ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, önceki gün yaptığı açıklamada Rakka operasyonuna da hazırlıklar yapıldığını ve bu operasyonun "yerel güçler"le yapılacağını belirtmişti.
ABD'nin bu yerel güç vurgusundan sonra açıklama yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Yerel güçler olarak PKK/YPG değerlendiriliyorsa biz buna katılmayız, onlar yerel güç olmaz. Her şeyden önce teröristleri meşru bir güç gibi saymak da son derece yanlıştır, çifte standarttır hatta ikiyüzlülüktür" ifadelerini kullandı.
Çavuşoğlu'nun bu ifadelerine ABD'den net bir cevap geldi. ABD liderliğindeki DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyonun ABD'li komutanı Korgeneral Stephen Townsend, PKK bağlantılı YPG'nin Rakka kuşatmasında rol alacağını net bir dille ilan etti. Bağdat'tan videokonferans yoluyla basın toplantısı düzenleyen Townsend şunları söyledi:
"Türkiye bizim Suriye Demokratik Güçleri'yle hiçbir yerde, özellikle de Rakka'da birlikte çalıştığımızı görmek istemiyor. Gerçekler ise şunlar: Yakın dönem içerisinde savaşma yeteneğine sahip olan tek güç, YPG'nin önemli bir unsurunu oluşturduğu SDG. O yüzden Türkiye ile müzakere ediyor, planlama yapıyor ve konuşuyoruz."
Senin terör örgütü kabul ettiğin YPG'yi; müttefik kabul ettiğin, ipiyle kuyuya indiğin ABD, "Yakın dönem içerisinde savaşma yeteneğine sahip olan tek güç" olarak görüyor.
Townsend konuşmasına şöyle devam etti:
"SDG, YPG ve Suriye Arap Koalisyonu, Rakka kuşatmasında yer alacak bu kuvvetin parçası olacak. Sonra ne olacak, henüz belirlenmedi. Hükümetimiz, yerel ortaklarımız ve Türk hükümeti arasında bu iş nasıl olacak bilmiyorum. Türkler buna dâhil olma konusundaki isteklerini dile getirdiler. Bunun üzerinde sonra çalışacağız."
Bunun anlamı, Rakka operasyonu kesinlikle YPG ile yapılacak, Türkiye ise aynen Musul operasyonunda olduğu gibi denklem dışında kalacak.
Townsend, Türkiye'nin Menbiç konusundaki ısrarına ve de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "gerekirse onları Menbiç'ten biz çıkartırız" ifadelerine cevaben yaptığı açıklamada da ABD özel kuvvetlerinin adını anmadan, koalisyon unsurlarının Menbiç'te olduğunu hatırlattı.
Yani ABD, açık ve net bir şekilde, "Menbiç'teki YPG'ye dokunamazsınız, onlarla çatışmaya girişirseniz, bizi karşınızda bulursunuz" diyor, üstü kapalı tehdit ediyor, az ve öz bir ifadeyle, "YPG demek ABD demektir" diyor. Zaten PYD'nin bulunduğu bölgelerde bayraklarını dalgalandırması, oralara üsler kurması boşuna değil.
Carter ve Townsend'in açıklamalarını değerlendirirsek, hatırlarsanız Sayın Erdoğan aylar önce, "Türkiye mi, PYD mi?" demişti, ABD "elbette ki PYD" demişti. Menbiç IŞİD'den temizlendikten sonra bu soru yeniden soruldu, ABD yeniden "PYD" dedi. Ve Rakka operasyonunda da Türkiye "PYD varsa biz yokuz" dedi, ABD yine "PYD" dedi.
Doğal olarak soruyoruz; ABD her seferinde Türkiye'yi satmasına, sırtından hançerlemesine, terör örgütlerini Türkiye'ye tercih etmesine, siyasilerimize verdiği sözleri tutmamasına rağmen hala ABD ile stratejik müttefikliğe devam etmemizin, onun ipiyle, 3'lü mekanizmasıyla Suriye bataklığında ilerlememizin, Ortadoğu'yu kendi adına dizayn etmesi için her türlü üs ve lojistik desteği sunmamızın sebebi nedir?
Ve Türkiye, Suriye ve Irak bataklığında ABD talimatlarıyla devam ederse suçlanan, yakın bir gelecekte büyük cezalara maruz kalacak olan ve ciddi bedeller ödeyecek olan yine Türkiye olacak. Bu bedel sadece parasal değil elbette?
ABD, Irak'ta bulunan Başika kampındaki askerlerimiz için en üst düzeyde "illegal" açıklaması yapmıştı. Halbuki buna göz yuman kendileriydi.
