Günümüz Müslüman dünyasında tefekkür, asıl maksadından saptırılmış, ibadet olduğu unutturulmuş, alelade bir düşünce tarzıymışçasına muamele görmüş ve sonuçta eski mütefekkirleri arar olmuşuzdur.
Müslüman dünyası diyorum çünkü tefekkür ve mütefekkir, Müslüman kültürüne ait iki terimdir. İnanç, ibadet ve kültürümüzle ilgili konu ve terimlerin, gerçek mecrasından saptırıldığı son dönemlerde, tefekkür de mütefekkir de bundan nasiplenmişlerdir. Tefekkürü, Müslüman olmayan bir düşünürün fikir seviyesine indirgeyerek ulvilik ve ubudiyet yönünü setretmişlerdir. Dahası, evrensellik adına dejenere edilmiş tefekkür tarzını yaymak için de İslam dünyasından örneklerle desteklemişlerdir. Ve maalesef bir yere kadar başarmışlardır da.
Tefekkürü, yarattıklarından yola çıkarak Müslüman'ın, 'Yüce Allah'ın varlığını, birliğini, azametini, gücünü, sıfatını düşünüp hakikatini anlamaya ve tasdik etmeye gayret etmektir' diye tarif edebiliriz. Sonuçta tasdik varsa tefekkür, tefekkürdür. Aksi takdirde alelade düşünce tarzından ileri geçemeyecektir. Çünkü tefekkürün tanımında Müslüman'ın dışında başkasına yer yoktur. Tefekkürün hedefinde, her ibadette olduğu gibi, Allah'ı hatırda tutmak vardır. Namazımızda, orucumuzda, zekatımızda, haccımızda kısaca bütün ibadetlerimizde, başlarken aklımızda, niyetimizde ve gönlümüzde Allah ve rızası vardır. Allah hep hatırımızda ve sadrımızdadır. İşte yüce Allah'ın Kur'an'da bizlere emrettiği ibadetlerdendir tefekkür. Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) nafilelerden üstün tuttuğu ibadettir tefekkür. Gereği gibi yerine getirildiği takdirde, imanımızı artıran ibadettir tefekkür.
Yüce Allah Kur'an'da bizlere; yerin ve göğün nasıl ayakta durduğunu, insanın nasıl yaratıldığını, kainattaki düzenin nasıl oluştuğunu düşünmemizi, ardından da kendisinin gücünü ve yüceliğini tasdik etmemizi emretmiştir. Müslüman, Rabbinin yarattıklarına bu göz ve gönülle baktığında, tefekkürü gereği gibi yapmış demektir. İbadet olan tefekkür tam da budur işte. Seyre dalan kul Müslüman'dır. Tefekkür ona mutluluk ve huzur vermiştir. Baktıkça bakası gelmiş, imanı artmış, uzağı yakın etmiş, gönlünü, uçsuz bucaksız semanın bile kıskanacağı kadar genişletmiş, Rabbini de oraya davet etmiştir. Bu tür davetlere icabet edeceğini ise Rabbimiz bize müjdelemiştir.
Allah-u Teâlâ bizleri; tefekkürü emrettikten sonra nasıl yapacağımız konusunda da yalnız bırakmamış, Ali İmran Suresi 191. ayetteki tarifle buluşturmuştur. Ayaktayken, otururken ve yan üzereyken beni anın ki, gönüllerinizin pası, tozu, kiri silinsin. Silinsin ki nurumu yansıtabilsin. İşte şimdi tefekkür edebilirsin. Hakikat güneşi gönlüne doğacak, güzel bir kul olacaksın. Al sana en büyük rütbe! Çünkü Allah, ben büyüğüm sen küçüksün, küçüklüğünü tasdik et ki büyüklüğünü âleme göstereyim diyor. Elhamdülillah, daha ne isteriz ki. Tefekkürümüzün ibadet mertebesine çıkmasını istiyorsak, önce kalbimizi Allah'ın zikriyle tertemiz hale getirecek, sonra tefekkür edeceğiz. Tefekkür anında, akıl nakile tabi olduğu sürece bir anlam ifade eder. Nakle tabi olan akıl, kendisi ve dışındaki kâinatın oyun olsun diye yaratılmadığını anlayacaktır. Tek başına aklını kendisine rehber olarak yeterli gören kâfir ise Müslüman'ın baktığı yere bakacak, bakacak, bir daha bakacak, bakış ve düşüncesine yenik düşecek, yorgun bir şekilde gözlerini geri çevirecektir. Müslüman'ın baktığı gözle bakmadığını anlamayacak, o gözün ardındaki imanın nurlandırdığı gönlün ışığını görmeyecektir. Müslüman'ın hikmetli seyrine karşılık o, mükemmellik karşısındaki acziyetiyle eksiklik bulmaya çalışacaktır. Müslüman'ın tefekkürü imanını artırırken, kâfirin bakışı da imansızlığını artıracaktır. İmansızlığın verdiği yorgunluğun ardından tekrar başa dönüp yeni döngüyü başlatacaktır.
