Tarihin her döneminde Türk milletinin içinden çıkıp da devleti ile milletini tek bilek tek yürek yapan, milletini ve devletini layık olduğu yere çıkaran bütün liderlere bu türlü iftira kampanyaları yapılagelmiştir. Ama yine bilinen bir gerçektir ki, bu iftiralar hiçbir zaman tutmamış, aksine bu iftiraları yapanlar yaptıklarının altında yok olup gitmişlerdir.
Prof. Dr. Haydar Baş her zaman bölücü ve yıkıcı unsurları, sahip olduğu düşünceleri ile çürütmüş ve onları bertaraf etmiştir. O'nun bu karşı konulmaz görüşleri karşısında fikir planında kaçacak delik arayanlar, yolu iftira atmakta bulmuşlardır.
30'u aşkın kitabı, onbinlerce makalesi, bir o kadar da açıklaması olan Prof. Dr. Haydar Baş hakkında iftira ve karalama yolunu seçenler, bir tek sözüne, bir tek cümlesine, bir tek hareketine, bir satır eleştiri yazabilmişler midir? Elbette hayır? Bunu yapamayacaklarını bilenler işte bu çirkef yolu kendilerine seçmişlerdir. Ama ne O'nu yolundan bir zerre alıkoyabilirler, ne de kendilerini temize çıkartabilirler.
Son zamanlarda belli medya çevrelerinde Prof. Dr. Haydar Baş hakkında yine iftira ve karalama kampanyaları başlatıldı. Prof. Dr. Haydar Baş'ın görüş ve fikirlerinin milletimiz tarafından kabul görüyor olması ve ülkemiz üzerinde oynanan oyunları Sayın Baş'ın deşifre etmesi ve engellemesinin ülkemiz üzerinde emelleri olanlarda hazımsızlık yaratması elbette kaçınılmaz bir süreçtir.
(Resimaltı)
Atılan iftiralarda Prof. Dr. Baş için 28 Şubat sürecinde kendisine dokunulmadı deniyor. Oysa bu ve diğer belgeler 28 Şubat sürecinin gerçek mağdurunun Prof. Dr. Baş olduğunu gösteriyor.
Bu yazı "asıl gerçeği" delillerle, şahitlerle ve mahkeme kararlarıyla ortaya koymak üzere kaleme alınmıştır.
Şimdi bu iftiralara tek tek cevap vermek gerekirse...
1-) İddia edilen; 28 Şubat sürecinde Prof. Dr. Haydar Baş'ın üzerine gidilmediğidir.
En baştan şunu söylemek gerekiyor. 28 Şubat sürecinde Prof. Dr. Haydar Baş'a ait 10 okul nahak yere kapatılmış, kendisine ait fabrikalara akla hayale gelmedik cezalar kesilmiş, o günkü rakam ile 50 trilyonluk bir zarara uğratılmıştır. 28 Şubat sürecinin Başbakanı Bülent Ecevit ve yine dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'ın imzasını taşıyan talimatlarla, kendisi ve kurumlarının hakkında birçok soruşturma açılmıştır. Bu şekilde üstüne gidilen Haydar Baş ve beraberindeki kişilere ait kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinde olağanüstü bir mağduriyet oluşmuştur. Burada yayınlanan belgelerde de görüleceği üzere, konunun hiç de iftira ettikleri gibi olmadığı, hatta adı geçen süreçte üzerine en çok gidilenin Prof. Dr. Haydar Baş olduğu da gözler önüne serilecektir.
Bütün bu mağduriyetine rağmen, Sayın Baş bunu bir medya malzemesi yapmaktan ısrarla kaçınmış, 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan bütün haksızlığa rağmen susmayı tercih etmiştir. Yani Ulusal Beka'yı, her zaman olduğu gibi, kendi çıkarlarının üstünde tutma şuuruyla hareket etmiştir.