Bu konuda bir açıklama da Almanya'dan geldi. Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Musul'u kurtarma harekâtına müdahalede bulunan Türkiye'yi Irak'ın egemenliğine saygılı olmaya davet etti, IŞİD ile mücadele koalisyonunda yer alan Türkiye'nin kurallara uyması gerektiğini hatırlattı.
Türkiye, bağımsız bir devlet olarak Irak devleti ve Suriye devleti ile masaya oturup Musul, Kerkük ve Suriye konularını müzakere etseydi, problemler komşular arasında çözülseydi, Türkiye böyle topu ucuna gelmeyecekti ve sorunlar kendiliğinden çözülecekti.
ABD'nin, İsrail'in, AB'nin ve Barzani'nin ipiyle bu ateşten kuyuya indik, şimdi onlar bize roller biçiyor neticede de idam sehpasına çekecekler.
Böyle devam edersek, Saddamlı Irak'ın kaderini yaşayacağız ve Musul'dan, Kerkük'ten, Halep'ten hak iddia ederken, Kilis'ten, Gaziantep'ten, Diyarbakır'dan olacağız.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın 2 Eylül tarihli "Cerablus batağından çıkılabilir mi?" makalesindeki şu uyarılarını kulağımıza küpe yapmalıyız:
"ABD ile planlanmış Fırat Kalkanı operasyonu, umarız meşru müdafaa hakkı derken yaşam hakkımıza mal olmaz. Bizim gördüğümüz, harekat ABD aklı ile devam ederse tek bir Türk askeri geri dönmeyeceği güne kadar sürecektir. Türkiye çok sancılı günlere gebe?"
"Türk askerinin önemli kuvvetleri sınır ötesinde ABD için yer açarken, Anadolu toprakları karışabilir."
Diyor demesine ama ABD'li komutan Townsend'in dediği gibi, "ABD'nin Suriye'de YPG ile çalıştığını, müttefik olduğunu görmek istemeyen", her seferinde "Türkiye mi, PYD mi?" diye sorulduğunda hiç tereddüt etmeden "PYD" diyen ABD'yi duymazdan gelen Türkiye, aynı zamanda Sayın Baş'ın bu tarihi uyarılarını da görmek istemiyor.
Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz, bize sadece uyarmak düşer; görmek ve duymak istemeyene başka ne yapılabilir ki, elimizden başka bir şey gelmez.
ABD'nin bu yerel güç vurgusundan sonra açıklama yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Yerel güçler olarak PKK/YPG değerlendiriliyorsa biz buna katılmayız, onlar yerel güç olmaz. Her şeyden önce teröristleri meşru bir güç gibi saymak da son derece yanlıştır, çifte standarttır hatta ikiyüzlülüktür" ifadelerini kullandı.
Çavuşoğlu'nun bu ifadelerine ABD'den net bir cevap geldi. ABD liderliğindeki DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyonun ABD'li komutanı Korgeneral Stephen Townsend, PKK bağlantılı YPG'nin Rakka kuşatmasında rol alacağını net bir dille ilan etti. Bağdat'tan videokonferans yoluyla basın toplantısı düzenleyen Townsend şunları söyledi:
"Türkiye bizim Suriye Demokratik Güçleri'yle hiçbir yerde, özellikle de Rakka'da birlikte çalıştığımızı görmek istemiyor. Gerçekler ise şunlar: Yakın dönem içerisinde savaşma yeteneğine sahip olan tek güç, YPG'nin önemli bir unsurunu oluşturduğu SDG. O yüzden Türkiye ile müzakere ediyor, planlama yapıyor ve konuşuyoruz."
Senin terör örgütü kabul ettiğin YPG'yi; müttefik kabul ettiğin, ipiyle kuyuya indiğin ABD, "Yakın dönem içerisinde savaşma yeteneğine sahip olan tek güç" olarak görüyor.
Townsend konuşmasına şöyle devam etti:
"SDG, YPG ve Suriye Arap Koalisyonu, Rakka kuşatmasında yer alacak bu kuvvetin parçası olacak. Sonra ne olacak, henüz belirlenmedi. Hükümetimiz, yerel ortaklarımız ve Türk hükümeti arasında bu iş nasıl olacak bilmiyorum. Türkler buna dâhil olma konusundaki isteklerini dile getirdiler. Bunun üzerinde sonra çalışacağız."
Bunun anlamı, Rakka operasyonu kesinlikle YPG ile yapılacak, Türkiye ise aynen Musul operasyonunda olduğu gibi denklem dışında kalacak.
