlet isteyemeyiz diye bizi bağlamaya kalkışmak, ben 40 yıldır yabancılarla düşer, kalkarım, müzakere ederim, Rum'un çok yalanlarını, yanlışlarını gördüm, bunun kadarını görmedim, bu hıyanete varan bir yaklaşımdır. Bunun karşısında Türk ulusunun isyan etmesi lazımdır. "Ne hakla bunu yaparsınız, nereye dayanarak yaparsınız?" diye sorgu sual sorması lazımdır. Şimdi, o günden bugüne hükümetimiz vadedilenleri temin etmek için uğraşıyor. "Tanınmak, egemenlik isterseniz yardım yapmayız" diyorlar ya, hem Türkiye, hem bizim hükümetimiz, "Vallahi, billahi tanınma istemeyiz" demeye mecbur oluyorlar. Ne münasebet! Onu soran yok. Sen onu söyleme. Onu bir tarafa bırak. Vadedilenleri iste, ki alamayacaksın, alırsan da damla damla alacaksın. Verirken de seni kendi istedikleri çizgiye getirmeye çalışacaklar. Bütün mesele bu. O günden bugüne cereyan eden bu.
Son toplantılarda da Rum veto edecek mi, etmeyecek mi, konusu konuşuldu, durdu. Nihayet ettirmediler. Peki 3 Ekim'de eder mi, etmez mi? Zannedersem Türkiye için o gün bir deneme sorunu olacak. Eğer AB Türkiye'yi istiyorsa, siyaseti gereği Rum'a, çağırıp, "AB'nin çıkarı Türkiye'nin de üye olmasıdır. Sen kendi çıkarın için bunu bozamazsın. Veto kullanarak bozarsan o zaman her konuda bizi karşında bulursun" diyebilir. Demiyorsa, hatta Türkiye'ye tazyik yaparak "tanı", Rumlara da "tanımazsa veto yap" diyorlarsa demek ki Türkiye'yi almak istemiyorlar neticesine varmak lazım.
Yalan üzerine barış
bina edilmez
AB, şimdi, tabiatıyla yapmış olduğu hatanın sancısını çekmektedir. Zamanında bizi dinlemediler. Türkiye'yi dinlemediler. "Bunlar Kıbrıs değildir. Bunlar Kıbrıs Rum idaresidir. Gayrimeşrudur. Uluslararası anlaşmaları çiğnemiştir. Anayasayı yırtıp atmıştır. Bunları üye yapamazsınız. 1960 anlaşmaları bunlara engeldir" dediğimizde dinlemediler, aldılar. Ve almak suretiyle de zannettiler ki Kıbrıs'ta birleşmeye yardımcı olacaklar. Biz onu da söyledik. "Ayrılığı tescil edeceksiniz" dedik. İki ayrı referandum yaptırmak suretiyle bir tarafın diğerini temsil etmediğini, diğerinin sözcüsü olmadığını tescil ettiler. Namuslu olsalar hükümeti de olamayacağını kabul etmeleri lazım. Annan Planı'nda da var. Bir taraf diğerinin hükümeti olamaz. Bir taraf diğer tarafın azınlığı değil. O halde nasıl benim hükümetim olabiliyor? 1960 Anayasasında ayrı ayrı seçimlerimiz var. Seçimler ayrı. Ayrı demokrasi var. Rum demokrasisini sen nasıl, ne hakla hakim kılarsın? Bunları hep sorup, suale çevirdiğimizde Amerikalı diplomatların verdiği cevap hep şu olmuştur: "Biz de biliyoruz, Makarios'un darbe yaptığını, ortaklığı yıktığını, suçlu olduğunu. Ama o günlerde, Makarios, Sovyetleri Kıbrıs'a getirmek tehdidiyle bizi üzüyordu. Kıbrıs Akdeniz'de bir Küba olmasın diye mecbur olduk, meşru hükümet olarak tanıdık." Tamam, güzel, o günlerde tanıdınız. Ama aradan 40 yıl geçti. Hâlâ bu yanlışın üzerine barışı sen nasıl bina edersin? Yanlış üzerine, yalan üzerine barış olur mu? Rum'a o hakimiyeti vererek "hadi bakalım barış" dediğinde adamın ihtiyacı yok ki... Adam meşru Kıbrıs hükümeti olmuş, meselesini halletmiş. Biz, Rum'un halledilen meselesini halletmeye çalışıyoruz. Mümkün mü? Değil. O zaman ne yaptık? Dengeledik. Devletimizi kurduk. Şimdi "devleti kaldırın" diyorlar.
İkna edilen
AKP'nin yanılgısı
r Değerlendirmeleriniz bu kritik vasatta elbette çok daha önemli. Sizin Kıbrıs'la ilgili bir temel değerlendirmeniz var. Türkiye'deki karar vericilere de diyorsunuz ki "Kıbrıs bu coğrafyanın en haklı dâvâsıdır." "Hukuksal anlamda, uluslararasında, cephe üstünlüğü anlamında en haklı dâvâsıdır. Eğer Kıbrıs dâvâsını koruyamazsa Türkiye'yi de, diğer millî dâvâları da koruması hiç ama hiç mümkün değil" diyorsunuz. Bir anlamlı fotoğraf daha var. Cok kısa süre öncesine kadar hem toplumsal bağlamda, hem hükümetler bağlamında, bütün olarak karar vericiler bağlamında Türkiye'de Kıbrıs bir millî dâvâ özelliği taşıyordu. Hangi siyasal görüşü taşırsanız taşıyın biraz da siyaset üstü bir duruşa sahipti. Bugün Türkiye bu duruştan çok uzaklaştı gözüküyor. Sanki bir dünya savaşı kaybettik de onun sonuçları ile karşılaşıyormuşuz gibi bir Kıbrıs fotoğrafı var. Niçin Türkiye bugün Kıbrıs'ın o haklılık pozisyonunu, cephe üstünlüğünü korumuyor?