O günlerde kendisine "Bu vakıayı halk ile neden paylaşmıyorsunuz (?)" diye sorduğumda verdiği yanıt, aynı zamanda 28 Şubat sürecinin şifresini çözmemde bir karşılık olmuştur. Kendi ağzından; "Burada dış güçlerin asıl yapmak istediği, milli birlik ve beraberliğin ortadan kaldırılmasıdır. Millet ile devleti, asker ile sivili karşı karşıya getirmeyi planladılar ve uygulamaya koydular. Burada maksat milletin bölünmesi, devletin lağvedilmesi, vatanın parçalanmasıdır. Oynanan asıl oyun budur. Bu sebeple biz bütün bu zararları sinemizde alıkoymak zorundayız.. Millet ile devletin bir ve beraber olmasına hizmet etmemiz lazımdır. Bu dönemde faziletli olan konuşmak değil, aksine konuşmamaktır...".
Böylelikle Prof. Haydar Baş, kendisine karşı uygulamaya konulan nahak uygulamalara, oluşan bütün mağduriyete rağmen, milletinin menfaatlerini öne alan bir yaklaşım ortaya koymuştur. Hakkını hukukun içerisinde sonuna kadar koruyan Prof. Dr. Haydar Baş Bey bunu da bir medya malzemesi yapmamıştır.
Burada yukarıda söylediğim gibi dönemin Başbakanı ve İçişleri Bakanı tarafından devreye konan soruşturma evrağını ve kapatılan okullarla ilgili soruşturma belgesini görebilirsiniz.
DÖNEMİN BAŞBAKANI ECEVİT VE İÇİŞLERİ BAKANI SAADETTİN TANTAN İMZALI GENELGE VE BU GENELGEYE İSTİNADEN YURT ÇAPINDA BAŞLATILAN OKULLARLA İLGİLİ SORUŞTURMA BELGELERİ
2-Bir diğer iftira ise Prof. Dr. Haydar Baş'ın, Tayyip Erdoğan hakkında sözde beddua etmesi ve etrafına ettirmesidir. Evet, şaşırtıcıdır ama iftira bu? İnsana "pes" dedirtecek cinsten bu şarlatanlığı, ağızlarına dolamaları ve bundan bir netice almak istemeleri, düştükleri acziyetin kendince diğer bir ispatıdır. Aslında kendileri de çok iyi bilmektedir ki, Prof. Dr. Haydar Baş, hayatı boyunca sadece yanlışa düşenlere değil, kendisine iftira atanlara dahi, her zaman ayıkmaları için dua etmiş ve ettirmiş birisidir. Bunun en güzel örneklerinden biri de 6 Şubat 1998 tarihinde Fetullah Gülen'e gönderdiği mektuptur.
Geçmişte bir keresinde bunu kendisinse sorduğumda "Bizim vazifemiz insanların helakını istemek değil, aksine onların irşadı ve ikazına vesile olup yanlıştan kurtulmalarını sağlamaktır" demişti.
Dilerseniz kendisine karşı yapılan bu çirkin iftiraları, ne kadar engin bir gönül ile karşıladığını, yine kendisinin anlattığı bir kıssa ile açıklayayım. "Zamanında Hz. Musa kendisi hakkında yapılan dedikodulardan, iftiralardan bunalır. Ve Tur dağında Cenab-ı Hakk'a iltica eder ve 'Ya Rabbi bu insanların kalbine ilham et de ayıksınlar, benim hakkımda iftira etmesinler' der. Cenab-ı Hak ise Hz. Musa'ya cevaben 'Ya Musa, onlar sadece sana değil, Bana da iftira atıyorlar. Bana iftira atanlar sana hiç hatır ederler mi?"
Evet, artık ne demeli? "İt ürür, kervan yürür" deyip ve bir başka iftiraya geçelim.
3-Hakkındaki mahkumiyet ve ceza kararları kesinleşmiş Hasan Songür adındaki şantajcının, mahkumiyet ve tazminat ödemesine neden olan tehdit, şantaj ve iftira kumpanyasından alıntılarla arz-ı endam ederek, "çamur at izi kalsın" anlayışıyla, ortaya atılan bu iftira yeni değil?
