"Şol gökleri kaldıranın, donatarak dolduranın
Ol deyince olduranın, doksan dokuz adı ile?"
Yazıma başlamadan önce size, "hoşgeldiniz" demiyorum, demeyeceğim!
Neden mi?
Esnaf müşterisine, ev sahibi misafirine, "hoşgeldiniz" der.
Gönüldaşlarım; Prof. Dr. Haydar Baş Hocam diyor ki: "Akıl bir araçtır, insan gönüldür gönül."
Bu sebeple gönülleriyle yaşayan, gönülce konuşan anlaşan, gönül hanelerinin kapılarını sonuna kadar açan, satırlarda buluştuğumuz siz gönüldaşlarıma "hoşbuldum, hoşgördüm" demek bana düşer. Hoş buldum, hoş gördüm.
Konumuz; Türklerde Ehl-i Beyt sevgisi. Konuya başlamadan önce, "sevgi" tanımı üzerinde duralım. Sevgi kelimesinin anlamı; "insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur."
Bu duygu oluşumunun maddeleri nelerdir?
Karşılıklı yardımlaşma, iyi ve kötü gününde yanında olma, derdiyle dertlenme, milli ve dini konularda rehberlik, hocalık, öğretmenlik yaparak iki dünya saadetini sağlama vb...
Kalb denilen et parçasına dünyada sadece Türkler'in "gönül" ismini vermesiyle Türk'ün bir güzel özelliği daha meydana çıkmış oluyor.
Türk; savaş meydanlarında kahraman, yiğit, alp; sevgi meydanlarında ise gönülden gönüle köprü kuran Eren'dir. Türk; acuna hüküm sürmüş, adaleti ile nam salmıştır. Türkleri acunun tarihinden çıkarttığınızda tarihe yazacak bir şey kalmaz. Savaş meydanlarında tarih yazan kahraman Türk milletine; "Gök çadırımız, güneş bayrağımızdır!" diyerek, Mete Han hedefini gösterdi.
"Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, kim bozabilir senin ilini ve töreni?!" diyerek, Bilge Kağan; ses verdi geleceğe, yol verdi yiğitlere, el verdi erlere, erler börülere; börüler kırklara; kırklar yedilere; yediler üçlere...
Türkler yüreklerindeki bağımsızlık ateşini bu şekilde yakmışlardı. İnanç olarak da İslamiyet'i seçmeden önce "tek Tanrı'lı" tevhid inancı ile yaşıyorlardı.
Tevhid inancı olan Türkler'in İslamiyet'i seçmesi ve Tevhidin merkezi olan Ehl-i Beyt'e olan sevgisinin kaynağı budur.
Ve bu sevginin yaşayış tarzı olması, Ehl-i Beyt'e olan sevginin Allah'ın bir emri olduğunun bilincine varan ve Kur'an emrini yerine getiren Türk milleti; sevgisini, saygısını bu doğrultuda yaşatmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v ) Veda Haccı'nda, "Size iki emânet bırakıyorum. Biri Allah'ın Kitabı Kur'an, diğeri ıtretim, Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız sürece hidayettesiniz" buyurdu.
Hidayete ermenin farkında olan Türk milletinin bu sevgisini perçinleyen Kur'an ayeti; şeksiz ve şüphesiz inananlara "Ehl-i Beyt'i sevmeyi" emrediyordu.
"De ki (Muhammed): Ben, peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden, Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka hiçbir ücret istemiyorum." (Şura Suresi, 23).
Allah'ın emrini yerine getirme gayretinde olan ve Hz Muhammed'in sözüne uyan Türk milleti, O'nu Ehl-i Beyt'ini sevmeye ve sevgisini her alanda göstermeye başlamıştır. Bu sevgi ve saygı karşılığında Türkler; evlâtlarının isimlerini Ali, Hüseyin, Hasan, Fâtıma olarak adlandırmışlardır. Şimdi sormak isterim; Hazret(!) diyerek, Muaviye'ye ve Yezid'e sahip çıkıp, Müslümanım diyenler, neden çocuklarının isimlerini Muaviye veya Yezid koymazlar?
Çünkü onlar iftiracıdır, ikiyüzlüdür!
Türkler, Hz Muhammed'in (s.a.v) "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir. Ona binmeyen boğulur" sözünü kendine rehber edinmiştir. Bu fakir de hâdis-i şeriften aldığı ilham ile der ki;
"Mademki tufanı kopmuş bu semtin, o zaman gemisine binmek lâzım Ehl-i Beyt'in!"
İşte biz bu sebeple; Ehl-i Beyt sevgisi ile yaşıyoruz. Bizden, Ehl-i Beyt'ini sevmemizden başka hiçbir ücret istemeyen Kâinatın Efendisini seviyoruz. Ve biliyoruz ki; "Resûle itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur..." (Nisa Suresi/80).
"Nisa suresi demiş iken, "Nisa" kelimesinin anlamı; "kadın" demektir. Yüce Allah, Kitabında, Suresine "Nisa" (kadın) ismini vererek, İslamiyet'in "kadın"a verdiği önemi belirtmiş ve Efendimiz (s.a.v) Veda Hutbesi'nde "Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız" diyerek yüceltmiş ve büyük bir sorumluluk yüklemiştir.
(devam edecek?)
Ol deyince olduranın, doksan dokuz adı ile?"
Yazıma başlamadan önce size, "hoşgeldiniz" demiyorum, demeyeceğim!
Neden mi?
Esnaf müşterisine, ev sahibi misafirine, "hoşgeldiniz" der.
Gönüldaşlarım; Prof. Dr. Haydar Baş Hocam diyor ki: "Akıl bir araçtır, insan gönüldür gönül."
