Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, yeniden şekillenmekte olan dünya, kimileri için "egemen" olmanın yollarını açarken, kimilerini de "edilgen" olma noktasına itti.
Özellikle siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, ülkenin yetiştirdiği devlet adamlarını kullanabilme ve beslediği askerin milli hedeflerine ulaşmadaki etkisini iyi kullanabilen devletler, diğerinden çok farklı olacağı anlaşılan yüzyılın yol haritasını çizmeye başladılar.
Ve kabul etmek gerekir ki; Sovyetlerin dağılması, soğuk savaşı bitirmiş olsa da, "ohh" demek isteyen Batı dünyasının, bunun için daha erken olduğunu görmesi çok sürmedi. Zira yeni şekillenen coğrafyalarda, olası etkinliği ile boy gösterebilecek yeni bir güç dikkat çekiyordu.
Bu güç, bilindiği üzere Türkiye'dir.
Özellikle Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Orta Doğu ve Orta Asya'da, Akdeniz ve Karadeniz Havzaları'nda ve hatta Doğu Türkistan'da Türkiye'nin karşı konulamaz avantajlarını iyi gören Batı dünyası, Türkiye'den atak davranmalıydı.
Ve davrandı da...
NATO'dan çıkartılma riskiyle karşılaşan ve kimlik bunalımına düşerek uyuşan Türkiye'nin, üzerindeki ölü toprağını atmadan, damağına bir parmak bal çalmalı ve o balın peşinden körü körüne koşması sağlanmalıydı.
Bu bal da malumunuz, Avrupa Birliği'ne giriş oldu.
Yeni bir hedef, yeni bir ülküyle, Türkiye mutlaka oyalanmalı, sayılan coğrafyalarda tarihin, kültürün ve gücün neden olacağı "yeni tehdit oluşumunun" önü kesilmeliydi.
O günlerin söylevi hala kulaklarımızda...
Adriyatikten-Çin Seddi'ne kadar diyorduk...
Ancak geçen zaman bu ülkü ve ideale, halkın ve askerin özlem ve beklentilerine, siyasi iradelerin sahip çıkmadığını, çıkamadığını görecektik.
Ve hatta geçen zaman sürecinde, kazanç-risk değerlendirmelerini yapmayan, yapamayan ve hep geride kalmaya mahkum olmuş Türk Siyasi Şeceresi inisiyatifsizlikle beraber, bu milleti ve devleti ve vatanı hedef olma noktasına taşıyacaktı.
Ve o gün, kendi inisiyatifiyle güç kullanmayan ya da kullanamayan Türkiye bugün ABD inisiyatifinde Afganistan'a asker göndermenin, kör kuyusuyla karşı karşıyadır.
Şu yüzyıla kadar, yaklaşık bin yıldır kendileriyle temasta bulunduğumuz Batı dünyası Türkler'e karşı dost olmamış, olamamıştır.
Yüzlerce yıl süren Haçlı Seferlerini bırakın bir tarafa, Asala'nın yıkıcı ve PKK'nın bölücü teröründe, Ermeni Soykırım İddiaları'nın kabulünde, ülkemizdeki etnik kökenli misyonerlik hareketlerinde, aşırı sağ, aşırı sol ve radikal gruplara verilen desteklerin tümünün kökeninde, Batı'nın Türkler'e ve Türkler'in medeniyetine olan düşmanlıkları vardır.
Ve bugün o düşmanlığın eşgüdümüne girmiş bir siyaset, Türk askerlerinin (şimdilik) emeğiyle, teriyle ve belki de gün gelecek kanıyla ve canıyla, Afganistan dağlarında Türkiye'ye ucuz bir ikbal aramaktadır.
Siyasilerimizin kaygılanmasına gerek yok.
Hesap yapmalarına da...
Meraklanmasınlar... Oradaki pastayı bize yedirmeyeceklerdir.