Hasan Songür ve arkadaşlarının mahkemelerden aldıkları cezalar, zaten bu iftiralara verilen en güzel karşılık olmuştu. Sadece Hasan Songür ve arkadaşları değil aynı zamanda bu iftiralara sayfalarını açan, başta Milliyet gazetesi olmak üzere sorumluların tamamı hukuk önünde hak ettikleri cezalara çarptırıldılar. Burada yer alan belgelerde, bu konuya ait ispatlar ortaya konuyor.
Diğer taraftan da şunu söylemek gerekiyor. Hasan Songür gibi şantajcılığı mahkeme kararıyla tescilli, birçok hukuki ve cezai mahkumiyetlere uğramış üzerinden Prof. Haydar Baş'ın aile hayatına dil uzatılması, gerçekten tarihte eşine az rastlanır bir cinaye. Bir de bu işe cüret edenlerin aslında Hasan Songür seviyesinde olduğunun bir ispatı?
Prof. Dr. Haydar Baş toplumun gözü önünde olan bir insandır. Herkes bilir. Atalarından gelen ve kendisinin "özellikle dedemin huyuydu" dediği misafirperverliğiyle evinin kapısı herkese açıktır. Evinde olduğu her gün, ülkemizin çeşitli bölgelerinden gelen yüzlerce insanı ağırlar. Her haliyle, her an, halk ile iç içedir. Ve toplumun namusunu kendi namusu olarak gören böyle bir insana, böyle bir iftira atmak, herhalde bu müfterilere "Bunlar Müslüman Türk evladıdır" demek kadar büyük bir cinayettir.
4-Bir başka iftira Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Zekeriya Beyaz, Mehmet Nuri Yılmaz ve derin devlet ile" ilişki içerisinde olduğudur.
Prof. Haydar Baş, dini ehlibeyt anlayışı ile ele alıp yaşayan bir insandır. Adı geçen bu iki beyefendi ise, olaylara yüz seksen derece farklı bir pencereden yaklaşan kişilerdir. Bu iki farklı yaklaşımın doğal bir sonucu olarak, Prof. Dr. Haydar Baş, bu kişiler ile hiçbir ortamda bir araya gelmemiştir. Gelmesi de mümkün değildir. Durum bu kadar açık ve nettir. Sade bir vatandaşın bile, bir çırpıda anlayacağı şekilde ortada olmasına rağmen, böyle bir yola başvurulması, olsa olsa mübalağalı bir iftiradır.
Burada asıl dikkati çeken bir başka nokta da, şu anda misyonerlik faaliyetlerinin üzerine giden Zekeriya Beyaz'dan, Fethullah Gülen cemaatinin rahatsızlık duymasıdır. Sonuçta anlaşılan net bir şey var. Bugün Türkiye'de kim misyonerlerin üzerine gitse, buna tek tepki, Fethullah Gülen grubundan geliyor
Diğer taraftan seçim döneminde derin devletin oy kullandığı sandıklardan Prof. Dr. Haydar Baş'a çıkan oy oranı bellidir. Aynı şekilde AKP'ye çıkan oy da bellidir. AKP'ye % 60 oy çıkarken BTP'ye bir tek oy dahi çıkmamıştır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın, ne derin ne de sığ kesimlerle, ne bir teması ve ne de buna ihtiyacı vardır. O gücünü, damarlarında taşıdığı bu milletin bağımsızlık ruhundan ve kalbindeki imanından almaktadır. Bunu O'nunla aynı duyguları paylaşan halkımız çok iyi bilir. Oysa bu müfterilerin bunu anlamaları hiç mümkün değildir. Bunu anlamak için öncelikle, insanın bu millete ve değerlerine ait olması gerekir.
