Tarikat üyelerinin bir araya gelerek yaşadıkları ve dini toplantılar yaptıkları yerlere tekke veya zaviye adı verilirdi.
İslamiyet'in öğretilmesinde medreseler gibi tekkelerin de önemli hizmetleri olmuştur. Tekkeler, Müslümanlar tarafından tevhid inancını, Cenab-ı Allah'ın birliğine inanmayı bütün insanlığa yaymak ve gönüllere yerleştirmek için vakıf esaslarına uyularak kurulmuş sosyal vasıflı dini eğitim ve öğretim kurumlarıdır.
Tekkelerde, İslamiyet'in iman bilgilerini, emir ve yasaklarını öğreten derslerden kelam, fıkıh, hadis, tefsir vs. gibi dini ilimler öğretilirdi. Namaz kılınıp, Kur'an-ı Kerim okunur, zikredilirdi. Buraya devam eden genç, orta yaşlı, yaşlı her zümreden insan emir ve yasakları, İslam ahlakını öğrenerek güzel ahlak sahibi ve herkes tarafından sevilen, topluma faydalı bir şahıs olarak yetişiyordu.
Ne yazık ki son devirlerde tekkeler, sahte şeyhlerin ve ehliyetsiz kimselerin ellerine geçmiş, asli görevini yapamaz hale gelmişlerdir.
Bu tür sahte şeyhler Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi buna benzer ayaklanmalara yol açmışlardır.
Bu ayaklanmalara bakacak olursak;
Şeyh Sait, Nakşibendi tarikatına katılıp dergâhın başına geçerek hilafetin kaldırılmasını bahane etti ve 13 Şubat 1925'te İngiltere'den aldığı destekle Türkiye Cumhuriyeti ve inkılaplarına karşı isyan başlattı. Onlarca yurtsever askeri öldürdükten sonra güney doğuya yöneldi.
Şeyh Sait ve adamları, yakalanıp İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak, idama mahkum edildi. Bu karar 29 Haziran 1925'te Diyarbakır'da uygulandı.
Bu ayaklanmadan sonra İngiliz ajanları tekrar ayaklanmalar yapmıştır. Buna bir örnek olarak Menemen Olayı'nı ele alabiliriz;
Tam adıyla Mustafa Fehmi Kubilay, 1930 yılında Menemen'de yedek subay sıfatıyla askerlik görevini yapmaktaydı. Şeyh Esat'ın Manisa'da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazını takiben camiden aldıkları yeşil sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya başladılar. Elebaşları arasında Giritli Derviş Mehmet, Şam'dan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi.
Öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyleyerek tehdit ettiler. Diktikleri bayrağın çevresinde "Şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir" diyerek bir isyan hareketi başlatmak istediler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu.
Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla alay komutanı, Asteğmen Kubilay'ı olay yerine gönderdi. Gruptan biri ateş ederek Asteğmen Kubilay'ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardı. Derviş Mehmet "bana kurşun işlemiyor" diyerek halkı kandırmaya çalıştı.
Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da Derviş Mehmet ve arkadaşları peşi sıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti.
ve zaviyeler siyasi çalışmalar içerisine girmeye hatta çatışmalarda bulunmaya ve halkın dinî duygularını kullanarak çıkar elde etmeye başladı. Çağdaşlaşmayı amaçlayan Türk milleti için tekke, zaviye gibi engeller kaldırılmalıydı. Hırsız, askerden kaçanlar gibi kanunsuz işler yapan insanlar tekkeyi sığınak olarak kullanıyorlardı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'taki sözleri çok anlamlıdır:
"Milletimizin mutaassıp ve ortaçağ zihniyetinde olmadığını ispat etmek için yararlandık. Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin kapatılması ve bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık vb. birtakım unvanların kaldırılması ve yasaklanması da takrîr-i sükûn kanunu yürürlükte iken yapılmıştır. Bu konularla ilgili yürütme ve uygulamaların, toplumumuzun, hurafelere inanan, ilkel bir kavim olmadığını göstermek bakımından ne kadar gerekli olduğu takdir olunur.
Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarını falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa bir millet gözüyle bakılabilir mi?
Milletimizin kendine has niteliğini yanlış şekilde gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve kuruluşlar, yeni Türkiye Devleti'nde Türkiye Cumhuriyeti'nde devam ettirilmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına pek büyük ve düzeltilmesi imkânsız bir yanılma olmaz mıydı? İşte biz, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte olmasından yararlandık ise, bu tarihi hatayı bir daha işlememek için, milletimizin alnını olduğu gibi açık ve ak göstermek için, milletimizin mutaassıp ve ortaçağ zihniyetinde olmadığını ispat etmek için yararlandık." (Nutuk, 2.cilt, s. 655).
Atatürk'ü savunan ve temsil eden, Atatürkçü gençler yetiştiren, Atatürk'ü gerçekleriyle bizlere anlatan, Atatürk Vatandır Sempozyumlarıyla Türkiye'yi aydınlatan Prof. Dr. Haydar Baş'a teşekkür ederim.
İslamiyet'in öğretilmesinde medreseler gibi tekkelerin de önemli hizmetleri olmuştur. Tekkeler, Müslümanlar tarafından tevhid inancını, Cenab-ı Allah'ın birliğine inanmayı bütün insanlığa yaymak ve gönüllere yerleştirmek için vakıf esaslarına uyularak kurulmuş sosyal vasıflı dini eğitim ve öğretim kurumlarıdır.
