Saatler göz açıp kapayıncaya kadar geçip, akşam vaktine yaklaşıldığında buluşma yeri olan Toptepe'de hazırlıklar son aşamaya gelmişti. Öğrenim yıllarını güzel Samsun'umuzda geçiren değerli kardeşimiz Mehmet Öztürk'ün hazırlık sürecinde yapmış olduğu çalışmalar için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır diye düşünüyorum. Mehmet kardeşimiz gerek gönlü ve dualarını, gerekse de emeğini bu güzel hizmetlerin içerisine kattı.
Yoğun bir katılımın olduğu buluşma, evsahibi olarak sanayici ve işadamı Ufuk Altuncu'nun yaptığı hoşgeldin konuşmasıyla start aldı. Adeta bir duygu seline dönüşen ortamda yenilen yemeklerin ardından Kuvayı Milliye ekibine gelmişti söz sırası. Ve o anda tabii ki Prof. Dr. Haydar Baş'ı bekliyor olmanın heyecanı vardı alanda. Ülkemizin içinde bulunduğu namüsait şartları ortaya koyan tahlillerin ardından alanın girişinde beliren hareketlilik hocamızın geldiğinin bir işaretiydi. Hocamızın davete icabetinden dolayı duyulan mutluluk misafirlerin simalarına yansıyan gülücüklerden okunuyordu.
İl il, karış karış bütün Türkiye'yi dolaşan Kuvayı Milliye ruhu ile bezenmiş bu kadro duygularımıza tercüman olduğu kadar, çözümü de işaret ediyordu. Çözüm ortaya koyduğu iktisadi, sosyal ve kültürel alandaki tezlerle milli duruşu esas olan Prof. Dr. Haydar Baş'tan başkası değildi. Ülkenin içinde bulunduğu manzara karşısında milletin azim ve kararlılığı ancak kurtuluş reçetesi olabilirdi. Vatanın bölünmez bütünlüğü esas alınarak yapılan projeler hayata geçirilip, ülke buhrandan kurtulabilirdi. Çareler de sadece milletin içinden gelen sese kulak verilerek bulunabilirdi. Özünde 1919'un Kuvayı Milliye ruhunu barındıranlar sorunların üstesinden gelebilirdi. İşte bu ruh da bu kadroda mevcuttu.
Eski ile yeninin tahlilini çok iyi yapan bu kadro yeninin ne manaya geldiğini de delilleriyle ortaya koydu. "Denize düşen yılana sarılır" misali ufukta görünen tehlikeleri haber veriyorlardı. Fakat yapılan sinsi planları bozacak olan "Baş" gemisinin de can simidi olarak beklediğini de hatırlatıyorlardı. İnsanları selamete götürecek olan gemiye binilmesinin zaruri olduğu önemle vurgulanıyordu.
Geceye renk katan sanatçı Ali Altun'un tüylerimizi diken diken eden, özümüzü yansıtan marşları alanda farklı bir havanın esmesine vesile oldu. Hele mikrofonu hocamıza uzatması ve onun Topteye'yi inleten "Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber, Türkler geliyor!" nidaları kırılan gücümüze güç katan unsur oldu. Bizi aslımıza döndüren sözler uyanmamız için bir ikaz niteliğindeydi. Dünyanın lider ülkesinin başkaları değil biz olmamız gerektiği bir an hafızamızda canlandı. Neydi bizi bu kadar ruhumuzdan uzaklaştıran. Olsun neyse yeniden canlanmıştı Kuvayı Milliye ruhu Hocamızın önderliğinde.
Birilerinin siyasi pazarlıklar içerisinde bulunduğu bir ortamda birileri de toprak pazarlığı yapıyordu. Dolaylı yollardan nasıl olur da son darbeyi vururuz hesapları yapılıyordu. Ama bütün olaylara dur diyecek bir ses çıkmıştı artık. Hesap bozulmuş, oynanan oyunlar açık seçik ortaya konmuştu. Bakalım her bir karışı şehit kanıyla sulanmış bu topraklar o kadar ucuz yaban ellere verilebilir miydi?
Evet durun bakalım beyler!
"Allah-u Ekber, Allah-u Ekber! Türkler geliyor!"