5- Bir diğer iftira ise derin devletin Prof. Haydar Baş'a AKP, SP, Fethullah Gülen'i hedef olarak göstermesidir. Prof. Haydar Baş BTP'nin genel başkanıdır. Bir siyasi partinin genel başkanı olması sebebi ile başta iktidar partisi olmak üzere bütün diğer siyasi partilerin yaptığı yanlışları dile getirmesi ve çözüm yollarını da ortaya koyması, taşıdığı siyasi parti başkanı kimliğinin ona yüklediği bir mükellefiyettir. Ayrıca Prof. Dr. Haydar Baş, ekonomi sahasında bütün dünyanın elini öptüğü ünlü bir ekonomisttir. Kapitalist anlayışı tarihin çöplüğüne gönderen milli ekonomi modelinin de sahibidir. Kendisi ekonomi alanında, bütün dünyanın kabul ettiği mümtaz bir şahsiyettir. Ve bu kimliğiyle birçok ülkede kürsüsü bulunmaktadır. Sadece bu hükümeti değil geçmişte Alman, Japon, vb ülkelerindeki yanlış ekonomi uygulamalarını tespit ederek, hem ikaz etmiş hem de çözüm yollarını ortaya koymuştur. Bir önceki Ecevit hükümetinde de daha devalüasyon olmadan iki yıl önce bunun olacağını ifade ederek hükümeti ikaz etmiş ve çıkış yollarını da ortaya koymuştu. Dolayısıyla Prof. Dr. Haydar Baş beyin gördüğü yanlışları ve bunların çözüm yollarını ifade ediyor olmasından daha doğal ne olabilir.
Fethullah Gülen meselesine gelince; Prof. Haydar Baş daha Fethullah Gülen Vatikan'a Papa ile görüşmeye gitmeden kendisine aşağıda tam metnini sunduğum mektubu 6 Şubat 1998 tarihinde göndererek, olabilecek en nezih bir üslup içerisinde kendisini ikaz etmiş, olası bir yanlışın daha o günlerden önünü rıfk ile kesmeye çalışmıştır. Hatırlanırsa Fethullah Gülen 9 Şubat 1998 tarihinde Papa ile görüştüğü gün Vatikan'da, ATV'den Ali Kırca'nın sorularını cevaplarken, nezaket abidesi olan mektuptan bahisle hem mektubun sahibi Prof. Haydar Baş'ı hem de mektubu hakaret dolu sözlerle eleştirerek, "Dar görüşlü bir grup benim Vatikan'a gitmemi bir mektupla engellemek istedi ama ben onları dinlemedim" demiştir. Bunun üzerine kamuoyunun dikkatini çeken mektup, 12 Şubat 1998 tarihinde Yeni Mesaj gazetesinde de yayınlanmıştır. Aşağıdaki bu mektubu okuduğunuzda Prof. Haydar Baş'ın hem o günlerden bu günleri anlatan mükemmel firasetini, hem de nezaketini göreceksiniz.
Prof. Dr. Haydar Baş her zaman bölücü ve yıkıcı unsurları, sahip olduğu düşünceleri ile çürütmüş ve onları bertaraf etmiştir. O'nun bu karşı konulmaz görüşleri karşısında fikir planında kaçacak delik arayanlar, yolu iftira atmakta bulmuşlardır.
30'u aşkın kitabı, onbinlerce makalesi, bir o kadar da açıklaması olan Prof. Dr. Haydar Baş hakkında iftira ve karalama yolunu seçenler, bir tek sözüne, bir tek cümlesine, bir tek hareketine, bir satır eleştiri yazabilmişler midir? Elbette hayır? Bunu yapamayacaklarını bilenler işte bu çirkef yolu kendilerine seçmişlerdir. Ama ne O'nu yolundan bir zerre alıkoyabilirler, ne de kendilerini temize çıkartabilirler.
Son zamanlarda belli medya çevrelerinde Prof. Dr. Haydar Baş hakkında yine iftira ve karalama kampanyaları başlatıldı. Prof. Dr. Haydar Baş'ın görüş ve fikirlerinin milletimiz tarafından kabul görüyor olması ve ülkemiz üzerinde oynanan oyunları Sayın Baş'ın deşifre etmesi ve engellemesinin ülkemiz üzerinde emelleri olanlarda hazımsızlık yaratması elbette kaçınılmaz bir süreçtir.
(Resimaltı)
Atılan iftiralarda Prof. Dr. Baş için 28 Şubat sürecinde kendisine dokunulmadı deniyor. Oysa bu ve diğer belgeler 28 Şubat sürecinin gerçek mağdurunun Prof. Dr. Baş olduğunu gösteriyor.
Bu yazı "asıl gerçeği" delillerle, şahitlerle ve mahkeme kararlarıyla ortaya koymak üzere kaleme alınmıştır.
