MİSAFİR KALEM/ Zafer YALÇIN
Vakit gece yarısıydı. Yine olur olmaz mesnetsiz düşüncelere dalmıştım. Hayatımızı sorguluyor, zamanı yargılıyor ve hayata bir anlam vermeye çalışıyordum. Sadece çalışıyordum. Bir ara koca bir okyanusta bir damla olduğum düşüncesine takıldım. Bu gerçek hoşuma gitmemişti. Biz milyarlarca insanın arasında sıradan, alışılmış bir üyeydik. Hiçbir farkımız yoktu. Ellerimizle, gülüşümüzle, hayallerimizle tipik bir insandık. Denizde damlaydık. Ama deniz değildik. Balıkların bile haberi olmayan deniz ve damla fikri...
Ben benim için sadece aynada vardım. Kalabalıklarda süzülüşümün bir anlamı yoktu. Prensiplerimin hal ve tavırlarımın bir özelliği kalmamıştı çünkü benden hariç milyarlarca insan vardı. Ben olmasam da onlar olacaktı. Hayattaki rolüm; ben ve insanlar. Tuhaf bir his. Kimimiz esnaftık, kimimiz uzak bir mezrada çiftçi, kimimiz turistik tesislerde vakit geçiren bir iş adamı, kimimiz şarkıcı, kimimiz esprileriyle arkadaşlarının eğlence kaynağıydık. Hepimiz yaşıyorduk.
İdealistlik, üzüldüğümüz kızdığımız şeyler vardı, sevincimiz, gülüşümüz ve tavırlarımız vardı. Sıradan insanlardık yani. Duygularımız sadece bize özel şeyler değildi. Farklı versiyonları olsa da hissediyorduk hepimiz. Biz sadece aynada vardık. Kalabalıklarda yoktuk.
Taksim meydanında gezdiğimi düşünüyor bir kameranın da bizi çektiğini farz ediyordum. Orda öylece kafamdaki dünyayla gezerken ben o kamera için ayakkabısını yeni boyamış Zafer değil bir kalabalıktım. Hiçbir kaydım, özelliğim, farkım yoktu. Denizle dalgalanan, ırmakla akan, yağmurla damlayan renksiz bir damla suydum.
Herkes sıradandı. Kendim ile övünmek, yürürken farklılaşmak, dikkat çekmeye çalışmak, insanların beni süzüyor olduğunu düşünerek davranmak çok komik geldi bir an.
İnsan varlığını hissettiği sürece kendini toplumdan ayırt edebildiği ve ettiği sürece hayata katlanabilirdi. Aynaya baktığında rekabet duygusunu tahlil ettiği zaman hayatta bende varım diyebilir. Aksi taktirde hayat çekilmez olurdu. Bu yüzden kendimizden bahsetmek, neden hoşlanıp neden nefret ettiğimizi belirtmek, takdir, etmek, cezalandırmak kendimizi anlatmak ihtiyacını duyarız bazen.
Ama oysa ki bir çok insan bu hisleri o veya bu şekilde taşıyordu. Acaba her şeye rağmen insana yaşama rekabetini ne hissettiriyordu. İnsana, bir hiç olduğu, sıradan biri olduğu duygusundan ne uzaklaştırıyordu? Ki yaşam çekilmez bir hal almıyordu. Aksi taktirde düşünsenize insan nasıl kendini salıverirdi. Sebebini ben de bilmiyorum ama bu yüzden insanın ben merkezcil kuvvetine çeken bir kuvvet vardı.
Daha detaylı düşünmek istemiyordum. Denize tutulan aynanın gösterdiği şeyle her sabah saçımı taradığım aynanın gösterdiği şey aynıydı. Su.
Üstünlük takvadadır. Allah katındaki insanın değeridir insanı insan yapan olgu. Yoksa yatmadan önce spor yapmak ya da konuşurken arada bir yutkunmak, sigara içmemek insanı özel kılmaz ve damla fikrini söküp alamaz.
Büyüklerimiz ve Allah dostları zikrullahtan daha tatlı lezzet görmemiş olacaklar ki her şeyi oyuncak olan bu dünyamızda bize onu tavsiye ededururlar. Bir insan nerede yaşarsa yaşasın, nereye giderse gitsin ömrü boyunca hiçbir yer ve zamanda zikrullahtan daha lezzetli bir şey bulamaz.
Yokluk duygusu, eneyi inkâr, kendini varlığa teslim edip onun varlığında yok etme gayesi. İşte hayata anlam veren, insanı girdaplar içinden çıkaran, aklın çengelinde ıstıraplar çektiren kaoslardan kurtaran eşsiz duygu. Allah, zikr-i daim, fikr-i daim kullarından eylesin bizi.
