AB ile uyum maksadıyla yapılan reform niteliğindeki yasal düzenlemeler, görünen o ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Cumhuriyet Tarihi boyunca izlediği pek çok politikaya değişiklikler getiriyor.
Üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için istenen taleplerin, ağır siyasi tavizlere boyun eğmek manası taşıdığı, uygulamaya geçildikçe gözleniyor.
Neticeleri iyice hesap edilmeden alelacele kabul edilen bu yasalar, Atatürk'ün bıraktığı "devleti ve milleti ile bölünmezlik" ilkesini tehdit etmektedir.
Özellikle, ana dilde yayın ve eğitim hakkı ile azınlık vakıflarına toprak ve mülk edinme hakkının verilmesine dair kararlaştırılan yeni düzenlemeler, bu ilkeyi zedelemektedir.
Kanunlaşan maddeler istikametinde yasal haklara kavuşan azınlıkların bu yönde talepleri başlamıştır bile...
Bilindiği gibi, Türkiye'deki yabancı azınlıklara bizzat Atatürk'ün döneminde çıkarılan 1936 Beyannamesi olarak anılan düzenlemeyle bazı kısıtlamalar getirilmişti.
Uyum paketinde, bu sahada yapılan yeniliklere kadar yürürlükte kalmış olan bu Vakıflar Kanununa göre, 1936'dan sonra edinilen taşınmazlara el konularak onları satmış sahiplerine veya onların mirasçılarına bedelsiz olarak iade edilmekte idi.
Atatürk'ün yabancı vakıflar ile ilgili bu hassasiyeti, Kurtuluş Savaşı döneminde vakıf binalarının, düşman kuvvetlerine cephane ve silah yardımı için birer üs gibi kullanıldığı hatırlandığında çok yerindedir.
Bugün, Mustafa Kemal'in gösterdiği hassasiyet bir kenara bırakılmış, AB'ye üye olamayacağımız defalarca ifade edildiği halde, O'nun kurduğu Cumhuriyet, riske atılarak taviz üstüne taviz verilmektedir.
İstanbul'daki bir Ermeni Okulu, yeni kanunlaşan maddeyle 1936 Beyannamesi'nin ortadan kalktığını, bu nedenle tapusu ellerinden alınan okul binasının tekrar kendilerine devrini talep etti.
Ana dilin öğrenilmesi ile ilgili MEB'na bağlı özel kursların açılması yönünde de önemli başvurular vardır.
Dil birliği, toprak bütünlüğü bir devletin varlığı için hayati konulardır.
Bu tür hakların tanınması, Türkiye'de halli imkansız bölücülük sorunları yaratacaktır.
Atatürk'ün dil birliği ile ilgili şu değerlendirmeleri, bu konuda siyasi iradeye bir ölçü olmalıdır:
"Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz?
Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da Islav Araştırma Cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır.
Bizim içimizdeki insanların milli şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlarda Trakya hudutlarına çekildik."
Nitekim, Prof. Dr. Haydar Baş'ın, "Türkiye'yi Yugoslavya örneğindeki gibi parçalamak istiyorlar" tespiti de bu tehlikenin ifadesidir.
1980'lerin sonuna gelindiğinde, eski Yugoslavya'da ayrılıkçı Slovenya ve Hırvatistan; 'Büyük Sırbistan' oluşturma hayalinde bir Sırbistan; Kosovalı Arnavutların Makedonya'daki Arnavutlarla ve Arnavutlukla birleşme hayalleri; ve Boşnakların farklı dinsel kimliğe dayalı milliyetçilik hareketleri hat safhaya ulaşmıştı.
Farklı etnik grupların bir arada bulunduğu ülkelerde, "milliyetçilik", bu birliği yıkacak dinamittir.
AB, bu gerçeğin farkındadır. Ve, Türkiye üzerine oynanan oyun, şu anda bu çeşitli etnik gruplarda milliyetçilik şuurunu uyandırma gayretleridir. Lozan'daki dini azınlık tanımının kabul edilmemesi de bu maksatladır.
'Etnik ayrım' kıstası ısrarla vurgulanmaktadır.
Laz, Çerkez, Boşnak vs. Türk topraklarında yaşayan kardeşlerimizin böyle bir meselesi yokken, kabul ettirilen bu yasalar, ister istemez dış odakların desteğiyle bu neticeye doğru ülkeyi sürüklemeye başlamıştır.
Bu noktada, Türkiye'deki siyasi irade, milli birlik ve bütünlükle ilgili olarak ayrıldığı Atatürk çizgisine bir an evvel geri dönmelidir.