Şimdi bu iftiralara tek tek cevap vermek gerekirse...
1-) İddia edilen; 28 Şubat sürecinde Prof. Dr. Haydar Baş'ın üzerine gidilmediğidir.
En baştan şunu söylemek gerekiyor. 28 Şubat sürecinde Prof. Dr. Haydar Baş'a ait 10 okul nahak yere kapatılmış, kendisine ait fabrikalara akla hayale gelmedik cezalar kesilmiş, o günkü rakam ile 50 trilyonluk bir zarara uğratılmıştır. 28 Şubat sürecinin Başbakanı Bülent Ecevit ve yine dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'ın imzasını taşıyan talimatlarla, kendisi ve kurumlarının hakkında birçok soruşturma açılmıştır. Bu şekilde üstüne gidilen Haydar Baş ve beraberindeki kişilere ait kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinde olağanüstü bir mağduriyet oluşmuştur. Burada yayınlanan belgelerde de görüleceği üzere, konunun hiç de iftira ettikleri gibi olmadığı, hatta adı geçen süreçte üzerine en çok gidilenin Prof. Dr. Haydar Baş olduğu da gözler önüne serilecektir.
Bütün bu mağduriyetine rağmen, Sayın Baş bunu bir medya malzemesi yapmaktan ısrarla kaçınmış, 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan bütün haksızlığa rağmen susmayı tercih etmiştir. Yani Ulusal Beka'yı, her zaman olduğu gibi, kendi çıkarlarının üstünde tutma şuuruyla hareket etmiştir.
O günlerde kendisine "Bu vakıayı halk ile neden paylaşmıyorsunuz (?)" diye sorduğumda verdiği yanıt, aynı zamanda 28 Şubat sürecinin şifresini çözmemde bir karşılık olmuştur. Kendi ağzından; "Burada dış güçlerin asıl yapmak istediği, milli birlik ve beraberliğin ortadan kaldırılmasıdır. Millet ile devleti, asker ile sivili karşı karşıya getirmeyi planladılar ve uygulamaya koydular. Burada maksat milletin bölünmesi, devletin lağvedilmesi, vatanın parçalanmasıdır. Oynanan asıl oyun budur. Bu sebeple biz bütün bu zararları sinemizde alıkoymak zorundayız.. Millet ile devletin bir ve beraber olmasına hizmet etmemiz lazımdır. Bu dönemde faziletli olan konuşmak değil, aksine konuşmamaktır...".
Böylelikle Prof. Haydar Baş, kendisine karşı uygulamaya konulan nahak uygulamalara, oluşan bütün mağduriyete rağmen, milletinin menfaatlerini öne alan bir yaklaşım ortaya koymuştur. Hakkını hukukun içerisinde sonuna kadar koruyan Prof. Dr. Haydar Baş Bey bunu da bir medya malzemesi yapmamıştır.
Burada yukarıda söylediğim gibi dönemin Başbakanı ve İçişleri Bakanı tarafından devreye konan soruşturma evrağını ve kapatılan okullarla ilgili soruşturma belgesini görebilirsiniz.
DÖNEMİN BAŞBAKANI ECEVİT VE İÇİŞLERİ BAKANI SAADETTİN TANTAN İMZALI GENELGE VE BU GENELGEYE İSTİNADEN YURT ÇAPINDA BAŞLATILAN OKULLARLA İLGİLİ SORUŞTURMA BELGELERİ
2-Bir diğer iftira ise Prof. Dr. Haydar Baş'ın, Tayyip Erdoğan hakkında sözde beddua etmesi ve etrafına ettirmesidir. Evet, şaşırtıcıdır ama iftira bu? İnsana "pes" dedirtecek cinsten bu şarlatanlığı, ağızlarına dolamaları ve bundan bir netice almak istemeleri, düştükleri acziyetin kendince diğer bir ispatıdır. Aslında kendileri de çok iyi bilmektedir ki, Prof. Dr. Haydar Baş, hayatı boyunca sadece yanlışa düşenlere değil, kendisine iftira atanlara dahi, her zaman ayıkmaları için dua etmiş ve ettirmiş birisidir. Bunun en güzel örneklerinden biri de 6 Şubat 1998 tarihinde Fetullah Gülen'e gönderdiği mektuptur.