Vakit gece yarısıydı. Yine olur olmaz mesnetsiz düşüncelere dalmıştım. Hayatımızı sorguluyor, zamanı yargılıyor ve hayata bir anlam vermeye çalışıyordum. Sadece çalışıyordum. Bir ara koca bir okyanusta bir damla olduğum düşüncesine takıldım. Bu gerçek hoşuma gitmemişti. Biz milyarlarca insanın arasında sıradan, alışılmış bir üyeydik. Hiçbir farkımız yoktu. Ellerimizle, gülüşümüzle, hayallerimizle tipik bir insandık. Denizde damlaydık. Ama deniz değildik. Balıkların bile haberi olmayan deniz ve damla fikri...
Ben benim için sadece aynada vardım. Kalabalıklarda süzülüşümün bir anlamı yoktu. Prensiplerimin hal ve tavırlarımın bir özelliği kalmamıştı çünkü benden hariç milyarlarca insan vardı. Ben olmasam da onlar olacaktı. Hayattaki rolüm; ben ve insanlar. Tuhaf bir his. Kimimiz esnaftık, kimimiz uzak bir mezrada çiftçi, kimimiz turistik tesislerde vakit geçiren bir iş adamı, kimimiz şarkıcı, kimimiz esprileriyle arkadaşlarının eğlence kaynağıydık. Hepimiz yaşıyorduk.
İdealistlik, üzüldüğümüz kızdığımız şeyler vardı, sevincimiz, gülüşümüz ve tavırlarımız vardı. Sıradan insanlardık yani. Duygularımız sadece bize özel şeyler değildi. Farklı versiyonları olsa da hissediyorduk hepimiz. Biz sadece aynada vardık. Kalabalıklarda yoktuk.
Taksim meydanında gezdiğimi düşünüyor bir kameranın da bizi çektiğini farz ediyordum. Orda öylece kafamdaki dünyayla gezerken ben o kamera için ayakkabısını yeni boyamış Zafer değil bir kalabalıktım. Hiçbir kaydım, özelliğim, farkım yoktu. Denizle dalgalanan, ırmakla akan, yağmurla damlayan renksiz bir damla suydum.
Herkes sıradandı. Kendim ile övünmek, yürürken farklılaşmak, dikkat çekmeye çalışmak, insanların beni süzüyor olduğunu düşünerek davranmak çok komik geldi bir an.
İnsan varlığını hissettiği sürece kendini toplumdan ayırt edebildiği ve ettiği sürece hayata katlanabilirdi. Aynaya baktığında rekabet duygusunu tahlil ettiği zaman hayatta bende varım diyebilir. Aksi taktirde hayat çekilmez olurdu. Bu yüzden kendimizden bahsetmek, neden hoşlanıp neden nefret ettiğimizi belirtmek, takdir, etmek, cezalandırmak kendimizi anlatmak ihtiyacını duyarız bazen.
Ama oysa ki bir çok insan bu hisleri o veya bu şekilde taşıyordu. Acaba her şeye rağmen insana yaşama rekabetini ne hissettiriyordu. İnsana, bir hiç olduğu, sıradan biri olduğu duygusundan ne uzaklaştırıyordu? Ki yaşam çekilmez bir hal almıyordu. Aksi taktirde düşünsenize insan nasıl kendini salıverirdi. Sebebini ben de bilmiyorum ama bu yüzden insanın ben merkezcil kuvvetine çeken bir kuvvet vardı.
Daha detaylı düşünmek istemiyordum. Denize tutulan aynanın gösterdiği şeyle her sabah saçımı taradığım aynanın gösterdiği şey aynıydı. Su.
Üstünlük takvadadır. Allah katındaki insanın değeridir insanı insan yapan olgu. Yoksa yatmadan önce spor yapmak ya da konuşurken arada bir yutkunmak, sigara içmemek insanı özel kılmaz ve damla fikrini söküp alamaz.
Büyüklerimiz ve Allah dostları zikrullahtan daha tatlı lezzet görmemiş olacaklar ki her şeyi oyuncak olan bu dünyamızda bize onu tavsiye ededururlar. Bir insan nerede yaşarsa yaşasın, nereye giderse gitsin ömrü boyunca hiçbir yer ve zamanda zikrullahtan daha lezzetli bir şey bulamaz.
Yokluk duygusu, eneyi inkâr, kendini varlığa teslim edip onun varlığında yok etme gayesi. İşte hayata anlam veren, insanı girdaplar içinden çıkaran, aklın çengelinde ıstıraplar çektiren kaoslardan kurtaran eşsiz duygu. Allah, zikr-i daim, fikr-i daim kullarından eylesin bizi.