Türk ordusu Afrin topraklarında, ülke güvenliğini sağlamak için " ne kadar süreceği belli olmayan" bir savaşın içinde. Bu savaş haftalar mı, sürer aylar mı bilmiyoruz. Afrin'le mi sınırlı kalır, Münbiç'e, Kobani'ye, Haseki'ye uzanır mı bilmiyoruz. Bu köşede defalarca anlattık, savaşı bitirecek nihai adım, eninde sonunda Suriye ile masaya oturmaktan geçiyor.
Suriye toprakları, Atatürk'ün de kıyasıya savaştığı topraklardır. Bağdat'ı İngilizlerden geri almak için 7. Ordu kurulmuştu. Ordunun ihtiyaçları için Almanlardan yardım alındı. 6. ve 7. Ordular birleşerek Yıldırım Orduları Grubu oluşturuldu ve başına Alman general Falkenhayn getirildi.
1918 yılında Falkenhayn'ın yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na General Liman Von Sanders atandı. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa idi. 460 bin kişilik İngiliz kuvvetlerinin 19 Eylül 1918'de başlattıkları taarruz Filistin'de durdurulamadı. İngilizler Suriye'ye ilerlediler ve Şam düştü.
Mustafa Kemal Paşa'nın savaş öncesinde Liman Van Sanders'e yaptığı önerilerin hiç biri kabul görmemiştir. Yıldırım Orduları Komutanı Sanders cepheden adeta kaçmıştır. Halep'te savunma düzeni kurma görevini Mustafa Kemal Paşa'ya bırakıp, Adana'ya geçti. Türk askeri tamamen yorulmuş, yıpranmış, tükenmiş bir haldeydi.
Mustafa Kemal Paşa, bir yandan İngilizlerle, diğer yandan Arap silahlı çeteleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Halep'in kuzeyinde bir savunma hattı kurup İngilizleri durdurmayı başardı. Ancak Osmanlı yönetimi yenilgiyi çoktan kabul etmişti ve 31 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzaladı.
Yani bugün Türk askerinin savaştığı Suriye topraklarında Gazi Mustafa Kemal de savaşmıştı. Osmanlı onun savaştığı toprakları, Mondros Mütarekesi ile Ortadoğu'daki son ecdat topraklarını İngilizlere teslim edecekti.
Ortadoğu'daki bu son savaşta, Alman kurmay kadrosunun taktikleri yerine Mustafa Kemal Paşa'nın taktikleri devreye konulsaydı bugün bambaşka bir Ortadoğu konuşuyor olacaktık.
Ne acıdır ki, Türkiye bugün Lozan'ı tartışıyor ama Türk ordusunu Almanlara teslim eden Osmanlı'yı tartışmıyor.
Lübnan'da Yahudi casus Sara ve diğer Yahudi kızları evlerine alarak son Kanal Savaşı'na dair bütün savaş planlarının İngilizlerin eline geçmesine sebep olan ve Suriye'nin de kaybedilmesine giden yolu açan Osmanlı subaylarının zafiyetini tartışmıyor.
Bütün bu hata, gaflet ve hatta ihanetler zincirine rağmen Mustafa Kemal Paşa'nın yıllar süren milli mücadele sonucu imzaladığı Lozan'ı konuşuyoruz.
"Devleti yıkanların, kaybedenlerin" ihanetlerini ve imzaladığı anlaşmaları değil, yeni bir devlet "kuranları" ve onların imzaladığı "Lozan'ı" tartışıyoruz.
Türkiye, bugün maalesef ve yeniden girdiği Ortadoğu topraklarıyla ilgili Gazi'nin tavsiye ve görüşlerine başvurmalıdır.
Cepheden cepheye koşan Atatürk'ün "ne önerdiğine" bakmalı. O, Balkan Savaşı'nda, Trablusgarp Savaşı'na gitti cephede aslanlar gibi savaştı. Trablusgarp'ta İtalyanlarla savaştı. Bitlis cephesinde Ruslarla savaştı. Çanakkale'de İngilizlerle savaştı, Kurtuluş Savaşı'nda Yunan'la savaştı. Savaşmadığı gâvur kalmadı.
Yıllar süren bağımsızlık savaşı ve yeni Türk devletinin kuruluşu sonrası, Atatürk'ün Ortadoğu konusunda ortaya koyduğu dış politika, bugün yaşadığımız pek çok olayın çözümüne de ışık tutacak boyuttadır. Atatürk, bir zamanlar hâkimiyetimiz altında olan bölgelere karşı, emperyalist ülkelerin emellerine de set çekmek amacıyla dostluk, kardeşlik ve işbirliği çerçevesinde ilişkiler geliştirmiştir. Atatürk'ün Ortadoğu'da hayata geçirdiği en önemli anlaşmalardan olan Sadabad Paktı, İran'daki Sadabad Sarayı'nda 8 Temmuz 1937'de Türkiye ile İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanmıştır.
Anlaşmaya imza atan devletlerin iyi komşuluk ilişkileri içinde birbirlerine olan saygılarını ve dostluklarını ortaya koyan şu maddeler, bugün bile Ortadoğu'da yaşanan sorunların nasıl çözüleceği noktasında önemli ipuçları veriyor.
Madde 1: Taraflar, birbirlerinin içişlerine her türlü müdahaleden mutlak surette uzak duracak siyaset izlemeyi taahhüt ederler.
Madde 2: Taraflar, ortak sınırların tecavüzden korunmasına riayet etmeyi taahhüt ederler.
Madde 3: Taraflar ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslararası nitelikte her türlü anlaşmazlıkta birbirleri ile istişarede bulunmak hususunda mutabıktırlar.
Madde 4: Taraflardan her biri, diğeri muvacehesinde, hiçbir halde, gerek münferiden gerek bir veya daha fazla diğer devletle birlikte, diğer âkidlerden birine karşı hiçbir taarruz hareketinde bulunmamayı taahhüt eder. Suriye başta olmak üzere onlarca cephede savaşan Atatürk'e göre komşu ülkelerle barış ve huzur içinde yaşamak, ülke huzurunun da, bölge huzurunun da, emperyalizmin bölgeye yönelik yayılmacı politikalarını önlemenin de tek yolu.
Suriye'de savaşan "son komutanın" sözlerini dinleyin. Başkalarına değil, Atatürk'e kulak verin.