Geçmişte bir keresinde bunu kendisinse sorduğumda "Bizim vazifemiz insanların helakını istemek değil, aksine onların irşadı ve ikazına vesile olup yanlıştan kurtulmalarını sağlamaktır" demişti.
Dilerseniz kendisine karşı yapılan bu çirkin iftiraları, ne kadar engin bir gönül ile karşıladığını, yine kendisinin anlattığı bir kıssa ile açıklayayım. "Zamanında Hz. Musa kendisi hakkında yapılan dedikodulardan, iftiralardan bunalır. Ve Tur dağında Cenab-ı Hakk'a iltica eder ve 'Ya Rabbi bu insanların kalbine ilham et de ayıksınlar, benim hakkımda iftira etmesinler' der. Cenab-ı Hak ise Hz. Musa'ya cevaben 'Ya Musa, onlar sadece sana değil, Bana da iftira atıyorlar. Bana iftira atanlar sana hiç hatır ederler mi?"
Evet, artık ne demeli? "İt ürür, kervan yürür" deyip ve bir başka iftiraya geçelim.
3-Hakkındaki mahkumiyet ve ceza kararları kesinleşmiş Hasan Songür adındaki şantajcının, mahkumiyet ve tazminat ödemesine neden olan tehdit, şantaj ve iftira kumpanyasından alıntılarla arz-ı endam ederek, "çamur at izi kalsın" anlayışıyla, ortaya atılan bu iftira yeni değil?
Hasan Songür ve arkadaşlarının mahkemelerden aldıkları cezalar, zaten bu iftiralara verilen en güzel karşılık olmuştu. Sadece Hasan Songür ve arkadaşları değil aynı zamanda bu iftiralara sayfalarını açan, başta Milliyet gazetesi olmak üzere sorumluların tamamı hukuk önünde hak ettikleri cezalara çarptırıldılar. Burada yer alan belgelerde, bu konuya ait ispatlar ortaya konuyor.
Diğer taraftan da şunu söylemek gerekiyor. Hasan Songür gibi şantajcılığı mahkeme kararıyla tescilli, birçok hukuki ve cezai mahkumiyetlere uğramış üzerinden Prof. Haydar Baş'ın aile hayatına dil uzatılması, gerçekten tarihte eşine az rastlanır bir cinaye. Bir de bu işe cüret edenlerin aslında Hasan Songür seviyesinde olduğunun bir ispatı?
Prof. Dr. Haydar Baş toplumun gözü önünde olan bir insandır. Herkes bilir. Atalarından gelen ve kendisinin "özellikle dedemin huyuydu" dediği misafirperverliğiyle evinin kapısı herkese açıktır. Evinde olduğu her gün, ülkemizin çeşitli bölgelerinden gelen yüzlerce insanı ağırlar. Her haliyle, her an, halk ile iç içedir. Ve toplumun namusunu kendi namusu olarak gören böyle bir insana, böyle bir iftira atmak, herhalde bu müfterilere "Bunlar Müslüman Türk evladıdır" demek kadar büyük bir cinayettir.
4-Bir başka iftira Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Zekeriya Beyaz, Mehmet Nuri Yılmaz ve derin devlet ile" ilişki içerisinde olduğudur.
Prof. Haydar Baş, dini ehlibeyt anlayışı ile ele alıp yaşayan bir insandır. Adı geçen bu iki beyefendi ise, olaylara yüz seksen derece farklı bir pencereden yaklaşan kişilerdir. Bu iki farklı yaklaşımın doğal bir sonucu olarak, Prof. Dr. Haydar Baş, bu kişiler ile hiçbir ortamda bir araya gelmemiştir. Gelmesi de mümkün değildir. Durum bu kadar açık ve nettir. Sade bir vatandaşın bile, bir çırpıda anlayacağı şekilde ortada olmasına rağmen, böyle bir yola başvurulması, olsa olsa mübalağalı bir iftiradır.
