Tarihin bir diliminde ve yeryüzünün bir yüzünde yaşamakta olan ahali, iyice çizgiden çıkınca onları uyarmak üzere önce iki elçi gönderilmiş ardından üçüncü bir elçi ile desteklenmişler ve hep beraber mesajlarını o topluma iletmişler.
Ne yazık ki hiç bir zaman olmadığı gibi söz konusu ahali de; "Hoş geldiniz, başımız gözümüz üstüne geldiniz" dememişler.
Ne demişler?
Yasin Suresinden okuyalım:
"Ey peygamber! Sen bu Kur'ân muhataplarına, şu şehir halkını örnek olarak anlat: Nitekim o kente görevli elçiler, peygamberler gelmişti.
Olay şu: Allah onlara iki peygamber görevlendirmişti de, toplum bunları yalanladı. Allah da bir üçüncü elçiyle destekledi ve hepsi, 'Bakın, biz Allah tarafından size gönderildik' dediler.
O kenttekiler, bu peygamberlere karşı dediler ki: 'Siz de, bizim gibi birer insansınız. Zaten Rahman olan Allah ne vahiy, ne peygamber, ne de kitap indirmez, siz sırf yalan söylüyorsunuz.'
Peygamberler dediler: 'Rabbimiz bilir ki, biz size gönderilmiş elçileriz. Bize düşen, emanet edilen mesajı, size açıkça tebliğ etmek ve nasıl yaşanacağını da, bizzat hayatımızla göstermektir.'
Toplumun cevabı: 'Doğrusu sizin yüzünüzden başımıza uğursuzluk çöktü. Eğer bu işinize bir son vermez ve elçiliğinizden vazgeçmezseniz, sizi taşa tutacağız ve mutlaka bizden yana size, acıklı bir azap dokunacaktır.'
Buna karşı peygamberler şöyle cevap verdiler: Bir uğursuzluk, bir huzursuzluk, bir yanlışlık varsa, bu sizdendir. Size öğüt verildi diye mi uğursuzluğa uğradınız? Hayır, siz kendilerine yazık eden bir toplumsunuz." (Yasin: 13?19).
Tarih boyunca peygamberlere ve onların destekçilerine karşı savrulan ortak tehdit; "sizi taşlarız..."
Söze karşı taş, nasihate karşı taşlamak, dil ile dillendirilen mesaja karşı kaba kuvvet...
Nitekim bu sayfanın sonuna doğru öğreniyoruz ki, o üç elçiye destek olmak üzere konuşan, kendilerinden hiç bir ücret istemeyen bu elçilere mutlaka uymaları gerektiğini söyleyen bir delikanlı adam, ne yazık ki hemşehrileri tarafından taşlanarak şehit ediliyor.
Musa ve kardeşi Harun Peygamberler, orduları yok, silahları yok, sadece haddini aşmış, ilahlık iddiasındaki Firavun'a bir beşer, bir insan olduğunu hatırlatmaya çalışıyorlar ve Alemlerin Rabbini tanımaya davet ediyorlar.
Karşılaştıkları muamele aynı sertlikte ve aynı kabalıkta:
"Firavun dedi: Bırakın, Musa'yı öldüreyim de Rabbine yalvarsın bakalım, O Musa'yı kurtaracak mı? Dikkat edin, ben O'nun dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum!" (Mü'min: 26).
Bâtılın, bâtılı savunanların, haksızın, haksızlığı meslek edinip onu savunanların eleştiriye, hatırlatmaya ve nasihate asla tahammülleri olmamış tarih boyunca.
Susturulmanın, dilin lal edilmesinin ne demek olduğunu elbette Rebeze Çölüne sürülen Ebuzer Hazretlerinin hayatından öğrenmek lazım.
Susturulmanın, dilin lal edilmesinin yankılarını ve yansımalarını bugün, Peygamber amcası Ebu Tâlib'e Hz. Ebu Tâlib derken etraftan yükselen homurtulara bakarak anlamak lazım.
Susturulmanın, dilin lal edilmesinin ne demek olduğunu anlamak için, Ehl?i Beyt'in başına gelenleri Sayın Haydar Baş'ın "Ehli Beyt Külliyatından" satır satır, sayfa sayfa okuyarak idrak etmek lazım.
Günümüzde, yaşadığımız hayatta, yaşadığımız ülkede, hak ve hakikati haykıranların nasıl susturulduklarını, dillerin nasıl lal edildiğini örneklendirmeye gerek var mı, hep beraber gün be gün, an be an yaşıyoruz zaten.
Evet, susturmuşlar dili lal eylemişler.
Ne yazık ki hiç bir zaman olmadığı gibi söz konusu ahali de; "Hoş geldiniz, başımız gözümüz üstüne geldiniz" dememişler.
Ne demişler?
Yasin Suresinden okuyalım:
"Ey peygamber! Sen bu Kur'ân muhataplarına, şu şehir halkını örnek olarak anlat: Nitekim o kente görevli elçiler, peygamberler gelmişti.