Townsend, Türkiye'nin Menbiç konusundaki ısrarına ve de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "gerekirse onları Menbiç'ten biz çıkartırız" ifadelerine cevaben yaptığı açıklamada da ABD özel kuvvetlerinin adını anmadan, koalisyon unsurlarının Menbiç'te olduğunu hatırlattı.
Yani ABD, açık ve net bir şekilde, "Menbiç'teki YPG'ye dokunamazsınız, onlarla çatışmaya girişirseniz, bizi karşınızda bulursunuz" diyor, üstü kapalı tehdit ediyor, az ve öz bir ifadeyle, "YPG demek ABD demektir" diyor. Zaten PYD'nin bulunduğu bölgelerde bayraklarını dalgalandırması, oralara üsler kurması boşuna değil.
Carter ve Townsend'in açıklamalarını değerlendirirsek, hatırlarsanız Sayın Erdoğan aylar önce, "Türkiye mi, PYD mi?" demişti, ABD "elbette ki PYD" demişti. Menbiç IŞİD'den temizlendikten sonra bu soru yeniden soruldu, ABD yeniden "PYD" dedi. Ve Rakka operasyonunda da Türkiye "PYD varsa biz yokuz" dedi, ABD yine "PYD" dedi.
Doğal olarak soruyoruz; ABD her seferinde Türkiye'yi satmasına, sırtından hançerlemesine, terör örgütlerini Türkiye'ye tercih etmesine, siyasilerimize verdiği sözleri tutmamasına rağmen hala ABD ile stratejik müttefikliğe devam etmemizin, onun ipiyle, 3'lü mekanizmasıyla Suriye bataklığında ilerlememizin, Ortadoğu'yu kendi adına dizayn etmesi için her türlü üs ve lojistik desteği sunmamızın sebebi nedir?
Ve Türkiye, Suriye ve Irak bataklığında ABD talimatlarıyla devam ederse suçlanan, yakın bir gelecekte büyük cezalara maruz kalacak olan ve ciddi bedeller ödeyecek olan yine Türkiye olacak. Bu bedel sadece parasal değil elbette?
ABD, Irak'ta bulunan Başika kampındaki askerlerimiz için en üst düzeyde "illegal" açıklaması yapmıştı. Halbuki buna göz yuman kendileriydi.
Bu konuda bir açıklama da Almanya'dan geldi. Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Musul'u kurtarma harekâtına müdahalede bulunan Türkiye'yi Irak'ın egemenliğine saygılı olmaya davet etti, IŞİD ile mücadele koalisyonunda yer alan Türkiye'nin kurallara uyması gerektiğini hatırlattı.
Türkiye, bağımsız bir devlet olarak Irak devleti ve Suriye devleti ile masaya oturup Musul, Kerkük ve Suriye konularını müzakere etseydi, problemler komşular arasında çözülseydi, Türkiye böyle topu ucuna gelmeyecekti ve sorunlar kendiliğinden çözülecekti.
ABD'nin, İsrail'in, AB'nin ve Barzani'nin ipiyle bu ateşten kuyuya indik, şimdi onlar bize roller biçiyor neticede de idam sehpasına çekecekler.
Böyle devam edersek, Saddamlı Irak'ın kaderini yaşayacağız ve Musul'dan, Kerkük'ten, Halep'ten hak iddia ederken, Kilis'ten, Gaziantep'ten, Diyarbakır'dan olacağız.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın 2 Eylül tarihli "Cerablus batağından çıkılabilir mi?" makalesindeki şu uyarılarını kulağımıza küpe yapmalıyız:
"ABD ile planlanmış Fırat Kalkanı operasyonu, umarız meşru müdafaa hakkı derken yaşam hakkımıza mal olmaz. Bizim gördüğümüz, harekat ABD aklı ile devam ederse tek bir Türk askeri geri dönmeyeceği güne kadar sürecektir. Türkiye çok sancılı günlere gebe?"
"Türk askerinin önemli kuvvetleri sınır ötesinde ABD için yer açarken, Anadolu toprakları karışabilir."
Diyor demesine ama ABD'li komutan Townsend'in dediği gibi, "ABD'nin Suriye'de YPG ile çalıştığını, müttefik olduğunu görmek istemeyen", her seferinde "Türkiye mi, PYD mi?" diye sorulduğunda hiç tereddüt etmeden "PYD" diyen ABD'yi duymazdan gelen Türkiye, aynı zamanda Sayın Baş'ın bu tarihi uyarılarını da görmek istemiyor.
Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz, bize sadece uyarmak düşer; görmek ve duymak istemeyene başka ne yapılabilir ki, elimizden başka bir şey gelmez.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024