Tefekkürü doruk noktada, gerektiği gibi tamamlayan Müslüman'a mütefekkir denir. Mütefekkir aynı zamanda tefekkürün sonucuyla ilgili toplum yararına fikir üreten kimsedir. Topluma sunulan fikir hizmetinde hedef Allah ve rızası olduğu için ortaya salih amel ve cari sadaka çıkacaktır. Tarihte Müslüman dünyada mütefekkirler birbirlerinin fikirlerini benimsemelerinin yanı sıra, üzerine yeni fikirler eklemiş ve geliştirmişlerdir. Müslüman'ın basiret gözünün aksine, akıl gözüyle bakan gayrimüslim dünya ise sadece düşünmüşler, düşünmüşler, düşünmeye devam etmişlerdir. Teslim olmasını bilmedikleri için yorgunluk yanlarına kâr kalmıştır. Her düşünür kendi düşüncesini beğenmiş, devrine benimsetmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de kendinden önceki düşünürlerin fikir dünyasını yıkmayı ihmal etmemiştir. Bundan dolayıdır ki, Müslüman dünyasının mütefekkirinin yerini, gayrimüslim dünyanın düşünürü alamamıştır. Mütefekkir akıl nakli dostluğunda yetişir. Yalnız başına akıl bu konuda yeterli olsaydı, en azından batılı felsefecilerin Müslüman olması gerekmez miydi? Bu da gösteriyor ki tefekkür ne kadar Allah'a yaklaştırıyorsa, imandan yoksun düşünce de o kadar uzaklaştırmaktadır.
Rabbim bizleri kulluk ve tefekkürünü, O'nun çizdiği güzergâhta tamamlamayı nasip eylesin.
Dünya meşgalelerimizin engellediği tefekkürümüze kulluk zirvesinde tekrar kavuşmak ümidiyle, hoşça kalın?
Müslüman dünyası diyorum çünkü tefekkür ve mütefekkir, Müslüman kültürüne ait iki terimdir. İnanç, ibadet ve kültürümüzle ilgili konu ve terimlerin, gerçek mecrasından saptırıldığı son dönemlerde, tefekkür de mütefekkir de bundan nasiplenmişlerdir. Tefekkürü, Müslüman olmayan bir düşünürün fikir seviyesine indirgeyerek ulvilik ve ubudiyet yönünü setretmişlerdir. Dahası, evrensellik adına dejenere edilmiş tefekkür tarzını yaymak için de İslam dünyasından örneklerle desteklemişlerdir. Ve maalesef bir yere kadar başarmışlardır da.
Tefekkürü, yarattıklarından yola çıkarak Müslüman'ın, 'Yüce Allah'ın varlığını, birliğini, azametini, gücünü, sıfatını düşünüp hakikatini anlamaya ve tasdik etmeye gayret etmektir' diye tarif edebiliriz. Sonuçta tasdik varsa tefekkür, tefekkürdür. Aksi takdirde alelade düşünce tarzından ileri geçemeyecektir. Çünkü tefekkürün tanımında Müslüman'ın dışında başkasına yer yoktur. Tefekkürün hedefinde, her ibadette olduğu gibi, Allah'ı hatırda tutmak vardır. Namazımızda, orucumuzda, zekatımızda, haccımızda kısaca bütün ibadetlerimizde, başlarken aklımızda, niyetimizde ve gönlümüzde Allah ve rızası vardır. Allah hep hatırımızda ve sadrımızdadır. İşte yüce Allah'ın Kur'an'da bizlere emrettiği ibadetlerdendir tefekkür. Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) nafilelerden üstün tuttuğu ibadettir tefekkür. Gereği gibi yerine getirildiği takdirde, imanımızı artıran ibadettir tefekkür.
Yüce Allah Kur'an'da bizlere; yerin ve göğün nasıl ayakta durduğunu, insanın nasıl yaratıldığını, kainattaki düzenin nasıl oluştuğunu düşünmemizi, ardından da kendisinin gücünü ve yüceliğini tasdik etmemizi emretmiştir. Müslüman, Rabbinin yarattıklarına bu göz ve gönülle baktığında, tefekkürü gereği gibi yapmış demektir. İbadet olan tefekkür tam da budur işte. Seyre dalan kul Müslüman'dır. Tefekkür ona mutluluk ve huzur vermiştir. Baktıkça bakası gelmiş, imanı artmış, uzağı yakın etmiş, gönlünü, uçsuz bucaksız semanın bile kıskanacağı kadar genişletmiş, Rabbini de oraya davet etmiştir. Bu tür davetlere icabet edeceğini ise Rabbimiz bize müjdelemiştir.