Burada asıl dikkati çeken bir başka nokta da, şu anda misyonerlik faaliyetlerinin üzerine giden Zekeriya Beyaz'dan, Fethullah Gülen cemaatinin rahatsızlık duymasıdır. Sonuçta anlaşılan net bir şey var. Bugün Türkiye'de kim misyonerlerin üzerine gitse, buna tek tepki, Fethullah Gülen grubundan geliyor
Diğer taraftan seçim döneminde derin devletin oy kullandığı sandıklardan Prof. Dr. Haydar Baş'a çıkan oy oranı bellidir. Aynı şekilde AKP'ye çıkan oy da bellidir. AKP'ye % 60 oy çıkarken BTP'ye bir tek oy dahi çıkmamıştır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın, ne derin ne de sığ kesimlerle, ne bir teması ve ne de buna ihtiyacı vardır. O gücünü, damarlarında taşıdığı bu milletin bağımsızlık ruhundan ve kalbindeki imanından almaktadır. Bunu O'nunla aynı duyguları paylaşan halkımız çok iyi bilir. Oysa bu müfterilerin bunu anlamaları hiç mümkün değildir. Bunu anlamak için öncelikle, insanın bu millete ve değerlerine ait olması gerekir.
5- Bir diğer iftira ise derin devletin Prof. Haydar Baş'a AKP, SP, Fethullah Gülen'i hedef olarak göstermesidir. Prof. Haydar Baş BTP'nin genel başkanıdır. Bir siyasi partinin genel başkanı olması sebebi ile başta iktidar partisi olmak üzere bütün diğer siyasi partilerin yaptığı yanlışları dile getirmesi ve çözüm yollarını da ortaya koyması, taşıdığı siyasi parti başkanı kimliğinin ona yüklediği bir mükellefiyettir. Ayrıca Prof. Dr. Haydar Baş, ekonomi sahasında bütün dünyanın elini öptüğü ünlü bir ekonomisttir. Kapitalist anlayışı tarihin çöplüğüne gönderen milli ekonomi modelinin de sahibidir. Kendisi ekonomi alanında, bütün dünyanın kabul ettiği mümtaz bir şahsiyettir. Ve bu kimliğiyle birçok ülkede kürsüsü bulunmaktadır. Sadece bu hükümeti değil geçmişte Alman, Japon, vb ülkelerindeki yanlış ekonomi uygulamalarını tespit ederek, hem ikaz etmiş hem de çözüm yollarını ortaya koymuştur. Bir önceki Ecevit hükümetinde de daha devalüasyon olmadan iki yıl önce bunun olacağını ifade ederek hükümeti ikaz etmiş ve çıkış yollarını da ortaya koymuştu. Dolayısıyla Prof. Dr. Haydar Baş beyin gördüğü yanlışları ve bunların çözüm yollarını ifade ediyor olmasından daha doğal ne olabilir.
Fethullah Gülen meselesine gelince; Prof. Haydar Baş daha Fethullah Gülen Vatikan'a Papa ile görüşmeye gitmeden kendisine aşağıda tam metnini sunduğum mektubu 6 Şubat 1998 tarihinde göndererek, olabilecek en nezih bir üslup içerisinde kendisini ikaz etmiş, olası bir yanlışın daha o günlerden önünü rıfk ile kesmeye çalışmıştır. Hatırlanırsa Fethullah Gülen 9 Şubat 1998 tarihinde Papa ile görüştüğü gün Vatikan'da, ATV'den Ali Kırca'nın sorularını cevaplarken, nezaket abidesi olan mektuptan bahisle hem mektubun sahibi Prof. Haydar Baş'ı hem de mektubu hakaret dolu sözlerle eleştirerek, "Dar görüşlü bir grup benim Vatikan'a gitmemi bir mektupla engellemek istedi ama ben onları dinlemedim" demiştir. Bunun üzerine kamuoyunun dikkatini çeken mektup, 12 Şubat 1998 tarihinde Yeni Mesaj gazetesinde de yayınlanmıştır. Aşağıdaki bu mektubu okuduğunuzda Prof. Haydar Baş'ın hem o günlerden bu günleri anlatan mükemmel firasetini, hem de nezaketini göreceksiniz.