İtaatle, ibadetle Allah, kulunun kalbine tecelli eder. İbadet ediyorsun. Namaz kılıyorsun. Bilesin ki Allah, kalbine tecelli ediyor. Başka; "Beni zikret ben de seni zikredeyim." (Bakara sûresi, ayet: 2/152) buyuruyor. Peki ibadetle arif olmak nasıl bir arada oluyor? Sen, Allah'a, itaatle, ibadetle yaklaştıkça, O'nun ismini andıkça, O'na yöneldikçe kalb kapıların açılıyor. Kalbin O'na doğru yöneliyor. Allah da O'na yöneldiğin için sana nurani tecellilerle tecelli ediyor. Ve o tecellilerden O'nu tanıyorsun. "Beni zikret Ben de seni zikredeyim." Allah'ı görmek istiyor musun? "Evet istiyorum!". Öyleyse Allah'ı bu şekilde severek zikretmeye çalış, vallahi ve billahi O'nu mutlaka tanır ve bilirsin. Allah'ın seni zikretmesi, O'nu tanımandır. Onun için kulluktaki "arif-i billah" olma, yani Allah'ı tanıma ne ile mümkün oluyor? İbadetle. Daha ne ile oluyor? Nehiy/yasak, haram, mekruh vs. diye çizdiği bir sınır var Allah'ın. -Madem ki sen imtihan için varsın, kulluktaki nükte de imtihan sırrıdır. İmtihan için varsın. Herşey helal oldu mu, o zaman ne anlaşıldı kulluğundan? Bir sınırın olması lazım. Bir çizgiyi koruman lazım. İradene, nefsine hakim olman lazım- Burada işte o nehiy/yasak sınırı başlıyor. Kendini o yasaklardan kolladın mı, korudun mu, hiç merak etme, Allah'ın sevip seçtiği, nebileri, velileri, şühedası, uleması ile haşrettiği bir kul namzetisin. Allah bize o makamı nasip etsin! Allah'ı bilme akıl işi değildirKitaptan okuyarak Allah tanınmaz. Mesela, alırsın eline kitabı, "Allah'ın Zati sıfatları, Subuti sıfatları nedir? Basar nedir? Kelam nedir? Beka nedir? Semi' nedir?" Bunları okursun. Aklını bilgilendirirsin. Allah'ı tanıma, bilme işi akıl işi değildir. Bu okuduklarınla sen, sadece mukayese yoluyla ancak Allah'ın ne olmadığını anlayabilirsin. Allah'ın ne olduğunu anlaman için maddenin ötesine seni taşıyacak bir gözün olması lazım. Bir kulağın olması lazım. O da ibadettir. Nereyi açıyor ibadet? Kalb gözünü açıyor. Kalb kulağını açıyor. Maddenin ötesine, aklın verasına, fizik ötesine, yani metafizik dediğimiz dünyaya taşınıyorsun. O zaman diyorsun ki hakikaten "sen bir ömre bedelsin." Aksi taktirde kulluk sana ne gelir? Bir azap gelir. İtaatten, ibadetten kaçan insan için, hakikaten kulluk bir azaptır. Ama o zevk-i maneviyeyi tadan için ibadet bir sevdadır. Beklersin, "bir defa gelse de O'nunla bir görüşsek, bir buluşsak" diye. Bazı kardeşlerimiz her sene hacca gider. Bazı arkadaşlarımız da sanki muhasebe memurudur, başlar hesabını tutmaya. "Şu kadar para verdi" de, "şunu yaptı" da. Onun aldığı manevi hazzı sen hiç tattın mı? Tatmadın. Bir tatsan, değil servetini, canını verirsin. Arafat'ta vakfede Rabb'in sana bir tecelli edecek, bu hazzı bir an olsun yaşayacaksın, sonra da; "niye Hacca gidiyorsun?" diyeceksin. İnsan bu hazzı yaşamak için aleme gelmiş. O tadı bulmak için. Beytullah'ı tavaf ederken, Arafat'ta, Müzdelife'de vakfe yaparken, Mina'da şeytanı taşlarken... Bu manevî hazzı tadan ne diyor biliyor musun? "Bu çilelere, bu meşakkatlere rağmen her an hac mevsimi olsa da gelsem." Bir arayış çemberi var. Ayet-i kerimede Allah buyuruyor ki; "Allah'tan geldiniz O'na gidiyorsunuz." (Bakara, 2/156). Müezzin efendiler "salâ" verirken, "Allah'tan geldiniz, O'na döndürüleceksiniz" diye okurlar ve bize bildirip derler ki: "Ey insanlar! Haberiniz olsun. Bu ölen kişiye sakın ha ağlamayın. Yazık edersiniz. Niye? Çünkü o, Allah'tan gelmişti, şimdi O'na gidiyor. Allah'ın fermanı bu." Ben de şimdi diyorum ki, "Bu ayet-i kerimeyi ölürken, öldüğümüz zaman değil, çocuk dünyaya geldiği zaman kulağına okuyalım." "Oğlum dikkat et! Şimdi sen bir başlangıçtasın. Allah'tan geldin. Yine O'na gideceksin. Sakın dünya hayatında gafil olma. O'nu unutma. O'nunla beraber ol."