Allah-u Teâlâ bizleri; tefekkürü emrettikten sonra nasıl yapacağımız konusunda da yalnız bırakmamış, Ali İmran Suresi 191. ayetteki tarifle buluşturmuştur. Ayaktayken, otururken ve yan üzereyken beni anın ki, gönüllerinizin pası, tozu, kiri silinsin. Silinsin ki nurumu yansıtabilsin. İşte şimdi tefekkür edebilirsin. Hakikat güneşi gönlüne doğacak, güzel bir kul olacaksın. Al sana en büyük rütbe! Çünkü Allah, ben büyüğüm sen küçüksün, küçüklüğünü tasdik et ki büyüklüğünü âleme göstereyim diyor. Elhamdülillah, daha ne isteriz ki. Tefekkürümüzün ibadet mertebesine çıkmasını istiyorsak, önce kalbimizi Allah'ın zikriyle tertemiz hale getirecek, sonra tefekkür edeceğiz. Tefekkür anında, akıl nakile tabi olduğu sürece bir anlam ifade eder. Nakle tabi olan akıl, kendisi ve dışındaki kâinatın oyun olsun diye yaratılmadığını anlayacaktır. Tek başına aklını kendisine rehber olarak yeterli gören kâfir ise Müslüman'ın baktığı yere bakacak, bakacak, bir daha bakacak, bakış ve düşüncesine yenik düşecek, yorgun bir şekilde gözlerini geri çevirecektir. Müslüman'ın baktığı gözle bakmadığını anlamayacak, o gözün ardındaki imanın nurlandırdığı gönlün ışığını görmeyecektir. Müslüman'ın hikmetli seyrine karşılık o, mükemmellik karşısındaki acziyetiyle eksiklik bulmaya çalışacaktır. Müslüman'ın tefekkürü imanını artırırken, kâfirin bakışı da imansızlığını artıracaktır. İmansızlığın verdiği yorgunluğun ardından tekrar başa dönüp yeni döngüyü başlatacaktır.
Tefekkürü doruk noktada, gerektiği gibi tamamlayan Müslüman'a mütefekkir denir. Mütefekkir aynı zamanda tefekkürün sonucuyla ilgili toplum yararına fikir üreten kimsedir. Topluma sunulan fikir hizmetinde hedef Allah ve rızası olduğu için ortaya salih amel ve cari sadaka çıkacaktır. Tarihte Müslüman dünyada mütefekkirler birbirlerinin fikirlerini benimsemelerinin yanı sıra, üzerine yeni fikirler eklemiş ve geliştirmişlerdir. Müslüman'ın basiret gözünün aksine, akıl gözüyle bakan gayrimüslim dünya ise sadece düşünmüşler, düşünmüşler, düşünmeye devam etmişlerdir. Teslim olmasını bilmedikleri için yorgunluk yanlarına kâr kalmıştır. Her düşünür kendi düşüncesini beğenmiş, devrine benimsetmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de kendinden önceki düşünürlerin fikir dünyasını yıkmayı ihmal etmemiştir. Bundan dolayıdır ki, Müslüman dünyasının mütefekkirinin yerini, gayrimüslim dünyanın düşünürü alamamıştır. Mütefekkir akıl nakli dostluğunda yetişir. Yalnız başına akıl bu konuda yeterli olsaydı, en azından batılı felsefecilerin Müslüman olması gerekmez miydi? Bu da gösteriyor ki tefekkür ne kadar Allah'a yaklaştırıyorsa, imandan yoksun düşünce de o kadar uzaklaştırmaktadır.
Rabbim bizleri kulluk ve tefekkürünü, O'nun çizdiği güzergâhta tamamlamayı nasip eylesin.
Dünya meşgalelerimizin engellediği tefekkürümüze kulluk zirvesinde tekrar kavuşmak ümidiyle, hoşça kalın?
Hüseyin Emanet / diğer yazıları
- Lütfen kütüphanenizin ayarlarıyla oynayın / 20.12.2017
- İnanıyorsak bakalım kendimize / 24.11.2017
- Derdimiz dert etmeye değer mi? / 17.11.2017
- Sünnetullah hiç değişmedi / 15.07.2017
- Galiba kendimizi kandırıyoruz / 19.05.2017
- Kutlu Doğumu kutlu yapmak / 28.04.2017
- Var mısınız Mirac'a? / 23.04.2017
- Ahiret inancında samimiysek... / 13.04.2017
- Vefa ve dostluk / 31.03.2017
- Namazda huşumuz nasıl sizce? / 17.03.2017
- İnanıyorsak bakalım kendimize / 24.11.2017
- Derdimiz dert etmeye değer mi? / 17.11.2017
- Sünnetullah hiç değişmedi / 15.07.2017
- Galiba kendimizi kandırıyoruz / 19.05.2017
- Kutlu Doğumu kutlu yapmak / 28.04.2017
- Var mısınız Mirac'a? / 23.04.2017
- Ahiret inancında samimiysek... / 13.04.2017
- Vefa ve dostluk / 31.03.2017
- Namazda huşumuz nasıl sizce? / 17.03.2017