Telafisi imkansız kararlara imza atılmadan derhal bu tehlikeli durumu düzeltecek değişikliklere gidilmesi şart ve de zaruridir.
Üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için istenen taleplerin, ağır siyasi tavizlere boyun eğmek manası taşıdığı, uygulamaya geçildikçe gözleniyor.
Neticeleri iyice hesap edilmeden alelacele kabul edilen bu yasalar, Atatürk'ün bıraktığı "devleti ve milleti ile bölünmezlik" ilkesini tehdit etmektedir.
Özellikle, ana dilde yayın ve eğitim hakkı ile azınlık vakıflarına toprak ve mülk edinme hakkının verilmesine dair kararlaştırılan yeni düzenlemeler, bu ilkeyi zedelemektedir.
Kanunlaşan maddeler istikametinde yasal haklara kavuşan azınlıkların bu yönde talepleri başlamıştır bile...
Bilindiği gibi, Türkiye'deki yabancı azınlıklara bizzat Atatürk'ün döneminde çıkarılan 1936 Beyannamesi olarak anılan düzenlemeyle bazı kısıtlamalar getirilmişti.
Uyum paketinde, bu sahada yapılan yeniliklere kadar yürürlükte kalmış olan bu Vakıflar Kanununa göre, 1936'dan sonra edinilen taşınmazlara el konularak onları satmış sahiplerine veya onların mirasçılarına bedelsiz olarak iade edilmekte idi.
Atatürk'ün yabancı vakıflar ile ilgili bu hassasiyeti, Kurtuluş Savaşı döneminde vakıf binalarının, düşman kuvvetlerine cephane ve silah yardımı için birer üs gibi kullanıldığı hatırlandığında çok yerindedir.
Bugün, Mustafa Kemal'in gösterdiği hassasiyet bir kenara bırakılmış, AB'ye üye olamayacağımız defalarca ifade edildiği halde, O'nun kurduğu Cumhuriyet, riske atılarak taviz üstüne taviz verilmektedir.
İstanbul'daki bir Ermeni Okulu, yeni kanunlaşan maddeyle 1936 Beyannamesi'nin ortadan kalktığını, bu nedenle tapusu ellerinden alınan okul binasının tekrar kendilerine devrini talep etti.
Ana dilin öğrenilmesi ile ilgili MEB'na bağlı özel kursların açılması yönünde de önemli başvurular vardır.
Dil birliği, toprak bütünlüğü bir devletin varlığı için hayati konulardır.
Bu tür hakların tanınması, Türkiye'de halli imkansız bölücülük sorunları yaratacaktır.
Atatürk'ün dil birliği ile ilgili şu değerlendirmeleri, bu konuda siyasi iradeye bir ölçü olmalıdır:
"Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz?
Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da Islav Araştırma Cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır.
Bizim içimizdeki insanların milli şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlarda Trakya hudutlarına çekildik."
Nitekim, Prof. Dr. Haydar Baş'ın, "Türkiye'yi Yugoslavya örneğindeki gibi parçalamak istiyorlar" tespiti de bu tehlikenin ifadesidir.
1980'lerin sonuna gelindiğinde, eski Yugoslavya'da ayrılıkçı Slovenya ve Hırvatistan; 'Büyük Sırbistan' oluşturma hayalinde bir Sırbistan; Kosovalı Arnavutların Makedonya'daki Arnavutlarla ve Arnavutlukla birleşme hayalleri; ve Boşnakların farklı dinsel kimliğe dayalı milliyetçilik hareketleri hat safhaya ulaşmıştı.
Farklı etnik grupların bir arada bulunduğu ülkelerde, "milliyetçilik", bu birliği yıkacak dinamittir.
AB, bu gerçeğin farkındadır. Ve, Türkiye üzerine oynanan oyun, şu anda bu çeşitli etnik gruplarda milliyetçilik şuurunu uyandırma gayretleridir. Lozan'daki dini azınlık tanımının kabul edilmemesi de bu maksatladır.
'Etnik ayrım' kıstası ısrarla vurgulanmaktadır.
Laz, Çerkez, Boşnak vs. Türk topraklarında yaşayan kardeşlerimizin böyle bir meselesi yokken, kabul ettirilen bu yasalar, ister istemez dış odakların desteğiyle bu neticeye doğru ülkeyi sürüklemeye başlamıştır.
Bu noktada, Türkiye'deki siyasi irade, milli birlik ve bütünlükle ilgili olarak ayrıldığı Atatürk çizgisine bir an evvel geri dönmelidir.
Telafisi imkansız kararlara imza atılmadan derhal bu tehlikeli durumu düzeltecek değişikliklere gidilmesi şart ve de zaruridir.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002