Bu sebeple gönülleriyle yaşayan, gönülce konuşan anlaşan, gönül hanelerinin kapılarını sonuna kadar açan, satırlarda buluştuğumuz siz gönüldaşlarıma "hoşbuldum, hoşgördüm" demek bana düşer. Hoş buldum, hoş gördüm.
Konumuz; Türklerde Ehl-i Beyt sevgisi. Konuya başlamadan önce, "sevgi" tanımı üzerinde duralım. Sevgi kelimesinin anlamı; "insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur."
Bu duygu oluşumunun maddeleri nelerdir?
Karşılıklı yardımlaşma, iyi ve kötü gününde yanında olma, derdiyle dertlenme, milli ve dini konularda rehberlik, hocalık, öğretmenlik yaparak iki dünya saadetini sağlama vb...
Kalb denilen et parçasına dünyada sadece Türkler'in "gönül" ismini vermesiyle Türk'ün bir güzel özelliği daha meydana çıkmış oluyor.
Türk; savaş meydanlarında kahraman, yiğit, alp; sevgi meydanlarında ise gönülden gönüle köprü kuran Eren'dir. Türk; acuna hüküm sürmüş, adaleti ile nam salmıştır. Türkleri acunun tarihinden çıkarttığınızda tarihe yazacak bir şey kalmaz. Savaş meydanlarında tarih yazan kahraman Türk milletine; "Gök çadırımız, güneş bayrağımızdır!" diyerek, Mete Han hedefini gösterdi.
"Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, kim bozabilir senin ilini ve töreni?!" diyerek, Bilge Kağan; ses verdi geleceğe, yol verdi yiğitlere, el verdi erlere, erler börülere; börüler kırklara; kırklar yedilere; yediler üçlere...
Türkler yüreklerindeki bağımsızlık ateşini bu şekilde yakmışlardı. İnanç olarak da İslamiyet'i seçmeden önce "tek Tanrı'lı" tevhid inancı ile yaşıyorlardı.
Tevhid inancı olan Türkler'in İslamiyet'i seçmesi ve Tevhidin merkezi olan Ehl-i Beyt'e olan sevgisinin kaynağı budur.
Ve bu sevginin yaşayış tarzı olması, Ehl-i Beyt'e olan sevginin Allah'ın bir emri olduğunun bilincine varan ve Kur'an emrini yerine getiren Türk milleti; sevgisini, saygısını bu doğrultuda yaşatmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v ) Veda Haccı'nda, "Size iki emânet bırakıyorum. Biri Allah'ın Kitabı Kur'an, diğeri ıtretim, Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız sürece hidayettesiniz" buyurdu.
Hidayete ermenin farkında olan Türk milletinin bu sevgisini perçinleyen Kur'an ayeti; şeksiz ve şüphesiz inananlara "Ehl-i Beyt'i sevmeyi" emrediyordu.
"De ki (Muhammed): Ben, peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden, Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka hiçbir ücret istemiyorum." (Şura Suresi, 23).
Allah'ın emrini yerine getirme gayretinde olan ve Hz Muhammed'in sözüne uyan Türk milleti, O'nu Ehl-i Beyt'ini sevmeye ve sevgisini her alanda göstermeye başlamıştır. Bu sevgi ve saygı karşılığında Türkler; evlâtlarının isimlerini Ali, Hüseyin, Hasan, Fâtıma olarak adlandırmışlardır. Şimdi sormak isterim; Hazret(!) diyerek, Muaviye'ye ve Yezid'e sahip çıkıp, Müslümanım diyenler, neden çocuklarının isimlerini Muaviye veya Yezid koymazlar?
Çünkü onlar iftiracıdır, ikiyüzlüdür!
Türkler, Hz Muhammed'in (s.a.v) "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir. Ona binmeyen boğulur" sözünü kendine rehber edinmiştir. Bu fakir de hâdis-i şeriften aldığı ilham ile der ki;
"Mademki tufanı kopmuş bu semtin, o zaman gemisine binmek lâzım Ehl-i Beyt'in!"
İşte biz bu sebeple; Ehl-i Beyt sevgisi ile yaşıyoruz. Bizden, Ehl-i Beyt'ini sevmemizden başka hiçbir ücret istemeyen Kâinatın Efendisini seviyoruz. Ve biliyoruz ki; "Resûle itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur..." (Nisa Suresi/80).
"Nisa suresi demiş iken, "Nisa" kelimesinin anlamı; "kadın" demektir. Yüce Allah, Kitabında, Suresine "Nisa" (kadın) ismini vererek, İslamiyet'in "kadın"a verdiği önemi belirtmiş ve Efendimiz (s.a.v) Veda Hutbesi'nde "Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız" diyerek yüceltmiş ve büyük bir sorumluluk yüklemiştir.
(devam edecek?)
Osman Ateşoğlu / diğer yazıları
- Türk olduğunu bil yeter / 07.11.2017
- Sır değildir gizlediğimiz / 22.10.2017
- Kim bizden? / 25.02.2017
- DUMA'nın dumanı tüttü! / 22.08.2016
- 'Harbiye' harbi konuşalım! / 17.08.2016
- Türk'üm! / 31.07.2016
- Bugün! / 11.07.2016
- Sürgünüm? / 29.06.2016
- Meddah / 24.06.2016
- Sessiz olun demedik, ses siz olun! / 25.02.2016
- Sır değildir gizlediğimiz / 22.10.2017
- Kim bizden? / 25.02.2017
- DUMA'nın dumanı tüttü! / 22.08.2016
- 'Harbiye' harbi konuşalım! / 17.08.2016
- Türk'üm! / 31.07.2016
- Bugün! / 11.07.2016
- Sürgünüm? / 29.06.2016
- Meddah / 24.06.2016
- Sessiz olun demedik, ses siz olun! / 25.02.2016