Tekkelerde, İslamiyet'in iman bilgilerini, emir ve yasaklarını öğreten derslerden kelam, fıkıh, hadis, tefsir vs. gibi dini ilimler öğretilirdi. Namaz kılınıp, Kur'an-ı Kerim okunur, zikredilirdi. Buraya devam eden genç, orta yaşlı, yaşlı her zümreden insan emir ve yasakları, İslam ahlakını öğrenerek güzel ahlak sahibi ve herkes tarafından sevilen, topluma faydalı bir şahıs olarak yetişiyordu.
Ne yazık ki son devirlerde tekkeler, sahte şeyhlerin ve ehliyetsiz kimselerin ellerine geçmiş, asli görevini yapamaz hale gelmişlerdir.
Bu tür sahte şeyhler Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi buna benzer ayaklanmalara yol açmışlardır.
Bu ayaklanmalara bakacak olursak;
Şeyh Sait, Nakşibendi tarikatına katılıp dergâhın başına geçerek hilafetin kaldırılmasını bahane etti ve 13 Şubat 1925'te İngiltere'den aldığı destekle Türkiye Cumhuriyeti ve inkılaplarına karşı isyan başlattı. Onlarca yurtsever askeri öldürdükten sonra güney doğuya yöneldi.
Şeyh Sait ve adamları, yakalanıp İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak, idama mahkum edildi. Bu karar 29 Haziran 1925'te Diyarbakır'da uygulandı.
Bu ayaklanmadan sonra İngiliz ajanları tekrar ayaklanmalar yapmıştır. Buna bir örnek olarak Menemen Olayı'nı ele alabiliriz;
Tam adıyla Mustafa Fehmi Kubilay, 1930 yılında Menemen'de yedek subay sıfatıyla askerlik görevini yapmaktaydı. Şeyh Esat'ın Manisa'da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazını takiben camiden aldıkları yeşil sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya başladılar. Elebaşları arasında Giritli Derviş Mehmet, Şam'dan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi.
Öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyleyerek tehdit ettiler. Diktikleri bayrağın çevresinde "Şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir" diyerek bir isyan hareketi başlatmak istediler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu.
Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla alay komutanı, Asteğmen Kubilay'ı olay yerine gönderdi. Gruptan biri ateş ederek Asteğmen Kubilay'ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardı. Derviş Mehmet "bana kurşun işlemiyor" diyerek halkı kandırmaya çalıştı.
Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da Derviş Mehmet ve arkadaşları peşi sıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti.
ve zaviyeler siyasi çalışmalar içerisine girmeye hatta çatışmalarda bulunmaya ve halkın dinî duygularını kullanarak çıkar elde etmeye başladı. Çağdaşlaşmayı amaçlayan Türk milleti için tekke, zaviye gibi engeller kaldırılmalıydı. Hırsız, askerden kaçanlar gibi kanunsuz işler yapan insanlar tekkeyi sığınak olarak kullanıyorlardı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'taki sözleri çok anlamlıdır:
"Milletimizin mutaassıp ve ortaçağ zihniyetinde olmadığını ispat etmek için yararlandık. Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin kapatılması ve bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık vb. birtakım unvanların kaldırılması ve yasaklanması da takrîr-i sükûn kanunu yürürlükte iken yapılmıştır. Bu konularla ilgili yürütme ve uygulamaların, toplumumuzun, hurafelere inanan, ilkel bir kavim olmadığını göstermek bakımından ne kadar gerekli olduğu takdir olunur.
Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarını falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa bir millet gözüyle bakılabilir mi?
Milletimizin kendine has niteliğini yanlış şekilde gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve kuruluşlar, yeni Türkiye Devleti'nde Türkiye Cumhuriyeti'nde devam ettirilmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına pek büyük ve düzeltilmesi imkânsız bir yanılma olmaz mıydı? İşte biz, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte olmasından yararlandık ise, bu tarihi hatayı bir daha işlememek için, milletimizin alnını olduğu gibi açık ve ak göstermek için, milletimizin mutaassıp ve ortaçağ zihniyetinde olmadığını ispat etmek için yararlandık." (Nutuk, 2.cilt, s. 655).
Atatürk'ü savunan ve temsil eden, Atatürkçü gençler yetiştiren, Atatürk'ü gerçekleriyle bizlere anlatan, Atatürk Vatandır Sempozyumlarıyla Türkiye'yi aydınlatan Prof. Dr. Haydar Baş'a teşekkür ederim.
Muhammed İbrahim Baki / diğer yazıları
- Bölüşerek tok oluruz, bölünerek yok oluruz / 30.11.2022
- Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek / 05.02.2022
- Bir gecede cahil kaldık(!)-II / 09.07.2020
- Bir gecede cahil kaldık(!)-I / 08.07.2020
- Türklerin tarihi / 12.05.2020
- Bilime destek olmalıyız / 04.04.2020
- Baharın gelişi / 19.03.2020
- İftira er kişiye zarar vermez / 11.09.2019
- Atatürk ve Hilafet-II / 29.07.2019
- Atatürk ve Hilafet-I / 28.07.2019
- Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek / 05.02.2022
- Bir gecede cahil kaldık(!)-II / 09.07.2020
- Bir gecede cahil kaldık(!)-I / 08.07.2020
- Türklerin tarihi / 12.05.2020
- Bilime destek olmalıyız / 04.04.2020
- Baharın gelişi / 19.03.2020
- İftira er kişiye zarar vermez / 11.09.2019
- Atatürk ve Hilafet-II / 29.07.2019
- Atatürk ve Hilafet-I / 28.07.2019