Denktaş: Yıllarca, haksız olarak, Kıbrıs'ı, AB yolunda Türkiye'nin önüne engel olarak koydular. "Hallet, öyle gel, hallet, öyle müracaat et" kabilinden koydular. Bu, bugün AB şampiyonluğunu yapan basın ve basını destekleyen kuruluşlar tarafından öyle bir kabul edilir gerçekmiş gibi kabul edildi ki Türk hükümetleri üzerinde "Şu Kıbrıs'ı halledin. Halletmeyen Denktaş'tır" baskısı, kültürü oluşturuldu. Yeni hükümet geldiğinde, bu engeli ortadan kaldırmak kararlılığıyla geldi. Çünkü Amerikalılar, İngilizler, bana göre, ben bunu hükümetten duymuş değilim, kendilerini ikna ettiler. Nasıl ki kendileri de referandumdan bir hafta öncesine kadar ikna edilmişti. "Rumlar hazırdır. Uzlaşma istiyor. Annan Planı'nı kabul ediyor. Zorluk benden (Denktaş'tan) çıkıyor" diye ikna edilmişti. Ben, Türkiye'yi bu konuda ikna ettiler diye düşünüyorum. Dolayısıyla "biz bu işi halledelim. Annan Planının içerisinde bugüne kadar istediğimiz her şey var. Egemenlikte, bağımsızlıkta ısrar etmenin mânâsı yok. Rumlar da artık yumuşadı. Onun için bu iş bitsin" diye ortaya çıktılar, zannederim. Yine zannederim ki Rumların "hayır"ı ve ondan sonraki davranışlarıyla, kendilerine, "Rumlar 'evet' diyecek" diyenlerin büyük bir yanılgı içerisinde olduğunu onlar da gördüler.
Söz ve icraat çelişkisi
Şimdi bunları bir yana bırakalım. Önümüzdeki en önemli somut şey nedir? 3 Ekim'e kadar Kıbrıs'ı tanıyacak mısınız? Ya da Kıbrıs bir millî dâvâ mıdır? Ben Dışişleri Bakanı ve Sayın Başbakan ile konuştuğumda, millî bir dâvâ olduğunu devamlı surette teyid ederler. "Biz bu millî dâvâdan vazgeçecek değiliz" derler. Ama görüyoruz ki bazı demeçleri, bazı icraatları derhal "acaba" diye bizlerde bir soru işareti koyuyor. Fakat devamlı surette söyledikleri, "Biz, Kıbrıs'ta yeni bir oluşum, müşterek bir oluşum meydana gelmedikçe şimdiki Rum idaresini meşru Kıbrıs hükümeti olarak tanımayız. Veto edecekse buyursun, etsin" şeklindedir.
r 17 Aralık zirvesinde hükümetin Kıbrıs'la ilgili yazılı beyanı var.
Denktaş: Bütün bunlar var. Nasıl var? Onu ben bilmiyorum. Siz de bilmiyorsunuz. Var olduğunu işitiyoruz, değil mi? Ama bize gönderdikleri şu: Siyasi tanıma bir niyet meselesidir. Bir devlet karşıdaki devleti siyasi açıdan tanıma niyetiyle icraat yaparsa, bir girişim yaparsa tanıma öyle hasıl olur. Bunu yapmıyorsa, hatta "böyle bir niyetim yoktur" diyerek bazı icraatlara, temaslara mecbur olursa, uluslararası konferanslarda birarada oturmak mecburiyeti hasıl olursa o, tanıma yönüne gitmez, tanıma olmaz.
r Peki, Kofi Annan Planına bağlı referandumu desteklemek ne anlama geliyor?
Denktaş: Onu ben bilemiyorum.
r Belgeyi kuşkusuz sizden daha iyi bilen biri yok.
Denktaş: Ben onu daha evvel söyledim. Eğer bir taktik ise, pazarlık taktiği ise, yani, "Biz göstereceğiz ki Kıbrıs meselesinin hallini engelleyen Türkiye değildir. Çünkü Türkiye itham altında. Bunu göstermek için de biz büyük bir manevra yapacağız: Büyük bir riziko altın gireceğiz. Bütün kötülüklerine rağmen bunu kabul edeceğiz" diye bir kumar oynanmışsa, bir adım atılmışsa, başarılı oldu. Nasıl başarılı oldu? Türkiye'nin engel olmadığı görüldü. "Aferin" aldık.
n Sonuç.
Denktaş Ama sonuç alamadık. Rum, AB'ye girdi. Ve bizi veto ile tehdide başladı. Kıbrıs meselesi yine Türkiye için mesele olmaya devam ediyor. En kötüsü az evvel söylediğimdir. "Evet, dediğiniz için birleşmek istiyorsunuz. Ayrılık, devlet, egemenlik istemiyorsunuz" diye karşımıza çıktılar. Türkiye'nin bize dediğini ben devamlı surette millî senet olarak kabul ettiğimi beyan ediyorum. Türkiye şunu diyor: "Biz, Kıbrıs'ta müşterek bir yeni kuruluş meydana gelmedikçe mevcut Rum idaresini meşru Kıbrıs idaresi olarak tanımıyoruz, tanımayacağız. KKTC'yi tanımaya devam edeceğiz. Askerimizi çekmeyeceğiz. Desteğimiz devam edecektir."
DEVAMI YARIN