Olay şu: Allah onlara iki peygamber görevlendirmişti de, toplum bunları yalanladı. Allah da bir üçüncü elçiyle destekledi ve hepsi, 'Bakın, biz Allah tarafından size gönderildik' dediler.
O kenttekiler, bu peygamberlere karşı dediler ki: 'Siz de, bizim gibi birer insansınız. Zaten Rahman olan Allah ne vahiy, ne peygamber, ne de kitap indirmez, siz sırf yalan söylüyorsunuz.'
Peygamberler dediler: 'Rabbimiz bilir ki, biz size gönderilmiş elçileriz. Bize düşen, emanet edilen mesajı, size açıkça tebliğ etmek ve nasıl yaşanacağını da, bizzat hayatımızla göstermektir.'
Toplumun cevabı: 'Doğrusu sizin yüzünüzden başımıza uğursuzluk çöktü. Eğer bu işinize bir son vermez ve elçiliğinizden vazgeçmezseniz, sizi taşa tutacağız ve mutlaka bizden yana size, acıklı bir azap dokunacaktır.'
Buna karşı peygamberler şöyle cevap verdiler: Bir uğursuzluk, bir huzursuzluk, bir yanlışlık varsa, bu sizdendir. Size öğüt verildi diye mi uğursuzluğa uğradınız? Hayır, siz kendilerine yazık eden bir toplumsunuz." (Yasin: 13?19).
Tarih boyunca peygamberlere ve onların destekçilerine karşı savrulan ortak tehdit; "sizi taşlarız..."
Söze karşı taş, nasihate karşı taşlamak, dil ile dillendirilen mesaja karşı kaba kuvvet...
Nitekim bu sayfanın sonuna doğru öğreniyoruz ki, o üç elçiye destek olmak üzere konuşan, kendilerinden hiç bir ücret istemeyen bu elçilere mutlaka uymaları gerektiğini söyleyen bir delikanlı adam, ne yazık ki hemşehrileri tarafından taşlanarak şehit ediliyor.
Musa ve kardeşi Harun Peygamberler, orduları yok, silahları yok, sadece haddini aşmış, ilahlık iddiasındaki Firavun'a bir beşer, bir insan olduğunu hatırlatmaya çalışıyorlar ve Alemlerin Rabbini tanımaya davet ediyorlar.
Karşılaştıkları muamele aynı sertlikte ve aynı kabalıkta:
"Firavun dedi: Bırakın, Musa'yı öldüreyim de Rabbine yalvarsın bakalım, O Musa'yı kurtaracak mı? Dikkat edin, ben O'nun dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum!" (Mü'min: 26).
Bâtılın, bâtılı savunanların, haksızın, haksızlığı meslek edinip onu savunanların eleştiriye, hatırlatmaya ve nasihate asla tahammülleri olmamış tarih boyunca.
Susturulmanın, dilin lal edilmesinin ne demek olduğunu elbette Rebeze Çölüne sürülen Ebuzer Hazretlerinin hayatından öğrenmek lazım.
Susturulmanın, dilin lal edilmesinin yankılarını ve yansımalarını bugün, Peygamber amcası Ebu Tâlib'e Hz. Ebu Tâlib derken etraftan yükselen homurtulara bakarak anlamak lazım.
Susturulmanın, dilin lal edilmesinin ne demek olduğunu anlamak için, Ehl?i Beyt'in başına gelenleri Sayın Haydar Baş'ın "Ehli Beyt Külliyatından" satır satır, sayfa sayfa okuyarak idrak etmek lazım.
Günümüzde, yaşadığımız hayatta, yaşadığımız ülkede, hak ve hakikati haykıranların nasıl susturulduklarını, dillerin nasıl lal edildiğini örneklendirmeye gerek var mı, hep beraber gün be gün, an be an yaşıyoruz zaten.
Evet, susturmuşlar dili lal eylemişler.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Emekli ağlar yıkılır dağlar / 29.03.2024
- Dipsiz kuyunun kazıcıları hayret içinde / 28.03.2024
- Ne olursa ‘yeter artık’ diyeceksiniz? / 27.03.2024
- Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar / 26.03.2024
- Bende her yaradan var / 24.03.2024
- Ramazan’ın ortasında faizin tam ortasına… / 23.03.2024
- 'Yusuf’u kurt yedi' yalanı devam ediyor / 22.03.2024
- Kaç Yusuf kuyulara atılıyor? Kaç Yusuf pazarlarda satılıyor? / 21.03.2024
- Hayatı pürdikkat yaşamanın mevsimidir Ramazan / 20.03.2024
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Dipsiz kuyunun kazıcıları hayret içinde / 28.03.2024
- Ne olursa ‘yeter artık’ diyeceksiniz? / 27.03.2024
- Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar / 26.03.2024
- Bende her yaradan var / 24.03.2024
- Ramazan’ın ortasında faizin tam ortasına… / 23.03.2024
- 'Yusuf’u kurt yedi' yalanı devam ediyor / 22.03.2024
- Kaç Yusuf kuyulara atılıyor? Kaç Yusuf pazarlarda satılıyor? / 21.03.2024
- Hayatı pürdikkat yaşamanın mevsimidir Ramazan / 20.03.2024
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024